Bir mafyamız eksikti Bodrum’da, nihayet ona da kavuştuk. Aslında eskiden de varmış ama mafyacıktan öteye pek gidememiş. Fakat şimdi anlı-şanlı, yerli-yabancı, bir eli burada, diğer kolu Venezuela’da, Kolombiya ve Amerika’da gayet de ciddi bir mafyaya sahibiz.
Bu çökme lafını, mafyamız sayesinde yeni öğrendik. Bizim bildiğimiz güzelim bir Çökertme koy ve köyümüz ile bir de çökertme oyunumuz vardı. Bu çökme lafıyla sakın onlara da zarar vermeyelim. Halil’im de yok ki ortada, başımız selamete ere. Şaka bir yana, güzelim koylarımızı ve denizlerimizi, ormanlarımızı tehlikeye atan bir doğa mafyasıyla doğru dürüst boğuşamazken, şimdi kravat-gömlekli, takım elbiseli, ama silahlı kara mafyasıyla tanışıyoruz.
Kara mafyası kılıktan kılığa girdiği için kolay seçilemiyor, bilinemiyor, izlenemiyor. Bazen işadamı olarak çıkıyor karşımıza, bazen beyefendi bir tatil köyü sahibi, bazen de tepe bürokratların yakını ya da arkadaşları olarak geziyorlar ortalıkta. Bazıları çok beyefendi, bazıları çok külhan ve kabadayı, çoğu da tepeden bakıyorlar insanlara. Eskiden sağ kıçları kabarık dururdu, şimdi ise tabancaları pantolonların arka ortasına sokuyorlar. Günümüz mafyasında pek silah kullanan yok. Arkalarındaki maaşlı tetikçiler korkutuyorlar milleti.
Eskinin mafyasıyla bugünün mafyası arasında çok fark var. Zaten eskiden bu işlere bulaşanlara mafya da denmezdi, baba idi onların adı. Genelde lakapları ile anılırlardı. Onların siyasetle filan pek işi olmazdı. Hafızamı zorladığımda, birkaçının adını hatırlıyorum. Örneğin İnci Baba, Kürt İdris, Of’lu İsmail, Berber Yaşar gibi… Yakın tarihimize baktığımızda 40-50 civarında mafya babası var. Cep telefonunuzdan Google’ye sorarsanız, hepsinin adlarını veriyor, ne yaptıklarını yazıyor. Gerisi ayak takımı sayılır…
2000’li yıllara kadar mafya, işadamları ve gazete patronlarına kadar etkili olur, onlarla içli dışlı oldukları duyulurdu. Siyasetle ilişkileri, siyasete bulaşmaları genelde 2000 sonrasında görülüyor.20 yılda da hayli mesafe kazandığı, son olaylarla iyice anlaşılıyor. Üzülerek söylemek zorundayım ki, Bodrum gibi kendi halinde, çok sakin ve çok değerli bir turizm kentimize de mafyayı bulaştırarak, burayı da kirlettik. Turizmden para kazanan bölgeler, mafya gibi ürkütücü ve korkutucu karanlık gelişmelerden hoşlanmaz. Kafasını dinlemeye, gülüp eğlenmeye, denizin ve güneşin tadını çıkarmaya gelen turistler, emniyet ve güven içinde olmak isterler. Düne kadar böyle bir sıkıntısı, problemi ve sorunu yoktu Bodrum’un. Bundan sonra da olmaması için gerek yöneticilerimizin, gerekse bu kent sakinlerinin çok dikkatli olmaları gerekiyor.
Bodrum Polis ve Jandarması çok kısıtlı imkanlarla, olağanüstü gayret ve fedakarlıkla görevini yıllardır başarıyla yapıyor. Son zamanlarda kadroları biraz takviye edildi ama150 bin kişilik nüfusa göre düzenlenen bu kadrolarla, kışın 750 bin, yazları ise 1,5 milyonu aşan insanın huzur ve güvenini sağlamak iyice zorlaşıyor. O nedenle polis ve jandarma sayımızı iyice arttırmamız şart. Ayrıca hizmette kullandıkları araç ve gereçleri de, ihtiyaca uygun ölçüde takviye etmeliyiz. Şehir iyice büyüdü, suçlar iyice arttı. Bodrum artık küçük bir balıkçı kasabası değil, çok ciddi bir turizm merkezi, bir büyük şehir haline geldi. Böylesine büyüyen bir şehri, cılız ve imkansızlıklar içinde bırakamayız. Polisimize destek olmalıyız, güç vermeliyiz. Caniler gencecik polislerimize kurşun yağdırmaya başladılar. Silah kaçakçıları bir yiğidimizi şehit ettiler, hepimizin yüreğini yaktılar. Aman dikkatli olmalıyız, hem de çok dikkatli.
