7 Ekim 2023’de Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla başlayan savaş altıncı ayına girdi. Bu sürede Hamas’ın elde ettiği hiçbir şey yok. Aksine İsrail; Gazze’yi yerle bir etti. Çoğunluğu kadın ve çocuk; 31 binden fazla sivili öldürdü, 72 binden fazla sivili yaraladı, 2 milyona yakın insanı sürgün etti ve bölgede hakimiyet sağladı.
İran’ın Lübnan ve Suriye’de desteklediği Hizbullah ile Irak’ta desteklediği İslami Direniş Hareketi İsrail’i durdurmak gerekçesiyle zaman zaman saldırılar gerçekleştirdiler. Bu saldırılar İsrail’i etkilemediği gibi hedeflerini genişletti, önünü açtı. İran’ı, Suriye’yi ve Lübnan’ı her an savaşın içine çekerek savaşı bütün bölgeye yayacak sürece katkıdan başka bir işe yaramadı. Buna paralel olarak Yemen’deki Husi’ler Gazze halkına destek gerekçesiyle Kızıldeniz’de ticaret gemilerine saldırılar düzenledi. Bu saldırılarla uluslararası deniz ticaretini tehlikeye sokarak İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, Yunanistan gibi Avrupa ülkelerinin müdahalelerine zemin hazırladı.
Başından itibaren bütün süreç İsrail’in lehine gelişti. Hamas’ın ateşlediği kıvılcım ve devamında radikal İslamcı örgütlerin eylemleri; İsrail’in “İslamcı terör örgütlerinin saldırısı altında” olduğu algısı yaratılmasına zemin hazırladı. Bu algıdan yararlanan uluslararası toplum; olaylar bu aşamaya gelinceye kadar İsrail’i durduracak ciddi bir tepki göstermedi. Dünyanın en ücra köşesinde bile ABD’nin başını çektiği emperyalist bloğun çıkarına uymayan girişimlerde bulanan ülkelere çok ağır yaptırımlar uygulanırken, İsrail; soykırım derecesinde insanlık suçu işlediği halde hiçbir yaptırıma muhatap edilmedi. Aksine, ABD ile birlikte pek çok Avrupa ülkesi ve ABD güdümündeki bölge ülkeleri İsrail’le askeri ve ticari ilişkilerini geliştirdiler.
Gözlem Gazetesi; savaşın birinci ayında, gelişmelere bakarak; “Hamas’ın ABD ve İsrail’in amacına hizmet ettiği, ABD’nin Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını kalıcı hale getirmek istediği, bu maksatla İsrail’i desteklediği, ilerleyen zamanda Gazze’deki askeri varlığını kalıcı hale getirebileceği, Gazze kıyılarının ABD’nin deniz üsleri için en uygun bölgelerden birisi olduğu” yorumu yapmış, ben de bu konudaki görüşlerimi Gözlem okurlarıyla paylaşmıştım.
Son zamanlarda İngiltere ve İsrail basınında da Hamas’ın İsrail’in amacına hizmet ettiği, bu nedenle İsrail’in Hamas’ı desteklediği, Netenyahu’nun 7 Ekim’deki Hamas saldırısına göz yumduğu ile ilgili haberler çıkmaya başlamıştır.
Günümüzde ABD’nin Gazze halkını Hamas’tan ayrı tuttuğu algısı yaratılmaya çalışılmaktadır. ABD; önce Gazze’ye havadan yardım malzemeleri atmış, ardından 7 Mart’ta, Gazze’de “insani yardım” genişletme ve bu maksatla bir liman inşa etme, bunun için 35 milyon dolarlık yatırım yapma kararı almıştır. Bu limanın bitişiğinde bir de hava alanı inşa edileceği söylenmektedir. Bu kararın açıklanmasından bir-iki gün sonra ABD’den Gazze’ye 4 bin kişilik bir askeri güç yola çıkarılmıştır. Bu kadar kısa sürede uygulamaya geçilmesi de gösteriyor ki bu karar çok önceden alınmıştır.
