Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV), geçtiğimiz günlerde toplumun nabzını tutan yeni bir rapora göre, Türkiye’de çoğunluk her alandaki radikalleşmeye karşı olduğu gibi, dinci radikalleşmeye de karşı bir tavır sergiliyor. TEPAV’ın 2016 ve 2020 yıllarında yaptığı kapsamlı anketlerde toplum çoğunluğu laik ve demokratik bir toplumda yaşamak istiyor. Bu oran 2016 yılında yüzde 75 düzeyinde iken, 2020 yılında yüzde 81’e yükseliyor. Benzer şekilde katılımcıların çoğunluğu demokratik bir ülkede yaşamaktan memnun olduğunu açıklıyor. Anket sorularına yanıt verenlerin 2016’da yüzde 22’si, 2020’de ise yüzde 17’si şeriat kurallarına göre işleyen bir hukuk sistemini tercih edeceğini açıklıyor. Bunun yanında dinin yaşamlarında önemli bir yer tuttuğunu vurgularken, dini inançlarını yeterince bilmediklerini de itiraf ediyorlar. Bunun yanında Dini otorite olarak kurulmuş olan Diyanete olan güven sadece yüzde 6,47 ve kendini dini otorite olarak göstermek isteyen tarikatlara olan güven ise yüzde 2 de kalıyor. Tarikatlara güven bu kadar az iken şeriat isteyenlerin oranının 2020 yılında yüzde 17 olması gerçekten de ilginç bir durum olarak ortaya çıkıyor. Tarikatlara karşı gözükürken, toplumda şeriat isteyen kesim, bu yöndeki bir yapılanmanın neler getireceğinin bilincinde olmadığını ortaya çıkıyor. Aileden alınan dini eğitim yetersiz bulurken, Milli Eğitim Bakanı, tarikat ve Diyanet destekli, şeriat kültürünü verme gayretindeki son girişimleri ile süreci bizzat kendi üzerine almış bulunuyor. Bu kaotik durumda bazı tespitlerde bulunalım.
Birincisi, tabandaki halk ve ailelerin önemli bir kesimi anlamadığı bir dil ve din içinde ibadet ederken, doğru dini yeterince öğrenemiyor. 13 yüzyılın Türk Sufi geleneğindeki akılla dini bütünleştiren yaklaşım terk edilerek; giderek Arap hurafelerine ve tarikatlarına yönlendiriliyor. Atatürk bu yüzden Kuran’ı Elmalılı Hamdi Yazır Hocaya tercüme ettirdi ve laik bir ülkenin Diyanet İşlerini kurdu. Diğer yandan halkın dini önemli görmekle birlikte inançlarını iyi bilmediklerinin itirafı; geçen yazımda vurguladığım, L. George’un, emperyal güç olarak, Türkiye’yi tarikat üzerinden kontrol etme ve zayıf düşürme girişiminin, kendisi açısından doğru bir tespit; bizim açımızdan bir felaket olduğu Musul’un kaybı ve Doğudaki tarikat bağlantılı İsyanlarda yaşandı.
İkincisi Milli Eğitim Bakanlığı, bu noktada, Arap Hurafeleri destekli tarikat kültürünü toplum tabanında daha ana okullardan itibaren yayma gayreti içine girmiş bulunuyor. Bu durum toplum çoğunluğunun tercihine aykırı olduğu kadar, bilim ve çağdaşlık yerine Arap hurafelerinin dogmalarını genç beyinlere kazıyacak; Türkiye’yi zayıflatmaya, kutuplaşmaya ve klasik bir Orta Doğu Toplumu yapmaya hizmet edecektir. Ayrıca laikliğe karşı girişim olarak anayasal bir suç niteliğindedir.
Üçüncü olarak bu süreci kimler destekliyor diye baktığımızda şunları görüyoruz. Tarikatların kontrolüne girmiş bir Diyanet; güçlendirilmiş tarikatlar ve tarikatları seçim malzemesi olarak kullanan siyaset çevreleri görüyoruz. Ayrıca Türkiye’yi dün olduğu gibi bugün de, kültürel fay hatlarının karşı tarafı olarak gören, Türkiye’yi böl yönet mantığı içinde güçsüz kılmak isteyen emperyal güçler ve BOP projesi yer alıyor.
Yaşanan bu sonuçta kutsal din, siyasi ideoloji düzeyine indirgenerek, araç olarak kullanılması en temel yanlış olarak ortaya çıkıyor. Siyasetin desteği çekildiğinde tarikatlar amaçlarına ulaşamazlar. Tarikatlar da, dini şeriat ideolojisine indirgeyip, halkı biat kültürüne ve Orta çağ karanlığına taşımak amacındalar. Bunun için örgütsel güçlerine, ekonomik güç ile siyasi güç de ekleyip, gücün oto-katalitik yoğunlaşması sonucunda güç zehirlenmesi yaşıyor. Halkı ve toplumu kutuplaşmaya, bölünmeye ve uçuruma sürüklüyor. Siyaset ve Milli Eğitim Bakanlığı tez elden aklı selime dönüp; tarikat ve Arap hurafelerini genç beyinlere kazıma sevdasından dönerek, ülke tarikat badiresinden kurtulduğu gibi, toplumu bir arada, bir bütün olarak tutan laiklik, tehlikeli süreçten korunsun.