Seçim sonucunda sorumluluk genel başkanların

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, CHP’de belediye başkan adaylarını belirleme süreci, partilerin İzmir adaylarının dengeleri nasıl değiştireceği, Çağlayan Adliyesinde yaşanan terör saldırısı, TÜİK’in Ocak ayı enflasyon verileri, dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye’de artmasının nedenleri,  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tartışmaya neden olan Hatay’daki sözleri konularında açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…

 

*******

GÖZLEM – “Aday seçimi” sürecinde CHP’de “Eskişehir ile başlayan” kriz, İzmir’de patlama yaptı. Gerek Büyükşehir, gerek ilçe belediyelerindeki aday seçimi, usul bakımından da, esas bakımında tepkilere yol açtı ve CHP’de adeta bir “küskünler ordusu” ortaya çıktı. “Başarılı olan başkanların bile değiştirilmesi, aday olarak açıklananların bazılarını kimselerin tanımaması”, ülke çapında “DEM başta, nokta işbirliği için partiler aranır ve pazarlık edilirken, “İzmir’de neden Kılıçdaroğlu döneminin başarılı başkanları tasfiye ediliyor; nokta işbirliğini Kılıçdaroğlu ile yapsalar ya” eleştirileri duyulur oldu. Ne diyorsunuz?

K – Hakikaten de durum özetlediğiniz noktaya geldi. Bu söylediklerinize Lütfü Savaş tercihi ve Antalya Konyaaltı, Mersin Mezitli, Adana Tarsus, Malatya Hekimhan gibi diğer bazı illerdeki haksız ve tepki çeken önemli ilçelerin başkanlarının değiştirilmesi de eklenirse, CHP’nin yerel seçimlerde adaylaştırma süreci ile ilgili sergilediği tablo aşağı yukarı ortaya çıkmış oluyor. İzmir’de “beşli çete” diye ifade edilen gruptan bir işadamına sattığı arsa nedeniyle Kemal Kılıçdaroğlu’nun gözden çıkardığı ifade edilen Karşıyaka belediye başkanının Büyükşehir’e aday gösterilmesi, Bodrum’da yolların ve suların durumu nedeniyle çok ciddi şekilde eleştirilen belediye başkanının Muğla’ya aday gösterilmesi bu tabloya eklenen görüntülerden bazılarını oluşturuyor. Tabii bu tablonun olumlu tarafında da, önceki seçimlere göre bu seçimde başkanlıklara daha çok “genç ve kadın” adayın adaylaştırılması yer alıyor. Özgür Özel değişim hareketiyle Kurultay’da Genel Başkanlığa geldi, ama ilk andan itibaren önceki ekibin Kurultay süreci nedeniyle cezalandırılmayacağı, “değişim sürecindekilere ayrıcalık sağlanmayacağı” mesajı vermişti. Şimdi yakın çevresinin etkili olduğu illerde bazısında önseçim yapmadan, bazısında varlığı ve sonuçları şüpheli anketler ve yoklamaları gerekçe göstererek önemli değişiklikler yaptı ve bu değişiklikler büyük eleştirilere yol açıyor. Konu sadece bu seçim bölgeleriyle de sınırlı kalmıyor. Genel kamuoyunda ve CHP seçmeninde bu düzensizlik, yöntemsizlik ve eleştirilerden dolayı CHP’nin yerel seçimlerde başarılı olamayacağı algısı yerleşmeye başlıyor. Belki hakikaten de CHP’nin ihtiyacı olan, böyle çarpıcı değişikliklerdir. Bunu yerel seçim sonuçları gösterecek. Ancak şu an için Özgür Özel’in yakın çevresine boyun eğerek veya hakikaten de böyle düşünerek çok fazla belediyede başkan değişikliğine gittiği ve bunun da o seçim bölgelerinin çoğunda ve genel olarak CHP tabanında tepkiyle karşılandığı görünüyor. CHP yerel yönetimleriyle, sosyal belediyeciliğiyle ve dolayısıyla başarısıyla övünüyordu. Öyle de bir algı vardı. Şimdi bu kadar değişikliğe giderek aslında kendi eliyle belediyelerinin başarısız olduğu intibaını yaratmış oldu. Bunun sonucu olarak özellikle İyi Parti ve DEM ile işbirliğinin olmadığı bu yerel seçimlerde alınacak kötü sonuçtan bizzat Özel sorumlu tutulacak.

