Son günlerde Erdoğan-Biden görüşmesi kadar müsilaj konusu da gündemde yer aldı. Nedir bu müsilaj? Birden bire mi ortaya çıktı? Nasıl mücadele edilecek? Ege’ye, giderek İzmir’e de yayılır mı? Medya bu soruların cevapları ile doldu taştı.
Uzmanlık alanım değil ama konuyu toparlamaya çalışayım. “Müsilaj” Fransızca kökenli genelde su bilimi çevrelerinin kullandığı bir sözcük. Deniz salyası demek daha doğru. Doğal bir oluşum. Akdeniz’de ilk olarak 1700’lü yıllarda saptandığı söyleniyor. Deniz oksijensiz kalıp kendi kendini temizleyemediği zaman ortaya çıkıyor. İleri arıtmadan geçirilmeden denize akıtılan evsel atıklar, fabrikalardan gelen zararlı maddeler bu olumsuz gelişmenin ana kaynağı. Marmara gibi yılların bakımsızlığı ile oksijensiz kalan ortamlarda büyüme eğilimi tetikleniyor. İklim değişikliğinin getirdiği su ısısındaki değişim de balıkların üremesinin önünü tıkayan bu gelişimi hızlandırıyor.
Düşünebiliyor musunuz? Marmara Denizinde, 20. yüzyıl başında 230 olan balık çeşidi bugün 50’ye düşmüş durumda. Giderek de azalma hızlanıyor. Babası İlham Artüz’ün izinden giden konunun uzmanlarından hidrobiyolog Levent Artüz daha da karamsar. Kendisiyle yapılan bir söyleşide “89 öncesi olup da şimdi olmayan ticari öneme sahip 124 çeşit balığı bulabiliyor musunuz?” diyor. (10 Haziran 2021 tarihli HBT dergisi)
Salyalaşmanın Nedenleri
Artüz İstanbul’u da içine alan kirlenmenin miladı olarak 1989 yılını alıyor. Yani Bedrettin Dalan zamanında Haliç’i temizlemek için yapılan ve çıktılarını Boğaz’ın 50-70 metre derinliğindeki alt akıntıdan Karadeniz’e veren arıtma düzeneğinin başladığı yıla.
Açık Radyo’da 9 Haziran tarihli “altın saatler” söyleşisinde Prof. Dr. Derin Orhon ise bu görüşe katılmıyor. İSKİ’nin mevcut 7 adet ileri arıtma sisteminin başarıyla çalıştığını belirtiyor. Orhon hocaya göre, Marmara’yı ölüme sürükleyen kaynakların başında, Trakya’daki deri sanayinin zehirli atıkları, zeytin işleme tesislerinden boşalan karasu, giderek peyniraltı suları… Dilovası bölgesindeki sanayi atıkları da felaketin baş tetikleyicilerinden…
Trakya Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Belgin Elipek de, “Marmara Denizi’ndeki oksijen miktarının düşük olması ve bakterilerinde oksit malzemeler nedeniyle azalması, denizin kendi kendine temizlemesini engelliyor; üzerimize düşen görev, hangi statüde olursanız olun, ekosistemin dengesini bozacak herhangi bir atığı asla sulara deşarj etmemeli” diye uyarıyor.
Elipek hoca ekliyor: “Eğer siz sudaki oksijeni tüketecek oranda atık suyu alıcı ortamlara verirseniz, ya da bakterilerin ölmesine neden olan toksin maddeleri suya verirseniz bu durumda suyun kendi kendini temizleme kapasitesini elinden almış olursunuz. Ama şu an kesinlikle yapmamız gereken şey, Marmara Denizi’ne deşarjın kontrollü bir şekilde yapılmasıdır. Başka bir çözüm yoktur.”
