Mevcut iktidarın başımıza sardığı İstanbul Kanalı, namı diğer “Canal Stamboul”, adlı bir ucube proje var. Bu projeyi gerçekleştirmeye, inadına, mevcut iktidar pek hevesli. Bir de dünyanın diğer ucundan Amerika Birleşik Devletleri…
Projeye karşı çıkanlar bilimsel verilere ve temel bilgilere dayanarak şu gerçekleri ileri sürüyorlar:
- Karadeniz-Akdeniz arasında halen geçerli gemi trafiği son yıllarda azalma yönünde bir grafik göstermektedir. Yapılmakta olan boru hatları ile bu grafik azalma yönünde bir gelişme gösterecektir.
- Bugün Boğazlardan geçmek isteyen gemilerin ortalama bekleme süreleri (astarya süreleri) 1,5-2 günü geçmemektedir. Yapılması düşünülen İstanbul Kanal’ına gemileri sevk etmek ancak bu astarya maliyetinin altında bir ücret talebi ile mümkün olabilecektir. Hâlbuki uyduruk fizibilite çalışmasına göre düşünülen geçiş ücreti hem bu rakamın çok üstünde olacak hem de bugün Boğazlardan geçen gemi sayısı faraziyeye göre katlanacağından sayının bugün Boğazlardan geçen sayı kadar olacağı varsayımına dayanmaktadır. Tamamen hatalı bir varsayımdır.
- Kanalın enkesiti, hali hazırdaki Boğazın en dar bölgesindeki enkesite kıyasla yüzde 7’si mertebesinde olacaktır. Bu da kanal debisinin artması yönünde doğal zorlama olacağı ve kanalın iç akıntısının çok daha hızlı olacağı sonucunu doğuracaktır. Bu da müteselsilen seyir hız kontrolünü menfi yönde etkileyecek, kaza olma ihtimalini çok arttıracaktır. Olabilecek bir kazanın doğuracağı tıkanıklığın giderilmesi ise çok vakit alacaktır. Süveyş Kanalı’ndaki kazanın doğurduğu tıkanıklığın giderilmesi 2 hafta sürmüştür. Hâlbuki yapılan radar kontrol sistemi ile boğaz trafiği bugün çok güvenli duruma gelmiş ve son 4-5 yıldır hiçbir önemli terslik yaşanmamıştır. Bu nedenle boğazdaki geçişlerin tehlikeli olduğu ve İstanbul Kanalı’nın bu tehlikeyi bertaraf edeceği fantezisi tamamen uyduruktur.
- İstanbul gibi anormal büyüklükteki metropollerin en önemli sorunu aşırı ve kanserli hücreler gibi artmış nüfusun sosyal, ahlakî, günlük hayat, asayiş ve altyapı hizmetleri yönünden medeni bir seviyede yaşatılmasıdır. Bu temel hedeftir. Bu böyle iken İstanbul nüfusuna 1,5-2 milyon bireyin ekleneceğinden iftiharla bahsetmek akla ziyandır ve millete ihanetten başka bir şeyle vasıflandırılması kabil değildir.
- Düşünülen kanalın doğuracağı ekolojik, jeolojik, çevresel, hidrolojik ve oşinografik sorunlar iki köprü, üç tünel yapıp bunları “Ya Allah bismillah” teranesi ile açarak giderilemeyecek önemdedir.
Özellikle Marmara Denizi’nin kirlilik düzeyi taşma noktasına gelmiştir. Durum bardağı taşıracak son damlaya açıktır. Kanal ile Tuna’nın Orta Avrupa’dan taşıyacağı kirli suyun bu son damlayı sağlayacağını aklı başındaki tüm bilim adamları bas bas bağırarak ifade etmektedirler.
- Kanal’ın işletme hesabında yapılan fahiş hatanın daha sunturlusu yatırım hesabında yapılmaktadır. Mevcut İktidar Kanal’ın maliyetinin 75 milyar TL olduğunu ifade etmekte ve bu harcamada milletin cebinden 5 kuruş çıkmayacağı iddiasını ileri sürmektedir. İşin gerçeği bu projenin maliyetinin 75 milyarın en az iki katı olduğu ve bu paranın fakir milletin kesesinden “söke söke” çıkartılacağıdır.
Hiç kimse multitrilyonluk bir projeyi hilal-i ahmer hatırına yapmayacağı gibi borçlandırılarak yapılan projeler (düşünülen yatırımın tümü böyledir) gerçek maliyetlerinin birkaç katı fiyatlar ile gerçekleştirilmektedir.
Gelelim Montrö meselesine… Mevcut İktidar bu kadar yüksek maliyetli ve mahzurlu bir projeyi neden halkın omuzlarına yıkmak hevesindedir? Sadece bu projenin bir takım avaneye rant menfaati sağlayacağı için mi? Bunun tabii ki önemli bir rolü vardır. Ancak, bu maksatla projenin gerçekleşmesi için muazzam bir finansmanın bulunması gerekir. Türkiye’nin bu günkü imajı ile böyle bir finansmanı bulması ise olası değildir.
Peki, mevcut iktidar neye güvenmektedir?