GÖZLEM – İzmir’de CHP’nin içi kaynarken, AKP – MHP Adayı Hamza Dağ, “milletvekili olarak İzmir genelinde vatandaşın sorunlarıyla ilgili ‘sempati toplayan’ çalışmalarını arttırarak, “sessiz ve derinden” önemli ölçülerde yol aldı. Eğer “DEM İzmir’de aday gösterirse”, seçimden galip çıkabileceği tahminleri de, gün gün yapılan kamuoyu yoklamalarına aksetmeye başladı, görüşünüz?

K –DEM’in göstereceği aday tabii önemli. Belki Tunç Soyer kabul etseydi ve DEM’den aday gösterilseydi ya da DEM aday göstermeyip kendisi bağımsız olarak seçimlere girseydi, sadece Kürt yurttaşların değil tepkisel olarak önemli sayıda İzmirli’nin de oyunu alabilirdi. Ancak böyle bir durumda dahi “takiyye” konusunda çağ atlamış bir partinin adayının hele ki İzmir gibi bilinçli seçmenlerin olduğu bir şehirden başkan seçilmesi bana göre çok zor. 2019 seçimlerinde Tunç Soyer oyların yüzde 58,1’ini, AKP’nin adayı Nihat Zeybek ise yüzde 38,7’sini almıştı. Geçen yıl 14 Mayıs’ta yapılan son genel seçimlerde CHP’nin oy oranı yüzde 40,9, AKP artı MHP’nin oy oranı ise yüzde 30,6 oldu. İzmir’de İyi Parti yüzde 11,4, içinde bugünkü DEM’in de bulunduğu Yeşil Sol ittifakı ise yüzde 7,5 oy aldı. İyi Parti ile Yeşil Sol’un oyları CHP’ye eklendiğinde, Tunç Soyer’in 2019 yerel seçimlerinde elde ettiği yüzde 58,1’lik rakama ulaşılıyor. Öte yandan Belediye Başkanlığı seçimlerinde İyi Parti’nin oylarının önemli bölümü CHP’ye gidebilir. Bu durumda CHP ile AKP arasındaki fark yine 15 puana ulaşıyor. DEM’in CHP’den 15 puan çalacak kadar güçlü bir aday çıkarması veya Tunç Soyer’in bir şekilde aday olarak tepkili CHP’den bu kadar oy alması bana göre son noktada çok bilinçli bir seçmen grubuna sahip olan İzmir’de ne kadar olası, bilemiyorum.

GÖZLEM – Yerel Seçim yaklaşırken, art arda gelen terörist saldırılarında “PKK/ PYD / YPG / DAEŞ” derken, ortaya bir de “DHKP – C” çıktı… 2015 yılında da Çağlayan Adliyesini basan bu örtünün iki militanı, Gezi olaylarında ölen Berkin Elvan’ın soruşturmasını yürüten savcıyı rehin almış, sonra da öldürmüş, çatışmada öldürülmüşlerdi. Bu süreç konusunda görüşünüz?

K – DHKP-C çoğu zaman PKK ile de koordineli eylemler yapıyor. Ölen teröristlerden birinin ablasının görüleceği duruşmayı basıp oradaki hakimleri ve belki başkalarını da rehin almayı hedefledikleri anlaşılıyor. Türkiye çok ciddi bir çatışma döneminden geçiyor. Seçimler nedeniyle kutuplaşmalar iyice ortaya çıktı. Ekonomik sorun da eklenince ülkede patlamaya hazır bir ortam var. Hem PKK ve beraberindeki örgütler, hem de IŞID Suriye ve Irak’ın kuzeyinde faaliyet gösteren örgütler. Bunların bölgedeki büyük güçlerle de ilişkilerinin olmadığını düşünmek biraz saflık olur. Dolayısıyla bu büyük ülkeler de, bu örgütleri Türkiye’yi mesaj vermek ve istediğini yaptırmak için kullanıyor olabilir.

