Kremlin Büyücüsü ve demokrasi üzerine

Giuliano da Empoli ismini ilk kez Matteo Renzi İtalya Başbakanı seçilince (2014-2016) duymuştum.”Corriera della Sera” gazetesi, Renzi’nin da Empoli’yi kendisine danışman olarak atadığı haberlerine geniş yer vermişti. Ekonomist bir İtalyan baba ile İsviçreli bir anneden doğan ve hayatını İtalya, İsviçre ile üniversiteyi okuduğu Paris’te geçiren da Empoli’nin Türkiye’de fazla tanınmadığını tahmin ediyorum. Kendisi aslında bir siyaset bilimci profesör.

Çok sayıda bilimsel kitap yazdığı halde onu dünyaya tanıtan “Kremlin Büyücüsü” isimli romanı oldu sayılır.(Le Mage de Kremlin, Gallimard Yayınevi, 1 Ocak 2022, Paris)) Kitap Türkçe de dahil birçok dile çevrilmiş. Roman, Fransız Akademisi tarafından “En Büyük Roman Ödülü”nü kazandı. Ben ABD’nde basılan İngilizcesini (The Wizard of the Kremlin) okudum. Kısaca özetlemek gerekirse romanda, Çar olarak adlandırılan Putin ile başka bir isimle roman kahramanı olan bugünkü danışmanı tüm entrikaları ile anlatılıyor. Putin’in, klasik tarzda bir politikacı ve yine eski taktikleri uygulayan KGB ajanı olmasından bahisle ülkesine ve dünya politikasına nasıl yön verdiği romanın ana teması. Kendisi de danışmanlık yaptığı için analizleri ustaca. Okuyucuyu Kremlin’in korkutucu salonlarına kadar götürmekle kalmıyor kurgu ve komplolara tanık olarak da katılmasını sağlıyor. Da Empoli, “Kremlin Büyücüsü”nde Çar yani Putin’in genişleme stratejisine değinirken Ukrayna’yı işgalinden de bahsediyor.

 

Demokrasi üzerine

Romanla birlikte zihnimde “Putin demokrasisi” diye çelişkili bir kavram oluşuyor. Muhalefet liderini hapse attıran, muhaliflerinin şüpheli ölümleri ile dikkati çeken Putin’in stratejisi aynı yani Rusya’yı eski sınırlarına, şaşaalı dönemine kavuşturmak ama uyguladığı taktikler farklılaşabiliyor. Yakınındaki danışman ve diğer uzmanlar onun amacına ulaşması için kafa yoran, işlerinde liyakat sahibi yetkililer. Bu arada mesleki deneyimimden şunu da eklemeliyim Ruslar görüşmelerde uzun uzun konuşmayı seviyorlar. Tabii bu tür konuşma ve görüşmeler için yeterli araştırma ve bilgi sahibi olmak önemli. Araştırma ve bilgi deyince Türkiye’nin çağdaş deneme yazarlarından Oğuz Demiralp ismi aklıma geliyor. İstanbul’daki yakın çevrem onu tanınmış bir yazar olarak bilirler;diplomat üstelik de üstün yetenekleri haiz olan bir Büyükelçi olduğunu yeni öğrendiler. Yakın zamanda Demiralp tarafından yazılan “Orhan Bey ve Kitapları”(Orhan Bey ve Kitapları, Eleştirel Denemeler, Bir Orhan Pamuk Okurunun Notları Kırmızı Kedi Yayınevi, Mayıs 2018, İstanbul) eserini okudum. Demiralp de da Empoli gibi araştırmanın roman yazarken önemini vurgulamış. Kendi eserlerinde de  ne kadar çok okumuş ve araştırma yapmış olduğu görülüyor.

Siyaset bilimciler demokrasiyi halkın ilerlemesini sağlayan önemli bir yol gösterici olarak da tanımlamaktalar. Bunu ilk öne çıkaran Yunanlı tarihçi Tukidides’in tarih kitaplarında adıgeçen Atina şehrinin İ.Ö. 431’de Başkanı olan ünlü komutan Perikles’in sözleri.  (Tarih/Kitap II, Perikles’in Cenaze konuşması II) O zamanlar Atina’da gelenek olduğu üzere bir savaşta ölenlerin gömüldüğü Kahramanlar Mezarlığında ölen askerleri anmak için şehir başkanları, her yıl cenaze konuşmaları yaparlar ve önemli mesajları halka burada verirlermiş. Bu konuşmasında Perikles, Atina demokrasisinin tüm Yunan şehir devletlerine örnek teşkil etmesi gerektiğini yapılanlara karşı da halkın sessiz kalmaması gerektiğini ifade ederek ilk demokrasi derslerini veren siyasetçi olarak tarihe geçmiş. Perikles’in bu konuşmasını sosyal medyada bulmak mümkün.

Günümüzde ise demokrasi beşiği olarak görülen ABD, Fransa, Hollanda, İsveç ve İngiltere gibi ülkelerde grevler, yüksek suç oranları,  silahlı saldırılar sonucu artık insanlar demokrasiyi sorgular olmuşlar. Aşırı sağın iktidara gelmesi ile sokaktaki siyasetle ilgisiz insanların demokrasiyle ilgileri kalmamıştır denebilir. Günümüzde büyük demokrasi mücadelesi veren, Çin’in Doğu Türkistan da denilen Sincan bölgesinde,  kendi kültürlerini silmek ve Çin’e entegre edilmek istenen Uygur Türkleri artık ümitlerini kaybettiler. 1988’de Urumçi’den Kaşmir’e ( Urumçi, Opal, Turfan, Kaşgar ve Kaşmir sınır bölgesi) kadar olan aynı zamanda İpek Yolu güzergahında seyahat ederken ümit dolu insanların yerinde bugün  Çin yönetiminin uyguladığı soykırım ve baskı rejimi sonucu tam denetiminde yaşayan sessiz bir topluma dönüştüğünü Hong Kong merkezli yayınlardan okuyabiliyorum.

