“Mesleki Hayat Bağlamında Özel Hayata Saygı Hakkı” başlıklı sempozyumun açılışında konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, Yargı ile ilgili çok önemli açıklamalar yaptı, yargıç ve savcılara “neleri, nasıl yapmaları gerektiği” konusunda uyarılarda bulundu.
“Hukuk devletinde adaletin yegane adresi mahkemelerdir. Mahkemelerin adalet arayışına cevap veremediği, bağımsız ve tarafsız yargılama ilkelerine uygun bir şekilde uyuşmazlıklara çözüm üretemediği bir yerde hukuk dışı arayışların ortaya çıkması kaçınılmazdır” diyen Arslan “tarihi uyarısında” şunları söyledi:
“Hukuku uygulamakla ve adaleti tesis etmekle görevli olan başta hâkimler olmak üzere yargı mensuplarının şiarı 3A, yani akıl, ahlak ve adalet olmalıdır. Akıl iradeyi, bağımsızlığı, düşünme ve bilgi sahibi olma kapasitesini ifade eder. Yargı mensubu aklını kullanmak zorunda olan kişidir. Bu nedenle hâkim ve savcılar, sadece akıllarını kullanırlarken cesarete ihtiyaç duyabilirler. Kant’ın belirttiği üzere kendi aklını kullanmaya cesaret edemeyenler, vesayet altında kalmaya mahkumdur. Vesayet altındaki yargısal akıl ise adaleti tesis edemez. Bunun en canlı ve yıkıcı örneğini ülkemizi 15 Temmuz darbe girişimine götüren süreçte yaşadık. Akıllarını ve vicdanlarını başkalarına teslim edenlerin yaptıkları ve yaşattıkları hukuksuzluklara hep birlikte şahit olduk.”
Hukuk vurgusu
“İki hafta sonra beşinci yılını idrak edeceğimiz ‘15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü’ vesilesiyle ifade etmek isterim ki, bu meşum darbe teşebbüsünden çıkarılması gereken en önemli derslerden biri, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının ve bunun yanında yargı mensuplarının sadece hukuka bağlı kalarak karar vermelerinin sağlanmasının demokratik hukuk devletinin geleceği bakımından hayati derecede önemli olduğu gerçeğidir. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden çok önce bu salonda yaptığım ilk konuşmada konuya ilişkin görüşlerimi şu sözlerle paylaşmıştım; ‘Unutmayalım ki, fikri ve vicdanı hür olmayandan hâkim olmaz. Aklını ve vicdanını başkalarına kiralayan veya iradesine ipotek konmasına izin veren kişiden hâkim olamaz. Hukuk devletinde, uzaktan kumandalı yargı da, yargıç da düşünülemez. Yargı mensupları, sadece hukuka bağlı olarak karar vermelidir”
“Esasen bu sözler, farklı zaman ve mekanlarda farklı kelimelerle ifade edilse de, evrensel hukuk devleti anlayışının esaslarıdır. Bu esaslardan uzaklaşıldığında hukuk ve adalet açığı ortaya çıkacaktır. Hukuk ve adalet açığı bir ülkenin geleceği bakımından her türlü açıktan daha tehlikelidir. Zira bu açık, temeli adalet olması gereken devlete yönelik toplumsal güveni ve inancı zedeleyecektir. Önemle vurgulamak gerekir ki, hukuk devletinde adaletin yegane adresi mahkemelerdir. Mahkemelerin adalet arayışına cevap veremediği, bağımsız ve tarafsız yargılama ilkelerine uygun şekilde uyuşmazlıklara çözüm üretemediği bir yerde hukuk dışı arayışların ortaya çıkması kaçınılmazdır.”
“Özel hayata saygı gösterilmelidir”
“Hukuk ve adalete dair bu değerlendirmelerden sonra, biraz da bugünkü sempozyumun konusu olan özel hayata saygı hakkı üzerinde durmak istiyorum. Bu hakla ilgili hukuki meseleler kuşkusuz bize has değildir. Bugün dünyanın hemen her yerinde en çok tartışılan konuların başında özel hayatın korunması gelmektedir. İnsanların toplu olarak yaşamaya başlamasından ve devletin ortaya çıkışından itibaren mahremiyetin korunması oldukça önemli hale gelmiştir. Devlet bir yönetim tekniği olarak baştan beri bireylerin özel hayatını gözetim altında tutma eğiliminde olmuştur. Başka bir ifadeyle devletin gözü daima bireylerin üzerindedir. Anayasa’nın 20. maddesine göre herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Anayasa koyucu ‘Özel hayatın gizliliğine dokunulamaz’ şeklinde kesin bir dille özel hayatın mahremiyetinin önemine işaret etmiştir.”