GÖZLEM – “Enflasyon rakamlarını açıklayan”, hatta “Halkın hissettiği enflasyonu” bile kamuoyuna duyuran TÜİK, Haziran 2022’den beri 20 aydır “409 ürünün aylık fiyat değişimlerini gösteren enflasyon sepeti ve ortalama madde fiyatları tablosunu” açıklamıyor. TÜİK’e enflasyon sepeti verilerini açıklamamasından dolayı dava açan ve Ankara İdare Mahkemesi’nde görülen davayı kazanan DİSK’in Başkanı Arzu Çerkezoğlu, “TÜİK’in, enflasyon rakamlarını iktidarın direktifleriyle baskılaması, enflasyonu düşük göstermesi, enflasyonu eksik ölçmesi sadece bir istatistiki veri olmanın ötesinde milyonların ekmeğinin, sofrasındaki ekmeğin her gün daha fazla küçülmesine yol açıyor. Yıllardır enflasyonu düşük, yanlış ölçerek milyonların yoksullaşmasına sebep oluyor. Milyonların ekmeğinden çalınıyor” dedi. Siz ne diyorsunuz?

K – Kesinlikle katılıyorum. Üzerine söylenebilecek bir söz yok. Ancak TÜİK rakamlarının inanılır ve doğru olması sadece Türkiye’deki emekçiler için değil, Türkiye’ye yatırım yapmayı düşünecek uluslararası yatırım çevreleri için de önemli. Dolayısıyla Mehmet Şimşek’in, biraz da bu çevrelerin temsilcisi olarak göreve gelmesinden sonra TÜİK rakamları bir nebze “makul inanılabilir” hale geldi. Son olarak yüzde 6,7’lik Ocak ayı enflasyonu, ENAG’ın yüzde 9,38’lik oranına olmasa da İTO’nun yüzde 6,72’lik İstanbul perakende fiyatları artış oranıyla uyumlu.

 

GÖZLEM – TÜİK’in açıkladığı “ocak ayı ve yıllık enflasyon rakamlarını nasıl yorumluyorsunuz? Gelecek için ümit verici mi? Hazine ve Maliye Bakanı ile Merkez Bankası yetkililerinin açıklamalarında anlattıkları “olumlu” tabloya ulaşılabilecek mi?

K – Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası açıklamalarında enflasyonun Mayıs ayında zirveye ulaşacağı ve Haziran ayından itibaren düşüşe geçeceğini belirtiyor. Bir defa enflasyon, fiyatlardaki artış hızı demek. Evet fiyatlardaki artış hızı Mayıs’tan itibaren düşmeye başlayacak. Ama fiyat artışları düşmeyecek. Fiyatlar artmaya devam edecek. Fiyatlardaki artış hızının yani enflasyonun düşecek olmasının nedeni ise ekonomistlerin “baz etkisi” olarak açıkladıkları olay. Enflasyon son 12 ayın fiyat artışlarının birikimli çarpımı olarak hesaplanıyor. 2023’te seçimler nedeniyle iktidar tarafından baskılanan döviz kurunun Haziran 2023’te serbest bırakılmak zorunda kalınması nedeniyle 2023’de Temmuz ayı enflasyonu yüzde 9.49, Ağustos enflasyonu da yüzde 9,09 olmuştu. Şimdi 2024’ünün Temmuz ve Ağustos’undaki bu yüksek aylık enflasyon oranları yıllık enflasyon hesaplamasından “düşecek”. Böylece yıllık enflasyon oranı da matematik gereği düşecek. Çok kaba bir karşılaştırma yapmak açısından 2023 Temmuz ve Ağustos aylarındaki enflasyon oranı aylık yüzde 3 civarında olsaydı, bugünkü yüzde 64,86’lık enflasyon yüzde 43,41 olurdu. Bu basit bir matematik hesabı. Hükümet hesabını 2024 Temmuz ve Ağustos’ta enflasyonun 2023 kadar yüksek olmayacağı üzerine kuruyor. Ancak 31 Mart seçimleri nedeniyle döviz kuru yine iktidar tarafından baskılanıyor. Dolar her gün tesadüf gibi bir kaç kuruş artıyor. Ancak seçim sonrası döviz yine yokluğundan dolayı serbest bırakılmak zorunda kalınırsa, enflasyon oranları iktidarın “ümit” ettiği ölçüde düşmeyebilir. Bu işin bir yanı. Diğer tarafta da

Şubat – Mart – Nisan aylarında aylık enflasyon oranları ne olacak bilmiyoruz. İktidar bu dönemde yerel seçimler nedeniyle parayı bu zamana kadar olduğu gibi kısmak istemeyebilir. Ocak ayının görece yüzde 6,7 ile yüksek çıkan enflasyonu da bunu gösteriyor. Dolayısıyla seçime kadar para çok sıkılmadığı için, seçimden sonra da dövizdeki sıçrayış sonucu maliyetler artacağı için aylık enflasyonlar iktidarın “ümit” ettiğinden yüksek gelebilir.

