Merkez Bankası rezervleri 142 milyar doları aşarak son zamanların en yüksek seviyesine ulaşmış. Güzel bir haber bu. Güzel ama gerçek ekonomistler farklı şeyler söylüyorlar. Onlara göre de rezervde para yok, hatta eksi 39 milyar dolardaymışız.
Neye inanacağımızı şaşırdık. Şeffaf, sözüne güvenilir bir yönetim olsa mesele yok. Ama her konuda pembe tablolar çizen, farklı şeyler söyleyen, hatta bizleri böyle varlıklı bir ülkede yaşadığımıza dair şüpheye düşüren bir yönetimle yaşıyoruz yıllardır. Paramız var mı yok mu bilemiyoruz. Gelirlere, harcamalara, trafikteki araçlara, lokantalara, mağazalara bakarsanız, bir kesimde para fışkırıyor gibi. Zaten devlet lüks ve şatafatlı yaşamı ile saçıp duruyor paraları. Seçim geldi ya, bol keseden ha bire arttırıyor maaşları.
Gerçek durum nedir, gerçekten paramız var mı bizim? Eğer varsa, bu yoksulluğun, fakirliğin geçim sıkıntısının, ağır enflasyonun sebebi ne? Televizyonlara ve gazetelere bakarsanız, ülke çok mutlu. Uçuyoruz, kalkınıyoruz, büyüme hızında rekora koşuyoruz. Medyanın yüzde 90’ı iktidarın elinde olduğu için milleti mutlu, rahat ve müreffeh yaşıyor sanıyoruz. Öyle gösteriyorlar, hepsi pembe yayın yapıyorlar çünkü. Muhalefetin cılız medyasına da göz atarsanız, Türkiye batmış, bitmiş mahvolmuş. Hangisine inansın millet? Özgür basın olmayınca, doğruları yazanı içeri tıkınca, pembe Türkiye fırtınası kasırga halini alınca, aklından endişeye kapılıyor insan. Duyduklarına mı inansın, gözüyle gördüklerine mi yoksa yaşadıklarına mı?
Madem paramız var, dışarıdan niye para arıyoruz? Paramız yoksa niye bol keseden paralar dağıtıp duruyoruz. Baksanıza ev hanımlarına bile emeklilik getiriyoruz. Unutmuş olabilirler, kahvede işsiz güçsüz oturup pişti oynayanlara da bir maaş bağlayıverseler bari. Asgari ücreti arttırıyoruz, süründürdüğümüz emeklilerin ağzına bir parmak bal çalıyoruz. İyi güzel de aynı gece benzine mazota zam yapınca, her şeyin fiyatı sabaha artıveriyor. Öyle olunca da, yapılan zamlar iki haftada sıfırlanıyor. Bunu görmemek, fark etmemek için kör olmak lazım.
Fırsatçıları da görmezden gelmeyelim. Maaşlar arttı ya hemen sabaha kalmaksızın değişiveriyor etiketler. Dün üçe aldığını bugün beşe alıyorsun. Kontrol yok, karışan yok, görüşen yok nasıl olsa. Serbest piyasa ekonomisini (serbest soygun ekonomisine) çevirdikten sonra ipin ucunu iyice kaçırdık. Şunu unutmamamız lazım. Yönetimler halk gibi yaşamadıkça, onun sorunlarının elbette farkına varamazlar. Bir eli yağda, bir eli balda yaşayan yönetimler, nasıl duysunlar halkın çığlıklarını, nasıl hak versinler? Siyaseti meslek haline getirenler, seçildikten ve yönetim gücünü ellerine geçirdikten sonra, bizden kopuk birileri olup çıkıveriyorlar hemen. Milletin vekillerine ve bürokratlarına bakın, ne demek istediğimi daha kolay anlarsınız.
Diyelim paramız çok, (öyle değil yok ama) biz yine de (var) sayalım. Dünyayı gezen, en zengin ülkeleri gören bir insan olarak böyle bir devlet hovardalığını hiçbir yerde görmedim. O ne lüks ve modern devlet binaları, o ne lüks ve son model makam araçları kalabalığı, o ne çoğu bankamatik hale gelen memur çokluğu? Böyle bir israfa para mı dayanır? Dayanmıyor ki vergi üzerine vergi getiriyorlar, bazı vergileri iki defa alıyorlar.
Basın özgürlüğü tam olsa, demokrasinin tıkalı damarlarından biri açılmış olacak diyoruz. Öyle diyoruz ama demokrasinin can çekiştiğini de hepimiz görüyoruz. İşlevini gereği şekilde yerine getiremeyen bir Parlamento, acıklı durumda bir muhalefet, Anayasa mahkemesi kararlarını bile tanımayan bir yönetim, sesini duyuramayan bir millet… Bu durumda aklımıza estiği gibi yönetiyoruz ülkeyi. Anayasayı çiğnemişiz, kanunları hiçe saymışız umurumuzda bile değil. Milletin vergilerini bize oy verenlere dağıtırsak, nasıl olsa yine rahatça alırız seçimi. Paramız yetmezse, mültecilerin oylarıyla yine kazanırız…
Nereye varacak bu işin sonu çok merak ediyorum. Hepimiz ülkemizi seviyoruz, çoğumuz vatanımıza, toprağımıza, bayrağımıza aşığız. Yıllardır yaptığımız yanlışlar, bizi korktuğumuz noktalara yaklaştırmasa bari. Şimdilik buna duacı olabiliyoruz.