Seçmenler artık klasik siyasi parti seçiminden vazgeçmiş görünüyorlar. İklim değişikliği, yüksek enflasyon, çevre kirliliği, doğanın korunması geçim sıkıntısı artık seçmenleri klasik siyasi partilerden uzaklaştırarak daha yenilikçi partilere veya bunları parti programına koyan partilere doğru yöneltmiştir diyebiliriz. Covid 19 salgını ve sonrasında büyük kayıplar veren insanoğlunun bu seçimi oldukça doğal.

Örneğin İsrail, Başbakan Netanyahu’nun aldığı sert önlemlerle demokrasiden uzaklaşırken 7 Ekim 2023 Hamas saldırısı sonucu iktidarı sallantıda olan Netanyahu kendisine bir can simidi bulmuş sayılır. Meşru müdafaa sınırlarını aşan İsrail’in Gazze işgali ve uyguladığı soykırım artık İsrail’deki seçmenin açıkça tepki vermesine neden olmuştur. Hamas elindeki 136 İsrailli rehinenin akıbeti konusunda Meclis Finans Komisyonunu basan rehine yakınlarının çığlıklarını ve ağır eleştirilerini tüm dünya duydu. Bugün İsrail’deki iktidar ülke tarihindeki en sağcı iktidar. Savaş öncesi Netanyahu’nun yargıda yapmak istediği yargının yetkilerini kısıtlayan kanun teklifi ve halkın tepkisi henüz unutulmadı. Savaşın sona ermesi halinde Netanyahu savaş öncesi de dahil yaptığı tüm mali ve dava konusu yolsuzlukları nedeniyle artık iktidarda kalamayacak görünüyor. Yerine ise Benny Gantz’ın Ulusal Birlik Partisinin İsrail Parlamentosu Knesset’te yarıdan çok sandalye kazanacağına kesin gözüyle bakılıyor.

 

Orta Doğudaki savaş

Orta Doğudaki savaşlar asla ülke sınırlarında kalmayıp yayılma özelliği gösterir konusundaki genel görüş hep doğru çıkıyor. Örneğin 20 yıl önce ABD’nin Irak’ı işgali İran’ın savaş sonrasında bölgede etkinliğine neden olmuş ve terör örgütlerinin bölgede kök salmasını sağlamıştır. Keza Suriye iç savaşı da öyle. ABD’nin kuzey Suriye’deki faaliyetleri terör örgütleri PKK ve YPG’yi desteklemesi Rusya’nın Akdeniz’e inmesine ve Suriye’deki üs sayısını arttırmasına neden olmuştur.

Şimdi ülke dışına yayılan bir diğer savaş ise İsrail Hamas savaşı olmuştur. İran bu savaşla Hamas’a daha önce yaptığı desteği arttırmış bu desteği Lübnan’daki Hizbullah’a da vermiştir. İran, doğrudan ABD ve İsrail ile çatışmaya girmeden dolaylı olarak savaşa müdahil olmuştur diyebiliriz. Keza Kanada, Hollanda, Avustralya ve Bahreyn de dolaylı olarak bu savaşa taraf olmuş sayılırlar: Yemen’deki Hussilerin İsrail’e yardım taşımak için Süveyş Kanalına giren ve çıkan askeri ve sivil gemileri vurmasının ardından ABD ve İngiltere tarafından başlatılan “Poseidon Okçusu” isimli operasyona teknik ve elektronik bilgi sağlayarak yardım eden bu ülkeler de savaşa taraf oldular. Ancak Okçu’nun oklarının hedefe ulaşmadığı anlaşılıyor. Hussiler, kayıp vermelerine rağmen gemileri vurmaya devam ediyorlar. Hussilerin arkasında kim var? Tabii ki İran.

Orta Doğudaki savaşların ülke sınırlarında kalmayacağı çok yerinde bir ifade. Katılmamak mümkün değil.

 

Sonuç:

Tüm bu kaosta Türkiye’nin tarafsız kalması çok önemli. O nedenle İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin 24 Ocak 2024 ziyaretindeki görüşmeler önemli. İran deyip geçmeyelim kuvvetli bir devlet yapısı ve stratejileri olan bir ülke. O nedenle bu ziyaretin zamanlaması da manidar.

23 Ocak 2024’de TBMM tarafından İsveç’in NATO üyeliğine kabul kararı onaylandı. Türkiye bunun karşılığında ABD’den F 16 savunma uçaklarından istemişti. Aslında istenmesi gereken projesine 2,5 milyar Dolar ödediğimiz F 35’ler. 25 Aralık 2024’de ise Biden’ın Kongre’ye yazdığı bir mektupla Türkiye’ye F 16 verilmesini istemesi gündem oldu. Bakalım Rusya buna nasıl bir tepki verecek?

Tüm bunları düşünerek ve görerek ulu önderimiz Atatürk “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek bize çok önceden ışık tutmuş. Bu ışıktan ayrılmayalım derim.