Aynı günlerde İsrail’in“Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) bölgesinde bir liman satın almak istediği, bunun için 140 milyon dolar harcayacağı, Rum yönetiminin buna olumlu baktığı” basına yansımıştır. İsrail; bu limanda, Gazze’deki ABD limanına gönderilecek yardım malzemelerinin kontrolünü yapacağını söylemektedir. Aynı günlerde Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler Barış Gücü Misyon Şefi Colin Stewart, KKTC ve GKRY liderlerine hitaben “Kıbrıs’ta tekrar birleşme olmalı ya şimdi ya asla” ifadelerini kullanmıştır.
Bence insani yardımla ilgili öne sürülen gerekçelerin tamamı algıya yöneliktir. Asıl maksat Doğu Akdeniz’de ABD askeri gücünün ve hakimiyetinin kalıcı hale getirilmesidir. Öyle görünüyor ki; her şey önceden planlanmıştır ve günümüzde planın ikinci aşamasına geçilmiştir. Bu planlarda Kıbrıs da vardır. Bu durumda Türkiye’nin Ege’den sonra Kıbrıs’taki etkisi de ortadan kaldırılacaktır. ABD; Irak, Suriye ve Ege ve Batı Trakya’daki (Dedeağaç) askeri güçlerini bir de Doğu Akdeniz’de üs kurarak güçlendirecek, böylece Ortadoğu, Ege ve Doğu Akdeniz’de tam hakimiyet oluşturacaktır.1’nci Dünya Savaşı ve sonrasında İngiltere’nin öncülük ettiği, “Şark Meselesi” olarak adlandırılan; halkları bölme, toprakları parçalama ve Ortadoğu’da istikrarsızlığı sürekli kılma projesinin günümüzdeki versiyonu ABD ve ortakları eliyle uygulamaya konmuştur.
Bölgemizde bunlar olurken yöneticilerimizin kararlı ve etkili tavır almak yerine “Her kim İsrail’e karşı hiçbir şey yapmıyorlar diyorsa kul hakkına giriyorlar” diyerek inanç değerlerimizle ikna yöntemini tercih etmesi, “Ben 15 yıl önce ‘van minüt’ diyerek nerede duruyorsam bugün de aynı yerde duruyorum” diyerek kararlılık gösterisi yapması soruna çözüm olmayacaktır. Çözüm; Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta ve Ege’de hak ve menfaatlerimizin somut girişimlerle korunmasıdır. Bunun yanında “Hamas terör örgütü değil, topraklarını koruyan mücahitlerdir” söylemiyle ABD ve İsrail’in karşısında duruyor gibi görünmek“Hamas’ın ABD ve İsrail’in aparatı olmadığı” algısı yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır diye değerlendiriyorum.
Bölgemizdeki gelişmeler; bölge ülkelerini savaşın içine çekecek, ülkemizin de (ateş çemberinin ortasındaki bir NATO üyesi olarak) bu savaşa ön saflarda müdahil olmasına yol açacak gelişmelerdir. ABD’nin Suriye’ye müdahalesi, o dönemde hükümetimizin ABD’ye verdiği desteğin sonuçları, PKK ve uzantılarının Suriye’deki kazanımları, ülkemize yerleştirilen milyonlarca mülteci ve bütün bunların toprak bütünlüğümüze, demografik yapımıza, huzur ve güvenliğimize olumsuz etkileri de düşünülerek bundan sonra atılacak adımlar çok iyi hesaplanmalıdır. Yönetimlerin başarısı; attıkları hamasi nutuklarla değil, vatanın ve milletin somut ve gerçekçi önlemlerle her türlü tehdit ve tehlikeden korunmasıyla ölçülmelidir. İkinci Dünya Savaşında rahmetli İsmet İnönü’nün ülkemizi savaşa sokmamaktaki kararlı duruşu örnek alınmalıdır. Emperyalist ülkelerin çıkarına davranmanın; birlik-beraberliğimize, vatanımızın bütünlüğüne hiçbir katkısı olmayacak, onlara ülkemizdeki hedeflerine ulaşma konusunda destek ve cesaret verecektir.