Başbakanlıkta çalıştığım yıllarda hayranlıkla izlerdim Yunanlıların kamu diplomasi çabalarını, başarılı lobi ve etkileme faaliyetlerini.
Hedef seçtikleri ülkelerin hükümet üyelerini, parlamenterlerini, nüfuzlu basın mensuplarını, sanatçılarını genellikle yazları – tüm masraflarını üstlenerek – bazen aileleriyle birlikte adalara davet eder, mezeler, deniz mahsulleri, uzo, Yunan müziği eşliğinde kendi pozisyonlarını anlatırlar.
Hatta bazen özel yatlarda bizim kıyılarımızın karşısına kadar yaklaşıp “Türk tehdidi” üzerine algıyı güçlendirmeye çalışırlardı. Sonra da bu insanları zamanı geldiğinde ve işlerine yarayacak şekilde kullanmakta usta idiler. Hala da öyle olduklarından kuşku duymuyorum.
Turgut Özal’ın Göcek’te cumhurbaşkanlığı yazlık konut kurması da aslında benzeri bir düşüncenin ürünü idi hatırlayabildiğim kadarıyla. Yabancı devlet başkanlarını, önemli şahsiyetleri Okluk Köyü’ndeki dört odalı yazlık konuta davetle orada ağırlamak resmi devlet ilişkilerini bir nebze şahsileştirmek amaçlıydı.
Ne yazık ki bu konut, inşasından sonra Özal tarafından kullanıldı hemen her yaz ama Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a kadar hiçbir cumhurbaşkanı bu konuta pek iltifat etmedi. Erdoğan, farklı bir amaçla, Gökova Körfezi’ndeki bu araziyi kamulaştırma ile genişletti, etrafına dört metreyi bulan yüksek duvarlar ördürdü.
Bölgenin koruma statüsü düşürüldükten sonra imar planları değiştirildi ve muazzam bir inşaata girişildi. Hak sahibi vatandaşlara “Cumhurbaşkanlığı hizmetlerinde kullanılmak amacıyla kamu yararı kararı alınmıştır” ifadesiyle resmi yazı yollandı. Hükümetin aldığı kamulaştırma kararı kapsamında vatandaşlarla pazarlıklarda dönümü 1 milyon Türk Lirasına varan arazilere 90 bin ila 165 bin TL arasında değişen fiyatlarda teklifler yapıldı. Koyun güvenlik gerekçesiyle deniz trafiğine ve turizme kapatılması kaygısı var.
Keşke bu konut tıpkı Yunanlıların yaptığı gibi uluslararası kulis çabaları için kullanılsa, doğal habitatı ve çevredeki insanların huzurunu bozmadan. Ve de uluslararası şahsiyetler hem yazlık konutta ağırlansa ülke menfaatleri ile ilgili konuların daha rahat bir atmosferde konuşulması için hem de konuklar ile müzakereler yatlarda “mavi tur” yapılırken yapılsa. İnanın çok farklı sonuçlar elde edilir.
“Yat diplomasisi”nde şahit olduğum, içinde yer aldığım başka bir örnek Genel Energy’nin bir İngiliz konsorsiyum ile ortaklığa girerek Londra borsasına açılışı zamanında da yaşandı. Londra’da masa başı iş müzakereleri tıkanınca şirketin Türk sahipleri ile Nat Rotschild, Tony Hayward ve Julian Metherell’den oluşan Vallares ayağı uçakla Bodrum’a geçti ve müzakereler bir teknede devam etti. Tabii ki o rahat ve keyifli ortamda anlaşmaya varılması ve imza gecikmedi.
Bazen İstanbul’daki işadamı dostlarıma öneriyorum: öyle büyük paralar harcayıp lüks ofisler döşeyeceğinize güzel bir yat alın ya da uzun dönemli kiralayın ve iş görüşmeleri için konuklarınızı yatınızda ağırlayın. Bir Boğaz ya da Adalar turu yaparken de işinizi bitirin.
Liderlik koçu arkadaşım Aynur Tattersall’in da şirket yöneticilerine vereceği kursları, eğitimleri, hatta bazı yönetim kurulu toplantılarını Ege’ye yat ile açılarak o ortamda yapma fikri var, çok hoşuma giden.
