Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında yer alan olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, Sedat Peker’in video ve iddiaları, Sezgin Baran Korkmaz’ın Avusturya’da gözaltına alınması, “çok lüks ve pahalı” Bodrum Paramount Otel’de “misafir olanlar” dizinin başrolleri, Ankara kulislerinde konuşulanlar, pandemi yasaklarının kaldırılmasıyla ilgili açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…
GÖZLEM – Sedat Peker’in video ve iddiaları derken, ortaya “SBK dizisi” çıktı… Sezgin Baran Korkmaz ile “çok lüks ve pahalı” Bodrum Paramount Otel’de “misafir olanlar” dizinin başrolündeler… Gazeteciler var, siyasetçiler var, yargıçlar var, var da var. Ne diyorsunuz?
K – Sezgin Baran Korkmaz ile ilgili iddialar içinde en önemli iki olay bana göre şunlar: Birincisi Korkmaz’ın “aranıyorken” İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından bakanlığa çağırılıp “yakalanacağı ifade edilerek yurt dışarı kaçmasına vesile olunması.” Sedat Peker, Soylu’nun Korkmaz’dan bu süreçte “40 ya da 45 milyon dolarlık bir borcundan vazgeçmesini istediğini” ve kendisine “Senin hakkında tahkikat yapıldı, yurtdışına çık. Yukarının haberi var, bu parayı da sil, sorun çıkacak” dediğini iddia ediyor ve “Ertesi gün de Korkmaz yurt dışına çıktı” diyor. Bunun yanı sıra ikinci konu, ortaya çıkan Kormaz ile Veysi Ateş isimli gazeteci arasındaki kaset kaydı. Söz konusu kayıtta Ateş tarafından kendisine “Biliyorum canın çok acıyor… Hiçbir şey olmamış gibi ülkene dönmek istiyorsun. Ankara’dayım. Az önce senin görüşmeni yaptım. Anladım ki seninle uğraşan bir klik ve lobi var. Ama bu arkadaşlarla işi lehine çevirmek mümkün… Senle ilgili beklenti ve istedikleri ses çıkarmadan bir süre beklemen. ‘Samimiyetini göstersin gerekeni yaparız’ (diyorlar)” denilmesi. Korkmaz’ın “Samimiyetimi nasıl göstereceğim abi?” diye sorması üzerine “Söz ettiğim meblağı istiyorlar” yanıtını alması ve Korkmaz’ın da bu meblağı “10 milyon Euroyu verdiğim zaman” diye kasette zikretmesi. Ateş bu iddiaları reddediyor ama Sözcü gazetesinden İsmail Saymaz bu kaseti dinlediğini ve ifadelerin bu olduğunu söylüyor. Yani Kormaz’ın “10 milyon Euro vermesi durumunda hakkındaki suçlamaların gözardı edileceğine” ilişkin iddia. Bu suçlamaları gözardı edebilecek hükümet yetkililerinin, bu güce sahip üst düzey siyasetçilerin kim olabileceği çok kısıtlı sayıda yetkiliyi işaret ediyor. Bu iddialar da gerçekse Korkmaz’ın para karşılığı devlet gücünü kullananlar tarafından korunacağı anlaşılıyor. Bu çok ciddi iddialar ile ilgili, bu konumdaki siyasetçilerden en azından İçişleri Bakanı’ndan bir açıklama gelmediği sürece bu ihtimaller AKP’nin üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi sallanıyor olacak.
GÖZLEM – Onca önemli ve kirli iddialar, olaylar, gelişmeler ortada iken, resmi açıklamalar yapılmaması, savcıların harekete geçmemesi, sizce ne anlama geliyor?
K – Bu iddiaların gerçek olduğu yönünde bir algı oluşmasına neden oluyor. Şimdi Sezgin Baran Korkmaz Avusturya’da yakalandıktan sonra olur da ABD’ye iade edilirse, ki kendisi hakkında ciddi suçlamalar var, bu suçlamadan kurtulmak için bu görüşmeleri kendisi de ifadesinde belirterek iktidarı daha da zor durumda bırakabilir.
GÖZLEM – “Ankara Kulislerinde, Sedat Peker’in iddiaları ile SBK olayının ve bunlara “tatmin edici” cevapların verilmemesinin, Adalet ve İçişleri Bakanları’nın suskunluklarının gerek AKP, gerek MHP tabanını, parti teşkilatlarını, milletvekillerini olumsuz etkilediği” iddiaları konuşuluyor; sizin görüşünüz?