 

GÖZLEM – Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO), Ocak 2024 ile ilgili açıkladığı rapora göre, FAO Gıda Fiyat Endeksi, Ocak 2024’te Aralık 2023’e (aylık) kıyasla yüzde 1, Ocak 2023’e (yıllık) kıyasla yüzde 10.4 düştü ve gıda fiyatlarında son üç yılın en düşük seviyesi görüldü. Alt endekslerde ise fiyatlar ette yıllık yüzde 1.2, tahıllarda yüzde 18.6, sütte yüzde 17,8 bitkisel yağlarda yüzde 12.8 düştü. Buna karşılık, İstanbul Ticaret Odası’na göre ise Ocak 2024’te gıda fiyatları, perakendede yıllık yüzde 79.65, toptanda da yüzde 63.42 arttı. TÜİK’e göre de Aralık 2023’te gıda fiyatları yıllık bazda TÜFE’ye yüzde 72.01, Yİ-ÜFE’ye göre yüzde 63.75 yükseldi, bu tablonun sebepleri konusunda görüşünüz?

K –FAO fiyat artışlarını Türkiye ile karşılaştırmak için TL’nin değer kaybını hesaba katmak gerekiyor. 1 Amerikan Doları 1 Ocak 2023’de 18.77 liraydı, 1 Ocak 2024’de 29.50 lira oldu. TL’nin değer kaybı bu dönemde yüzde 57,17. Dolayısıyla dolar bazında baktığınızda yıllık gıda fiyatları yüzde 9,45 artmış. Bu da tabii çok yüksek bir oran. FAO Gıda fiyatları yıllık yüzde 10,4 düşerken, Türkiye’de yüzde 9,45 artıyor. Bunun en önemli nedeni Türkiye’de özellikle AKP iktidarından sonra uygulanmaya başlanan liberal tarım politikaları. Üretim maliyetleri artarken, desteklemeler özellikle küçük çaplı çiftçi açısından çok azaldı. Ölçek ekonomisi devreye girdi. Büyükler daha büyüdü, küçük çiftçiler tarımdan çıkmaya başladı. Destek almadığı için fiyat arttırması gereken çiftçiler, ihracat nedeniyle de fiyat arttıramayınca üretimden gittikçe kopmaya başladı. Bu da üretim miktarını azaltırken fiyatları kademeli olarak yükseltti. Son döneme ilişkin diğer bir neden ise enflasyon. Bir defa yüksek enflasyon geleceğe dönük bir belirsizlik yaratıyor. Ticaret yapanlar da bu belirsizlik nedeniyle fiyatları olması gerekenden daha fazla arttırıyorlar. Ayrıca enflasyonun yüksek olması nedeniyle fiyatlandırmada ortaya çıkan karmaşa da bu artışın daha kolay yapılmasını sağlıyor.

 

GÖZLEM – Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı’nın değişimi konusunda, “değişik” açıklamalar yapıldı. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkçe açıklamasında “Önerim doğrultusunda yeni atanacak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı ve ekibine başarılar diliyorum” dedi. İngilizce açıklamasında ise “Olağanüstü bilgi birikimi ve uzmanlığa sahip, saygın bir makroekonomist olan yeni başkan, benim tavsiyem doğrultusunda atanacak” ifadesini kullandı. Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan “Affımı istedim, istifa ettim” derken ve de Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de “benzer açıklamalar yaparken”, Cumhurbaşkanlığının Resmi Gazete’de yayınlanan “yeni başkanın atanması” kararında  “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı (Guvernörü) Hafize Gaye Erkan 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 35 inci maddesi ile 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2’nci maddesi gereğince görevden alınmış ve bu suretle boşalan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanlığına (Guvernörlüğüne), 14/1/1970 tarihli ve 1211 sayılı Kanunun 25 inci maddesi ile 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2,3 ve 7’nci maddeleri gereğince Başkan (Guvernör) Yardımcısı Fatih Karahan atanmıştır” denildi. Bu değişik ve çelişik ifadeler konusunda görüşünüz?