“Hak ve özgürlükleri kısıtlama yetkisi sadece yargınındır”
“Anayasa Mahkemesi, 2019 yılında verdiği bir kararında kamu görevlilerinin anayasaya sadakat ve devlete bağımlılık yükümlülüğünün, bilhassa devleti temsil eden ve millî güvenlik bakımından hassasiyet içeren bazı kamu görevlerine atanacak kişiler bakımından daha sıkı nitelikler aranması ve birtakım sınırlamaların getirilmesini gerektirebileceğine hükmetmiştir.
“Bu anlamda kamu görevinden çıkarma, mesleki hayat ile özel hayat arasındaki yakın ilişkiden dolayı sebep veya sonuca dayalı olarak kişinin özel hayata saygı hakkına müdahale olarak nitelendirilebilmektedir. Buradan hareketle mesleki hayata müdahale bağlamında özel hayata saygı hakkının mutlak olmadığı, belli şartlar altında sınırlandırılabileceği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte bu sınırlamalar elbette sınırsız değildir. Bu bağlamda temel haklara yönelik sınırlamaların Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen şartlara uygun olması gerekmektedir. Bu kapsamda ilk olarak, olağanüstü dönemler dışında özel hayata saygı hakkının sınırlandırılması ancak kanunla mümkündür. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında da sıkça vurgulandığı üzere Türk anayasal sisteminde hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı düzenleme yapma yetkisi sadece yasama organına aittir. Ancak, temel hakları sınırlandıran bir kanunun bulunması tek başına yeterli değildir.”
“Temel hakları sınırlayan kanun hükmünün erişilebilir, öngörülebilir, açık ve net olması; bunun yanında da kamu otoritesinin keyfi uygulamalarına karşı kişileri koruyacak güvenceleri içermesi gerekir. Bu nedenle kanunun şeklen var olması yetmez, ayrıca kaliteli olması da gerekir. Öte yandan, özellikle mesleki hayat bağlamında özel hayata saygı hakkının sınırlandırılmasında kanunilik şartı bakımından önemli bir konu da yargı organlarının çok sık olmamakla birlikte kanunu öngörüldüğü amaç dışında yorumlayarak genişletmesidir.”
“Anayasa Mahkemesi, bazı kararlarında özel hayata saygı hakkını sınırlayan kanuni düzenlemelerin yargı organlarınca ‘makul olmayacak biçimde genişletici ve öngörülemez bir yoruma tabi tutulduğu’ gerekçesiyle kanunilik şartına uyulmadığı, bunun da hak ihlaline yol açtığı tespitinde bulunmuştur. Bu noktada belirtmek gerekir ki, kanunilik şartını sağlayan sınırlamaların ihlale yol açmaması için sınırlamanın meşru bir amacının bulunması, ayrıca demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaması gerekmektedir.”
*********
“ADALET OLMAZSA ÜLKE YAŞAM ZİNDANI OLUR”
Yekta Güngör Özden (Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı) – Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın bir toplantıda söyledikleri hepimizin her zaman dikkate alması gereken duyarlılıkları ve özeni yansıtmaktadır. Yargının bir devlet yaşamındaki yadsınmaz, çok önemli ve çok özgün yerinin vurgulandığı bu konuşmada üzerinde durulacak konuların hemen hemen hepsi önem sırası ile belirtilmiştir. Yargının bağımsızlığı, yargı kararlarının doyuruculuğu, yargı kararlarının yerine getirilmesi gibi sorunlar ülkemizin yıllardan beri çektiği kimi problemlerin bazılarıdır. O bakımdan bir ülkede adalet güneşinin çevresinde bulutlar varsa bir ülkede adaletin buyrukları yerine getirilmiyorsa ya da bir ülkede adaletin varlığı inkâr edilerek yetkililerin ve güçlülerin ve sorumluların kendi dediklerinin geçerliliği sağlanmak isteniyorsa o ülkede insan yaşamının karanlıktan kurtulmasının olanağı yoktur. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın söylediklerine katılıyor, bunları ulusal yaşamımızda ve hukuk devleti çatısı altında yadsınamaz önemlerini ben de vurgulamak istiyorum. Yargının önemi, adaletin değeri konusunda söylenecek çok söz olduğu gibi bu konuda söylenmiş olan çok önemli, çok anlamlı, çok değerli sözler de vardır. Adalet bağımsız olmazsa, yargı yanlı çalışırsa ve yargıda görevli olanlar ahlak, onur ve namus ile ilgili kavramlarla uygun çabalar içinde bulunmazlarsa o ülke yaşam zindanından başka bir şey olamaz.