“Belediye diplomasisi” de giderek önem kazanıyor
Dünyanın değişmekte olan ekonomik, teknolojik ve jeopolitik dinamikleri dönüp dolaşıp en mikro düzeydeki yerel yönetimleri de, en ücra köşedeki uluslararası sistemden kopuk olduğunu düşündüğümüz insanları da etkiliyor.
Birbirine sıkı sıkıya eklemlenmiş küresel köyde Baltimore, Pekin, Moskova, Riyad, Astana, Mersin, Lima, Madrid ve Atina birbirinden etkileniyor. Küçük bir Çin yerleşim merkezinde çıkan corona virüsü tüm dünyayı kısa sürede sarabiliyor. İklim değişikliği artık bilim kurgu değil hepimizi kasırgalar, depremler, kuraklık, şu kıtlığı, taşkınlar ve benzeri doğal felaketlerle etkisi altına alıyor.
O yüzden belediyelerimiz sadece merkezi hükümet ile ilişkilerini değil küresel sistemle bağlantılarını da önemli öncelikleri arasına dahil etmek zorundalar içinde yaşadığımız dönemde. Ve bu amaçla frekans dalgalarına yeniden ayar yaptırmak, kapasiteler yaratmak, yetenekler kazanmak, gündemlerine yerelden küresele uzanan hizmetleri, operasyonları, ilişkileri de almak için çaba göstermeye şimdiden başlamalılar.
Yaşamının 32 yılını yerel yönetimleri içinden çalışarak, yakından tanıyarak geçirmiş Bedrettin Gündeş ile Mersin’deki belediye ofisinde geniş menzilde bir sohbet yaptık. Ona göre, belediyecilikte temel amaç, doğanın korunması, vatandaşların insanca yaşama koşullarına taşınması ve yaşamın elden geldiğince kolaylaştırılması.
İnsanın insanca yaşayabileceği koşulları yaratmak, doğru uygulamalara yöneltmek için öncelikle yönetme anlayışının doğru şekillenmesi gerekiyor. Yasalar istediği kadar yetki versin, istediği kadar demokratik olsun, istediği kadar mali açıdan rahatlama getirsin, eğer yönetme anlayışı çevre, kent bilimi, insan ve doğa odaklı bir bakış açısıyla şekillenmiyorsa, istenilen sonuçlar elde etmemiz mümkün değil.
Mevcut yetersiz yasalar ve finansman, insan kaynağı eksikliği temelinde bile istediğinde, belediyeler bakış açısı, yeteneği, öngörüsü, kentlilik bilinci doğru istikamette şekilleniyorsa, olağanüstü güzellikler, hizmetler üreterek, kent sakinlerinin insanca yaşayabileceği koşulları hazırlayabilir.
Ülkemizde belediyecilik, bazı istisnalar dışında, genellikle siyasetin vesayeti altında. Belediye başkanlarının şahsi çıkarlarını ön planda tutmaları, kent biliminden uzak olmaları, kayırmacılık, parasal menfaat ilişkileri ve yeteneksizlikleri nedeniyle son elli yılda çarpık gelişen kentlerin fotoğrafı hiç önümüzden kaybolmuyor.
Yeni ama beton yığını kirli yapılarla, kentlerin cazibe merkezi olamayacağı anlaşıldı artık. Bugün gelişmiş ülkeler kent merkezlerindeki ucube gökdelenlerin esiri olmaktan kurtulmanın yollarını arıyorlar. İstanbul her ne kadar da yeni gökdelenleriyle gelişmiş bir kent havasını verse de, tarihi dokuları ve boğazın coğrafi güzelliğini içinden aldığınızda, içi boş çöküntü halindeki bir beton yığını ile baş başa kalabilirsiniz.
Antalya, İzmir, Mersin, Adana, Hatay Akdeniz sahil bandında doğanın tüm güzelliklerini bünyelerinde taşıyan kentler bile çarpık yapılaşmadan kurtulamadılar. Bugün Hatay, hala Ortadoğu’nun geri kalmış ülkelerinin vasat şehirleri konumundan kurtaramadı kendini. Tarihin bıraktığı eserlerle adını ve varlığını sürdürebiliyor.