K – Sezgin Baran Korkmaz’ın iktidar cephesinde çok önemli bir ilişki ağı kurduğu, hatta Sedat Peker ile bile “iş ilişkileri” olmuş olabileceği Amerika’ya iade edilip hakkındaki suçlamalarla korkutulursa vereceği ifadelerden ikinci bir Zarrab olayı çıkabileceği, ifade ediliyor. Edinilen bilgilere göre önemli üst düzey görüşmelere katılıyormuş. Ancak ben Korkmaz’ın veya Sedat Peker’in açıkladıklarının iktidara parçalayıcı, çok ciddi bir etkisi olduğuna ilişkin emare görmedim. Sedat Peker’in Korkmaz’ın Tayyip Erdoğan’ın danışmanına araba verdiğine dair son iddiası bile aslında iktidara ne kadar nüfuz ettiğini gösteriyor. Parti içinde Erdoğan’ın çevresindeki bu “rant” avcılarının temizleneceği beklentisi var ama Peker ve Korkmaz olaylarının siyasi olarak ne derece etki yaratacağı konusunda “büyük değişim içeren” bir görüntü yok. Öte yandan partide Süleyman Soylu ile ilgili ciddi bir rahatsızlık var ve bu genel bir rahatsızlık ama Erdoğan’ın bu süreçte Soylu’yu almayacağı ancak “zamanını kolladığı” konuşuluyor. Zaten önceki istifa sürecinde ve damat ile çatışmasında Soylu’nun durumu zayıflamıştı. Ama Erdoğan uygun bir ortamı bekleyecektir. “Sedat Peker ortaya attı o yüzden aldım” demeyeceği gibi, ortamın kontrolden çıkacağından da çekineceği ifade ediliyor. Söylediğim gibi, Sedat Peker’den, Sezgin Baran Korkmaz’dan partiyi sarsacak, dağıtacak bir konu çıkmayacağını düşünüyorum. Ancak içerdeki çözülmenin ekonomik bozulma ile beraber partinin gidişini olumsuz etkileyeceği ve bu durumun Cumhur İttifakı tabanında konuşulduğu ifade ediliyor. Bu süreçte özellikle iki konunun parti tabanında tartışma ve dedikoduları çok tetiklediği konuşuluyor. Bunlar millet büyük yoksulluk içindeyken birden fazla maaş alan iktidara yakın yöneticilerin durumu ile Ticaret ve Sağlık ve hatta Turizm’den sonra son olarak Milli Eğitim bakanlığı ile ilgili ortaya çıkan “CEO bakanların kendilerine çalışmaları” ile ilgili haberler. Bunlar tabanda rahatsızlık yaratıyor ve bundan başka ilginç bir şekilde AKP içinde bir grup yönetici seviyesinde de Kılıçdaroğlu’nun gidişini, stratejisini başarılı bulanların da olması dikkat çekiyor.
GÖZLEM – Sedat Peker’in iddiaları sonrasında kara para aklamakla suçlanan Sezgin Baran Korkmaz’ın gazetecilerle kurduğu şaibeli ilişkileri tartıştığı bir dönemde, Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil’in attığı “ARTI 1” televizyonunun kurulması sırasındaki gelişmelerle ilgili teweet, o sırada canlı yayında olan bir başka Sözcü yazarı Uğur Dündar’ı çok öfkelendirdi ve ağır sözler söyledi. Daha düne kadar bir ve beraber olan bu iki muhalif ve Atatürkçü yazarın kavgası sizce nasıl biter, sizce kim haklı?
K – Dündar ile Özdil yıllarca beraber çalıştılar. Özdil, Dündar’ın yardımcısı olarak kendisinden çok saygıyla bahseder. Dündar ise yılların birikimli gazetecisi olarak Özdil’in gazeteciliğini her zaman övgüyle ilk planda tutar. Öte yandan gazetecilik en başta bir “ego” işi. Bazen gündemin yoğunluğu içinde ani fevri çıkışlar ve buna bağlı savrulmalar yaşanabiliyor. Ben ülke için hayati önemdeki bu birinci sınıf gazetecilerin arasındaki “tatsızlığın” abi-kardeş ilişkisi içinde çözülebileceğini düşünüyor, en azından umuyorum. Burada önemli olan “esas mesele”den uzaklaşmamak.
GÖZLEM – 24 Haziran 2018 Genel Seçimleri’nin ardından geçen 3 yıl ile ilgili görüşlerini Cumhuriyet Gazetesi’ne açıklayan “duayen” siyasetçiler Hikmet Çetin, Hüsamettin Cindoruk ve Altan Öymen, “20 yılda Türkiye’yi yönetenlerin ümmet ve hilafet hedefine yöneldiklerini” belirterek “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde her alanda gerileme yaşandığını” söylediler ve “güçlendirilmiş demokrasi ve parlamenter rejim çağrısı” yaptılar. Sizin görüşünüz?
