Cemal Abdülnasır’ın çılgın projesi olarak başlayan Assuan Baraj projesinde, Mısırlı bilim adamlarının projenin sonunun felakete çıkacağı yönündeki uyarıları ve bir takım temel mühendislik hesaplamaları, göz ardı edildiğinden günümüzde baraj, çevresel anlamda bir felakete dönüşmüştür.
A)
1- Nil Nehri’nin yıllık su debisi ortalama 88 milyar metreküp olup 58 milyar metreküp Mısır’ın kullanımına bırakılmış, 30 metreküp ise Sudan ve Etiyopya’ya tahsis edilmiştir. Assuan Baraj Gölü’nde rüzgarın ve ısının etkisi ile her yıl 15 milyar metreküp su buharlaşıyor. Bir başka ifade ile Mısır sahip olduğu tatlı su rezervlerinin yüzde 25’ini baraj gölündeki buharlaşma nedeniyle kaybediyor (Keban baraj gölüne eş değer miktarda).
2- Nil Nehri, Etiyopya dağlarından her yıl zengin mineraller içeren milyonlarca ton alüvyonu Mısır’a taşıyordu. Nil Nehri yağmur mevsiminde taşıp tarım alanlarını kapladığında Nil’n getirdiği 60 milyon ton alüvyon, aynı zamanda doğal gübre işlevi gördüğünden, tarımda gübre kullanımına ihtiyaç duyuluyordu. Günümüzde alüvyonlar baraj gölüne biriktiğinden Nil Nehri artık Mısır’a alüvyon taşıyamadığından mükemmel gübreden yoksun kalan Mısır’da tarlalar suni gübre ile gübreleniyor (Tarımda suni gübre kullanımı olağanüstü ölçüde artmıştır) ve bu durumda yağmur mevsiminde Nil’in yükselen suları toprağın tuzunu da alıp götürürken, tarım alanlarının tuzlanmasını önlüyordu. Günümüzde suni gübre kullanımı ve sulama nedeni ile tuzluluğu artan tarım toprakları hızla çoraklaştığından tarımsal üretimin verimliliği ve kalitesi çok düşmüştür.
3- Nil Nehri, Assuan Barajı yapılmadan önce her yıl Akdeniz’e 32 milyar metreküp su bırakırken artık nadiren denize ulaşılıyor. Bu nedenle binlerce yıl Mısır’ı besleyen Nil deltasının verimli toprakları giderek tuzlu bataklıklara dönüşmüştür ve burada yaşayan insanlar yoksullaşmış ve bir kısmı gööç etmek zorunda kalmıştır.
4- Nil’in getirdiği alüvyonlar (besinler) nedeniyle Akdeniz’le buluştuğu deltada, zengin bir deniz yaşamı vardı. Sardalye, karides başta olmak üzere büyük miktarda balıkçılık yapılıyordu. Günümüzde Nil besin maddelerini getirmediğinden balık ve balıkçılık faaliyetleri büyük ölçüde azalmıştır. (Bizde de Karadeniz Bölgesi’nde, her derenin önüne baraj yaptığımızdan dereler denize besin taşıyamıyor ve yeterli besine ulaşamayan hamsiler büyüyemiyorlar.)
5- Bugün Baraj Gölü ve Nil Nehri parazitler için ideal yaşam alanı haline geldiğinden Nil suyu ile temas eden insanlarda parazitlerden kaynaklanan hastalıklar (bilharziöz) büyük ölçüde artmıştır.
B) Çin’den Hindistan’a Mısır’dan Brezilya’ya, çılgın ve büyük projeler Assuan Barajı’nda olduğu gibi yer aldıkları bölgede, binlerce yılda oluşan ekosistemi çok büyük oranda değiştirdiklerinden, çevre üzerinde yıkıcı sonuçlara neden olmaktadır. Kanal Projesi de İstanbul ve Marmara Denizi’nde var olan ekosistemde büyük değişikliklere neden olacağından, çevre üzerinde hesaplanamayan, öngörülemeyen yıkıcı sonuçları olacaktır.
1- Kanal İstanbul ile ilgili olarak, gerçek anlamda, risklerin ve itirazların değerlendirildiği bir ÇET raporu maalesef bulunamamaktadır. Var olan ÇET Raporu, AKP iktidarının talepleri ve yönlendirilmesi doğrultusunda hazırlanmış, ısmarlama bir rapor olduğu için, Kanal İstanbul’un çevre üzerindeki olumsuz etkilerini araştırmadığı gibi, görülen ve bilinen olumsuz etkilerini de kamuoyundan gizlemektedir.
2- Sazlıdere ve Terkos Havzaları içinden geçen Kanal İstanbul, Sazlıdere ve Terkos Havza alanlarını yok edecektir. Yer altı sularının ve Terkos Gölü’nün tuzlanması riski vardır. Devlet Su İşleri’nin (DSİ) gizlenen raporuna göre, İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan havzaların yüzde 29’u yok olacaktır. Su kaynaklarının yüzde 29’unu kaybeden İstanbul’un kurulacak yeni yerleşim yerleri ile nüfusu ise yüze 10 artacak, bir başka ifade ile İstanbul’da kişi başına temin edilen su miktarı yüzde 40 oranında azalacaktır. Küresel ısınma nedeniyle yağışlarda büyük düzensizlikler olmakta ve her yıl sıcaklıklar artmaktadır. Kanal İstanbul projesi sonrasında su kaynaklarının önemli bir bölümünü kaybeden İstanbul, kurak geçen bir yılda, kente yeterli su sağlanamadığı bir ortamda yüzlerce insanın kentten göç etmesi, ekonomik ve eğitim faaliyetlerinin büyük ölçüde durması riski ile karşı karşıya kalacaktır. 23 milyon metrekare orman alanı, 136 milyon metrekare tarım alanı yok olacaktır. Konunun uzmanları, Marmara Denizi’nin ölü bir deniz haline gelme riskinin büyük bir ihtimal olduğunu söylemektedirler.
Konunun esas üzücü tarafı İstanbul için çevre, ülkemiz için ise ekonomi yıkım projesi olan Kanal İstanbul için; Ülkemizin saygın eğitim kurumları olarak kabul edilen İTÜ, ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi’nden, DSİ ve ilgili bakanlıklarda görev yapan sorumluluk sahibi yüzlerce bürokrattan hiçbir itirazın gelmemesi, muhtemel tehlikelere karşı hiçbir uyarının yapılmamasıdır. Üniversitelerimizin ve ilgili bürokrasinin bir koro halinde inanmadıkları Kanal İstanbul projesini savunmak zorunda kalmaları, fikir ve ifade hürriyetlerinin üniversitelerimizin ve bürokrasinin işlevsizliğinin ve içinde bulundukları içler acısı durumun da bir göstergesidir.
-İnatla ve tek kişinin keyfine göre yapılan işlerin ağır faturasını (Aynen yap-işlet projelerinde olduğu gibi) yine gariban halkımız ödeyecektir. Sadece rant peşinde koşan yandaşların cepleri dolacaktır.
-Lütfen “Bir ekonomik tetikçinin itirafları” kitaplarını okuyunuz.