İzmir, Diyarbakır, Antep, Bursa, Urfa gibi kentlerin etrafı kaçak ve çarpık eğreti yapılarla sarılmış durumda. Karadeniz’in eşsiz coğrafi güzelliğine rağmen, sağlıklı planlamadan, modern ve kent estetiğinden yoksun yapılaşması, yaylaların talan edilmesi gündemimizi meşgul ediyor.
Yeni süreçte bazı yerel liderlerin küresel iyi uygulamaları da benimseyerek daha başarılı çalışmalar yapmaya çalıştıklarını gözardı edemeyiz. Yine de Türkiye genelinde belediyecilik manzarası – uluslararası iyi örnekler ile kıyaslandığında – pek ümitvari görünmüyor.
Bir kentin ekonomik, sosyal, kültürel, sanayi, ticaret, turizm, lojistik, sağlık, eğitim öncelikleri mevzi planlarda gösterilir. Nereye sağlık alanı, nereye yeşil alan, nereye sanayi, nereye konut, nereye turizm inşa edileceği bu planlarda açıkça belirtilir. En kötü kurgulanmış planın bile uyularak hayata geçirilmesi durumunda kentin görünümü ve yaşam alanları plansızlıktan daha iyi olacaktır.
Büyükşehir ve İlçe belediyelerinin meclisleri her ay yasal zorunluluk gereği toplanıyor. Tartışılan gündem maddelerinin çoğunu imar planı tadilatları oluşturuyor ne yazık ki. Oysa gelişmiş toplumlarda ülkenin anayasası değişir ama imar planları değişmez. Bizde ise, başından itibaren, adaletsiz, rant ve kayırmacılık üzerinde şekillenen imar planları bile sürekli tadilat görmeye devam ediyor.
Pekin’de görevli iken İstanbul ile Şanghay, Tiyenjin ile İzmir, Urumci ile Konya ve Ankara ile Pekin arasında “kardeş kent” ilişkisi kurulmasına ön ayak olmuştum. Ne yazık ki Çinliler bu ilişkiyi bizim amaçları daha ziyade heyetler halinde seyahat olan belediyelerimizden çok daha akıllıca ve ticari bir zihniyetle kullandılar geriye doğru baktığımda. Başka ülkelerdeki kentler ile de farklı şekilde geliştiğini sanmıyorum bu ilişkinin. Onun için yeniden gözden geçirmek gerekiyor kardeş kentler bağlantısını nasıl “kazan-kazan” ortaklıklarına dönüştürebiliriz diye.
Uzaktan gözlediğim kadarıyla, Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı ve Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, “belediye diplomasisi”ni ustaca kullanan liderlerden birisi. Gastronomi, tarihi miras, Suriyeli göçmenler, sınır ticareti, kadının güçlendirilmesi, yerel işletmelere rekabet gücü ve pazar kazandırılması konularında uluslararası literatüre geçen başarılı çalışmalara imza attı. Bu sayede OECD’nin “Şampiyon Belediye Başkanları Girişimi”ne de davet edildi ülkemizden ilk başkan olarak.
Benzeri yerelden küresele “belediye diplomasisi” çalışmalarının güç ve yoğunluk kazanması hem kentlerimize zenginlik katacak hem de onların dünyaya açılmalarına zemin hazırlayacak. Bu yüzden, 21inci yüzyılın kentleri değişmekte olan gereksinimlere uygun şekilde akıllı tasarlanmalı, insan odaklı dönüştürülmeli, kaliteli ve etik liderleri çekebilmeli, ateşi yeniden keşfetmeden dünyanın başarılı örneklerinden esinlenmeli ve estetiği, insanlarını, hesap vermeyi, şeffaflığı hizmetlerin merkezine oturtmayı becerebilmelidir.
O zaman bizde de küresel ölçekte göz kamaştırıcı örnek kentler, dünya çapında yerel liderler, kentleri ile gurur duyan, onlara gözlerinin nuru gibi bakacak kent sakinleri olacaktır.