K – Ülke iki cepheye ayrılmış durumda. Birincisi yargı-yasama-yürütme erklerinin birbirinden ayrıldığı Batı anlamında gerçek bir demokrasiye dönüşü hedefleyen ve bunun “güçlendirilmiş bir parlamenter sistem ile” gerçekleşebileceğini düşünen Millet İttifakı’nın da içinde yer aldığı “Güçlü Demokrasi” cephesi. Diğeri icraatı yargı ve yasama erklerinin güçlü bir ülke için yürütmenin güdümünde olması gerektiğini ileri süren, ancak bu yolla, yaratılan “rant” piyasasının denetimden kaçırılmasını hedefleyen ve Cumhur İttifakı’nın da içinde yer aldığı “Otokratik, totaliter” cephe. Ben Türkiye için bunlardan birincisinin gerçek bir çözüm olabileceğini ve bu süreçte kilidin yapılması gereken seçimler olması gerektiğini düşünüyorum. İcraat adına denetimden vazgeçilmesi ülkeyi eninde sonunda çözülme noktasına getirir. Bundan faydalanacakların sayısı ise her zaman zarar göreceklerden çok daha az olacaktır.
GÖZLEM – ABD gezisinden döndünüz, ABD basınında “Türkiye ve Türkiye – ABD ilişkileri hakkında” nasıl bir hava esiyor; aradaki önemli sorunlarda çözülme ümidi var mı?
K – Biden yönetimi, ilginç bir şekilde isabetsiz ve yanlış bir analiz yaparak Erdoğan’ın, Biden’in 24 Nisan’ı “Ermeni Soykırımı” olarak adlandırmasına büyük bir tepki vereceğini sanmış ve 14 Haziran’daki Biden – Erdoğan görüşmesi öncesi kendisini bu tepkiye yönelik yumuşak bir açılım yapacak şekilde konuşlandırmıştı. Ancak görüşmelerinde bu konunun açılmamasını “Hamdolsun” diye yorumlayan Erdoğan’ın yaklaşımı sonucu pozitif bir sürprizle karşılaştılar. Biden yönetimi “Ermeni Soykırımı” dedi, Taliban ile Türkiye’yi karşı karşıya bırakacak şekilde Afganistan’dan çekildi, Doğu Akdeniz konusunda Türkiye’nin Yunanistan’ın haksız iddialarına karşı çıkmayacağı bir açılım ortamı yarattı. Suriye’de PKK benzeri Kürt devletinin kurulması ve güçlendirilmesi çalışmalarına devam etme halini güçlendirdi. Türkiye’nin sadece Çin ile değil, Rusya ile de mesafesinin belli bir uzaklıkta kalmasını garanti altına aldı. Ayrıca da tüm bunları, S-400’lerin de “çalıştırılmamasını” de-facto bir önlem olarak gerçekleştirirken yaptı. Biden yönetiminin Türkiye’den isteyip de almadığı bir ödün kalmadı. Buna karşılık ciddi bir ödün vermediği gibi Erdoğan’ın da tam desteğini aldı. Dolayısıyla yakın gelecekte ABD ile ciddi bir sıkıntı yaşanacağını düşünmüyorum. Şimdi tarafların sağladığı avantajları sahaya dökme yani icraat dönemi yaşanacaktır.
GÖZLEM – Pandemi’deki “tedbirlerin gevşetilmesi” kararında “müzik için saat 24 kısıtlaması” insan yaşamının “belli bir görüşe göre düzenlenmesi” şeklinde algılandı ve sert eleştiriler aldı; sizin düşünceniz?
K – Tamamen katılıyorum. Müzik yayınının ve eğlence hayatının gece 24’te sona erdirilmesi pek çok gerekçeyle ki bunların arasında “meskun mahallerdeki yurttaşların huzurunun korunması” da sayılabilir ancak bu gerekçeler arasında hiç şüphesiz “virüsün yayılmasının önlenmesi” sayılamaz. Eğer bu sayılabilecek olsaydı, buraya gelmeden kapalı alanlardaki faaliyetlerdeki kısıtlamaların devam etmesi, kısıtlama getirilmeyen örneğin kongreler, toplu buluşmalara kısıtlama getirilmesi gerekirdi. Bunlar olmadan sadece müzik yayının engellenmesinin ardında “alkol tüketimini” önlemeye yönelik bir ideolojik bakış açısı olduğu muhakkak.