Bugünlerde Çevre ve Şehircilik Bakanlığının başlattığı yüzeysel temizleme konusunda da farklı görüşler var. Bazı bilim insanları bu çalışmanın hastalığı daha da yaygınlaştıracağını düşünüyor. Giderek dibe çöken salyanın balıkların beslenme alanlarını iyice bozacağından kaygı duyuluyor.
Biyolojik Mücadele
Bu arada bakteri yiyen mikroplarla deniz salyasıyla mücadele etmenin denemeleri yapılıyor. Sunshine Coast Üniversitesi Çevresel Mikrobiyoloji Kıdemli Öğretim Üyesi ve Dünya Kültür Koleksiyonları Federasyonu Başkanı Dr. İpek Kurtböke, Avustralya’da çok ciddi bir boyuta erişen deniz salyasına karşı bakteri yok edici “faj” deneyerek köpükleri söndürdüklerini savlıyor.
İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi de Yenikapı Yediemin Limanı’ndaki müsilajın, doğal ortamında yararlı deniz bakteri izolatlarıyla temizlendiğini, yüzeydeki müsilajın 5 günde yok olduğunu duyurdu. Umarız tüm Marmara Denizinde uygulanabilir.
Bardak Taşıyor
CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Grup toplantısında dile getirdiği Ergene Nehri suyunun Marmara’ya verilmesi projesi de çok sorunlu. Denizbilimci Prof. Dr. Cemal Saydam “bu projeyi durdurun” diye haykırıyor adeta ve ekliyor: “Türkiye’de yılda kabaca 30 milyon metreküp sanayi atığı denizle buluşuyor. Belediyelerimizin yüzde 85’inin arıtma tesisi, 700 belediyenin de kanalizasyonu yok. Kıyılardaki belediyelerden arıtma tesisi olanlar ise nüfus artışına paralel kapasite artırımına kaynak bulamıyor.” Görüldüğü gibi durum vahim! Hele bir de Cumhurbaşkanının çok fazla üzerinde durduğu “Kanal İstanbul” gerçekleşirse geriye dönme şansı tümüyle ortadan kalkacak. Çevre modeli sınanmamış bir işe girişmenin gelecekteki felaketlerin habercisi olduğuna dair dünyada o kadar çok örnek var ki!
İzmir Arıtmada da Öncü
Peki bu gelişmeler olurken İzmir ne noktada diye sorulabilir. TÜİK’in geçtiğimiz yıl yayınladığı Atıksu İstatistiklerine göre İzmir, ileri biyolojik arıtma tesisi sayısı, arıtılan suyun toplam atık suya oranı ve kişi başına arıtılan atıksu miktarında1400 Belediye arasında birinci oldu. Buna göre ileri biyolojik arıtma tesislerinde arıtılan kişi başına atık su miktarı İzmir’de yılda 61,4 metreküp iken, bu rakam Bursa’da 47,5, Antalya’da 35,6, İstanbul’da 35,1, Ankara’da ise 6,47 metreküp olarak kayıtlara geçti. İzmir’de arıtılan atık suyun yüzde 97,1’i ileri biyolojik arıtma yöntemiyle gerçekleşiyor. Bu oranı yüzde yüze çıkarmayı hedeflediklerini dile getiren Başkan Tunç Soyer’in, yapımı süren ve planlananlarla birlikte kentteki atık su arıtma tesislerinin sayısını 2024 yılı sonuna kadar 68’den 93’e çıkaracaklarını duyurması da İzmirliler için sevindirici bir haber.
Başarıda Büyük Kanal Projesi’ni başlatan Sayın Burhan Özfatura’nın, tamamlayan rahmetli başkanımız Ahmet Piriştina’nın ve görevi devraldığı Sayın Aziz Kocaoğlu’nun çok büyük payları olduğunu vurgulayan Başkan Soyer, “ geldiğimiz nokta hepimiz için bir gurur vesilesi. Ama asla nihai hedef değil
2024’ün sonunda İzmir’de arıtmasız tek bir yerleşim kalmayacak” diyor.