Polis dedim de aklıma geldi. Bodrum trafiği rezalet halini aldı. Bazı yerlerde ve özellikle döner kavşaklarda yollar tıkanıyor, kıyametler kopuyor. Böylesine tıkalı bir trafikle hem turizm yapılamaz, hem de bu şehirde rahat yaşanamaz. Süratle önlem almakta fayda var. Nedense yetkililer önlem almak yerine, durumu seyretmekle yetiniyorlar. Oysa basit tedbirlerle bu trafik keşmekeşinin önünü bir miktar kesmemiz mümkündür. Örneğin özel ve resmi sektörde iş saatlerini kaydırabiliriz. Artık bazı ailelerin 2-3 otomobili var. Bunca aracı trafiğe sokmamak için, tek plaka-çift plaka sistemini uygulayabiliriz. Döner kavşakları trafik lambalarına uymayarak tıkayanlara anında 1000’er lira ceza kesebiliriz.
TIR’ları, beton mikserlerini, iş makinalarını, büyük kamyonları 08.00-20.00 saatleri arasında şehre sokmayabilir, geceleri çalışmaya ve mal indirmeye yönlendirebiliriz. Deniz trafiğine kafa yorabilir, merkez ile Turgutreis arasına 8 iskele koyarak, ulaşımı deniz araçlarıyla yapıp, kara trafiğini rahatlatabiliriz. Milas gelişinde Yalıkavak trafiğini Torba üzerinden götürebiliriz. Karşıdaki Yalıçiftlik yol girişindeki tamamen kelleşmiş ve kum ocağı gibi çalıştırılan Orman arazisine 3000 araçlık otopark yapabilir ve ulaşımı oradan toplu taşıma minibüs ve otobüsleriyle sağlayabiliriz. Ben trafik uzmanı değilim ama akıl ve mantık bir şeylerin yapılabileceğini gösteriyor. Hem bir şeyler yapmak, hiçbir şey yapmamaktan çok daha iyi değil mi?
Hazır trafikten bahsetmişken, biraz da yolların durumundan söz etmeliyim. Kente yeni su boruları döşeniyor, kanalizasyon için bazı yerler delik deşik ediliyor. İyi güzel de bütün bunlar neden planlı programlı yapılmaz ki? Torba’nın yolları felaket, Turgutreis – Akyarlar bölgesi rezaletin de ötesinde. Bir yandan yeni yapılmakta olan muazzam bir sitenin mevcut yollara verdiği zarar vatandaşı perişan ediyor. Diğer yandan belediyenin altyapı için kazdığı kanallar trafiği altüst ediyor, oralarda oturanlara dünya zindan oluyor. Akyarlar – Turgutreis arasındaki devlet anayolunun trafiği, kanal döşeyen taşeron firmanın 17 yaşındaki sorumsuz işçisi tarafından laübali bir şekilde kesiliyor, kontrolü bu sorumsuz işçi sağlıyor da, kimsenin kılı kıpırdamıyor. Millet koyun gibi, o gencecik çocuğun trafiği açma keyfini bekliyor. Böyle şey olur mu?
Dünyada bu işler akılla çözülüyor. Bir kere bu çalışmalar gece yapılıyor. Kanal döşenecekse 40-50 metre kazılıyor, boru içine konulup kapatıldıktan sonra, diğer 40-50 metrenin kazımına geçiliyor. Öyle olunca, trafik de tıkanmıyor, geçişler de aksamıyor. Bizde böyle yapsalar sorun kalmayacak. Ama belediye işçilerini gece çalıştırmıyor. Siyaset işte, sendika falan diyerek gündüz çalışmasını tercih ediyorlar. İşçiyi düşünüyoruz iyi de, halka verdiğimiz sıkıntıyı ve yaşattığımız eziyeti niye düşünmüyoruz ki? Sonuçta işçisi de, Belediyesi de halka çalışmak zorunda değil mi? Eeee öyleyse?