K – Başkan’ın istifa etmeyip de görevden alınması, hem Tayyip Erdoğan’ın, “kendisine bağlı olanların kendi insiyatiflerini kullanmaya haklarının olmayıp onlarla ilgili tasarrufu sadece kendisinin yapabileceğine” dönük yönetim şeklinden dolayı hem de Gaye Erkan’a belirli bir süre daha maaşının ödenmesini sağlamaya dönük. Mehmet Şimşek’in bir süredir Gaye Erkan’dan tarz ve şekil açısından memnun olmadığı konuşuluyordu. Erkan’ın bir aydan fazla sürdüğü anlaşılan Amerika gezisine katılmaması da “anlamlı” bulunmuştu. Son olarak yokluğunda babasının Merkez Bankası idari işlerine karışması ve bunun şekil olarak “çirkin” boyutlara ulaşması, Erkan’ı görevi sürdüremeyecek durumda bıraktı. Zaten Erdoğan, bu olaylarla ilgili “Dedikodular üzerinden bir bardak suda fırtına koparmaya çalışan fitne tüccarlarını kesinlikle umursamıyoruz” dediğinde bana göre Gaye Erkan’ın görevden alınacağı belli olmuştu.

 

GÖZLEM – Cumhurbaşkanı Erdoğan, Antakya’da AKP Hatay İlçe Belediye Başkan Tanıtım Toplantısı’nda “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı” dedi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki de, “Depremzedelere teslim edilen köy evleri” konusunda TV ekranlarında “Şimdiye kadar gidip köy evlerini teslim ettiğim ve misafir olduğum ev sahipleri şunu söylüyor; ‘Allah razı olsun. Bak evimiz yıkıldı’. Eğer ölüler de yoksa ‘Vallahi yıkıldığı iyi olmuş bize mis gibi villa verdiniz’ diyor” dedi. Çok tepki gören bu açıklamalar konusunda Siz ne diyorsunuz?

K – Hatay hakikaten de Erdoğan’ın dediği gibi “garip, mahzun” kaldı. İnşaat Mühendisleri Odası’na göre 6 Şubat depreminde yıkılan her 100 konuttan 38’i Hatay’dayken, tamamlanan her 100 konuttan sadece 5’i Hatay’a yapıldı. Bariz bir haksızlık var. Son dönemde bu söyleme ilişkin çok sayıda örnek var. Mesela AKP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Turgut Altınok, AKP’nin belediye başkanlığını yürüttüğü ilçelerden Mamak’ta sohbet ettiği bir gence “Siz destek vereceksiniz, metronuzu yapacağız. Verecek misiniz destek?” diye sordu. “Maalesef” yanıtını alınca da “O zaman metro yani hizmet istemiyorsun” dedi. Altınok, Ankara’nın Toptancılar Sitesi GİMAT’ta da bir esnafa da “Havaalanından şehir merkezine metrosu olmayan başkent olur mu?” diye sorunca “Havaalanı metrosu 18 yıl önce işleme konulmuş. Beni işi engellemek ilgilendiriyor. 20 yıldır (AKP iktidarında) yapılan ve yapılmayan işleri söyleyin” yanıtını aldı. Hakikaten de Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı sorumluluğunda olan havaalanı metrosu işine bu yıl da göstermelik olarak sadece 3 bin liralık bütçe ayrıldı. Yani iktidar CHP’li belediyelerin yatırımlarına geçit vermiyor. Bunu da belediyelerin yetersizliklerine, beceriksizliklerine bağlamaya çalışıyorlar. Dolayısıyla Erdoğan’ın, Hatay’daki kan dondurucu sözleri, sahadaki bu örneklerle beraber dikkate alındığında ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Erdoğan yerel seçim sürecinde, özellikle tabanını oluşturan veya kendi iktidarına oy verebilecek daha “az entellektüel” kesime şu mesajın “bastıra bastıra” verilmesini istiyor: “Eğer ilinizde, ilçenizde hizmet almak istiyorsanız, bize oy vereceksiniz.” Erdoğan’ın bu ürpertici soğukluktaki sözleri normal insana inanılmaz geliyor olabilir. Ama maalesef benzer mesajların hedef kitlesine iyi ulaştığı defalarca görüldü.