Adalet insanlığın doyulmayan ekmeğidir. Bu bakımdan adaleti yerine getirmekle görevli olanlar kendilerinin sorumluluklarının çok anlamlı çok büyük olduğunu bilmeli ve adalete gölge düşürmekten kaçınmalıdır.
**********
“UYUŞMAZLIKLARIN BARIŞÇIL ÇÖZÜMÜ YARGI BAĞIMSIZLIĞI İLE GERÇEKLEŞİR”
Hikmet Sami Türk (Eski Adalet Bakanı) – Yargı bağımsızlığı hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Anayasa’nın 138. Maddesinin birinci fıkrasında yer alan ifadeye göre, hakimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak ve vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. İkinci fıkrasına göre, hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Bunlar mahkemelerin bağımsızlığını, hakimlerin bağımsızlığını sağlamak için konulmuş olan anayasa hükümleridir. Ama aynı şekilde mahkemelerin de hakimlerin de buna uygun olarak hareket etmeleri gerekir. Hiçbir şekilde verecekleri kararlarda etki altına girmemelidirler. Bu nedenle yargı bağımsızlığının korunması hem herkes için buna saygı gösterme yükümlülüğü bakımından bir borç hem de hakimlerin kendilerinin de bunun gereğine uygun olarak davranmaları için bir görev ilkesidir. Anayasa mahkemesi başkanı yaptığı konuşmada bunları belirlemiştir. Ayrıca Türk ceza kanununda görülmekte olan davalar için yargıyı etkilemeye çalışmayı suç olarak sayan hükümler var. Bütün bunlar mahkemelerin kararlarını tam bir bağımsızlık içinde anayasaya ve kanunlara uygun olarak yerine getirebilmeleri bakımından konmuş hükümlerdir.
Bütün vatandaşların herhangi bir uyuşmazlık konusunda hakimlerin adaletle karar vereceklerine güvenmeleri gerekir. Bütün mahkemelerde hakimlerin arkasına konmuş olan bir levha vardır: Adalet mülkün temelidir. Adalet Bakanlığım sırasında vatandaşlar tarafından daha kolay anlaşılması için “Adalet devletin temelidir“ şeklinde ifade edilmesini istemiştim. Bazı yerlerde buna uyuldu. Fakat “adalet mülkün temelidir” şeklindeki yazılış bugün de devam ediyor. Bununla vurgulanmak istenen bir devletin, hukuk devleti olabilmesi için onun adalet temeli üzerinde kurulmuş olması gerekir. Bu temel üzerinde çalışmalarını yürütmesi gerekir. Bu da yargı bağımsızlığı ile mahkemelerin bağımsızlığı ile hiç kimsenin, kim olursa olsun, hangi görevde bulunursa bulunsun, yargıya talimat vermesini yasaklayan hatta telkinde bulunmasını yasaklayan hükümler getirilmek suretiyle sağlanmak istenmiştir. Ama günümüzde öyle açıklamalar oluyor ki, örneğin anayasa mahkemesine verdiği bir karar hakkında Cumhurbaşkanı “Ben bu kararı tanımıyorum” gibi sözler söyleyebiliyor. Yahut yargıya intikal etmiş bir parti kapatma davasında bir siyasi partinin lideri “bu parti mutlaka kapatılmalı”, “adı mutlaka silinmeli” şeklinde sözler söyleyebiliyor. Bunlar hem anayasa hükümlerine aykırı hem de hukuk devletinin olmazsa olmaz unsuru olarak kabul edilen yargı bağımsızlığına saygı ilkesine ters düşmektedir. Adalet devletin temeli olduğuna göre, bu devlet içerisinde yaşamak istediğimize göre ona saygı göstermek üzerimize düşen görevdir. Toplumda çeşitli nedenlerle ortaya çıkan uyuşmazlıkların barışçıl yöntemlerle çözümü yargı bağımsızlığının tam olarak gerçekleşmesine bağlıdır. Bunu sağlamak hepimizin yargı bağımsızlığına göstereceği saygı ile hem de tüm mahkeme ve hakimlerin buna göre hareket etmesi ile kendilerine verilen bağımsız karar yetkisini anayasaya kanunlara ve vicdani kanaate uygun olarak davranmaları ile gerçekleşir. Anayasa başkanının yaptığı konuşma, bunları vurgulayan güzel hitabetli bir konuşmadır.