Kuşkusuz yeni Dünya düzeni denildiğinde kimsenin aklına Srebrenitza gibi insanlık vahşetleri gelmiyordu! Özellikle Doğu Bloğunun duvarları yıkılınca küresel bütünlük, birlik, beraberlik, insanlığın ortak geleceği bağlamında kulağa hoş gelen binlerce sayfa düşünce kaleme alınmıştı. Ancak milliyetçi ideolojiler ve devletlerarası çıkar ilişkileri gereğinden daha önemsiz bir statüye oturtulmuş olmalı ki tüm kıtalarda birbiri ardından lokal ama insanlık tarihi için kapkara sayfalar oluşturan çatışmalar görülmeye başlandı.
Gerçekte etnik, ekonomik ve siyasi nedenlere bağlı olmakla birlikte zaman zaman özgürlük tandanslı ve terörize dinamikli bir düzlemde devam eden bu çatışmalar, ister Avrupa gibi medeni dünyanın içinde Srebrenitsa’da olsun ister Afrika’nın hiç bilinmeyen Fildişi Sahili, Sudan ve Nijerya ülkelerinde ya da Uzak Doğu’daki Myanmar’da gerçekleşsin, ortaya çıkan çatışmaların etnik ve dini nedenli kimlik politikaları sarmalındaki sorunsalına, günümüzde bile radikal bir çözüm söz konusu olamamış, tüm bu kitlesel vahşetlerin kaba etnik çizgilerin üzerine boca edilen kan kırmızısı dini sosların şok edici görüntüleri bile insanlığı sarsarak bu çatışmalara engel olmayı sağlayacak kurum ve kararların yaratılmasını ortaya çıkaramamıştır.
1995 yılının 15 Temmuz’unda Avrupa sınırları içinde yaşanan katliamdan bu yana 26 yıl geçti. Ondan birkaç yıl önce de 25 Şubat 1992’de Karabağ’da başka bir vahşet başlığı söz konusu idi. Bu katliamlar tarihi nefretlerin ortaya çıkardığı bir perspektif içinde yorumlamak mümkün değildir. Büyük Sırbistan düşüncesindeki Çetniklerin ya da Büyük Ermenistan hayalindeki milliyetçi unsurların planlayarak gerçekleştirdiği birer soykırım olarak tarihe kazınmıştır.
Hocalı’da katliama tanık olan gazetecilerin söylediklerini ne çabuk unuttuk: “Sovyetler Birliği ordusuna bağlı 366. Motorize Piyade Alayının desteğindeki Ermenistan Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen 1300’ün üzerinde Azeri sivilin yakılarak, parçalanarak yok edilmesine tanık oldum. Ermenilerden kurtulmayı başaran yaşlılar, kadınlar, çocuklar tipi altında dağları aşıp Agdam’a geldiklerinde, çoğunun bazı uzuvları donmuştu. Ermeniler ibret olsun diye ihtiyarların yüzleri ve kadınların göğüslerini jiletlerle doğramıştı, birçok bebek kafa derileri yüzülmüş bir şekilde idi. Hocalı ile Agdam arasındaki 12 kilometrelik orman dizi dizi cesetlerle doluydu.’’
Srebrenitza Katliamından 26 yıl sonra bile, Bosna Hersek Kayıpları Araştırma Enstitüsü, toplu mezarlar buluyor ve DNA Analizlerine göre kimliklerini tespit edebildiği kurbanlar için her sene 15 Temmuz’da, Potacari Mezarlığında anma ritüeli gerçekleştiriyor. Yugoslavya’nın dağılması ile başlayan iç çatışmaların karanlığında 1995 yılı başından itibaren, dönemin Sırp Devlet Başkanı Sloban Miloseviç ile Genelkurmay Başkanı Ratko Mladiç’in ortak oluşturdukları katliam planları devreye sokularak 8372 Boşnaklı kardeşimiz katledilmişti. Bu kıyım, içinde Akrepler denilen özel kuvvet birliklerinin de olduğu Sırp Ordusu tarafından gerçekleşti. Cesetleri parçalanıp kemikleri ayrıldı ve sonra da yakıldı. Kimlikleri tespit edilmesin diye yapılan bu vahşetten geriye kalanları 64 toplu mezara gömdüler. Tüm bunlar Avrupa’nın göbeğinde, Birleşmiş Milletler gözetiminde, hümanizmanın doğduğu coğrafya’da, İnsanlığa karşı en büyük vahşet olarak gerçekleşti!
Böylece, Almanların Yahudi, Sırpların Boşnak ve Ermenilerin Azeri soykırımları, dünyanın son 70 yılının siyasi tarihine kara bir sayfa olarak kaydedildi. İnsanlık tarihinde bir daha bu tür vahşetlerin yer almaması tüm ülkelerin ortak sorunudur. Etnik, dini, kültürel, ekonomik ve siyasi orijinli toplumsal çatışmaların ılımlı politikalar üreterek, evrensel hukuk kuraları ve demokrasi zemininde, siyasi katılım ve ekonomik destek programları ile geliştirilerek demografik dinamikler göz ardı edilmeden çözümlenmesi, halihazırda insanlığın geldiği nokta açısından mümkündür. Yoksa ister Fransa, İspanya ve İngiltere özelinde ETA, BASK ve İRA gibi radikal unsurlar isterse Srebrenitza gibi kitlesel soykırımlar olsun hep yaşanacaktır ki bu İnsanlığın kadim geleceğine olan inancımız için en sarsıcı gelişme olarak hepimizi utandıracaktır!
Küresel Yokoluş, sadece iklim değişiklikleri ve habitat daralması gibi gezegenimizin mikro ve makrofizik evrenindeki değişikliklerle olmaz, insanlığı yaratan ahlaki değerlerin çökmesi de buna yol açar. Son noktada insanlığa karşı suçlar ’’ siyasal, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenen’’ suçlardır ve tüm insanları ve Ülkeleri bağlar!