Son yüzyılda daha hızlı olmak üzere neredeyse beş yüzyıldır insanın ortalama yaşam süresi artıyor. Ancak son elli yılda bu yükselme ivmesi düşmekte, çünkü yaşla beraber ortaya çıkan kanser türü hastalıklar ile mikroorganizmaların yaptığı enfeksiyonlar ciddi sayıda insanın yaşamına son veriyor.
Elbette bilim insanları var güçleri ile bu sorunlarla baş etmeye çalışıyor. Bunu son pandemide gördük, pandemi etkeni SARS-CoV-2 virüsüne karşı, çalışmalarını yaptıkları mRNA tekniğini uygulayarak, normalde on yılları alacak aşı çalışmalarını bir yıldan kısa sürede başaran BioNTech kurucuları Uğur Şahin ve Özlem Türeci güzel bir örnek olarak karşımızda duruyor. Kendileri ile gurur duyduğumuz bu iki Türk, şimdilerde orijinal çalışmalarına geri dönmüş durumdalar: mRNA tabanlı kanser aşılarına. Profesör Dr. Uğur Şahin, ilk m RNA tabanlı kanser aşılarının 2030’dan önce insanlığa sunacaklarını açıkladı. Amaçları her hastaya özel kanser aşısı gerçekleştirmek. Ayrıca, buna paralel yaptıkları bir başka çalışmada da antikor-ilaç konjugatları (ADC) ile klasik kemoterapi yerine hedefe yönelik kemoterapi konusunda devrim yaratacak sonuçlara yol açacakları umudundalar. ADC’ler bir tür kemoterapiyi taşıyan antikorlar ve kanda dolaşarak hedef tümöre ulaşıp, tümör için gönderilen ilacı serbest bırakıyorlar. Böylece tedavi tam yapılarak yan etkinin minimum olduğu bir tedavi başarılmış oluyor.
Bu kapsamda, Münih’teki Helmholtz Doku Mühendisliği ve Rejeneratif Tıp Enstitüsü (iTERM) Direktörü bir başka Türk olan Prof. Dr. Ali Ertürk’ün buluşu bilim dünyasını sarstı! DISCO adını verdiği doku şeffaflığı teknolojisini icat ederek, geçen haftalarda bir fareyi saydam hale getirdi ve farenin tüm hücre ve hücre içi moleküllerini görüntülemeyi başardı! Organların ve hücrelerin şeffaflaşması, sadece onların anormal hale gelip hastalığa maruz kalmalarının en erken ve hızlı tespit edilmesini sağlamıyor, ayrıca hücrelerin bugüne kadar bilinmeyen fonksiyonlarını da keşfetmemize yol açıyor. Yani artık vücut, tek tek hücre bazında taranıp hastalıklı olanlar ayrılabilir, ya da hasarlı organ mimarı haritaları çıkarılarak organik 3D yazıcılar ya da kök hücreler aracılığı ile oluşturulmuş organlar ile değiştirilebilir. Hâlihazırda, günümüz bilimi, organların haritalarını tam bir yetkinlikle çıkarmış durumda. Artık iş, sadece 3D Organik yazıcı çalışmalarının başarılı bir şekilde sonuçlanmasına kaldı! Sonrası grip ya da nezle tanısı konur gibi kanser ve diğer hastalıkların tanılarının konulabileceği, sonrasında da tedavilerinin yapılabileceği sonsuz bir yaşam!
Ali Ertürk,1980 doğumlu ve dünyada ”Doku Mühendisliği’ ‘kavramı, O henüz 13 yaşında bir çocuk iken 1993 yılında telaffuz edilmeye başlandı. Bu bilim dalını literatüre sokan iki bilim adamı olan Dr. R. Langer ve Dr. JP Vacanti, doku mühendisliğini ”tüm bilim dalları ve mühendislik ilkelerini, hücre, doku ve organ işlevlerini korumak, onarmak ve geliştirmek amacı ile biyolojik ikame süreçlerini uygulayan multidispliner bir alan” olarak tanımladı. Çalışmalarında doğal ya da sentetik orijinli biyomalzemeler kullanan bilim adamları, bunları yeni hücre, doku ve organ oluşturulması sürecinde başarı ile kullandı. Artık doğal malzemeler, başta insan olmak üzere tüm canlıların hücre ve organ dahil tüm fonksiyonlarını yerine getirmek ya da destek olmak için kullanılabilecek bir yapı olma özelliğini çoktan kazanmış durumdalar ve artık doku mühendisliğinin temel çalışma konusu konumundalar. Gelinen noktada, üç boyutlu biyomalzemeler, hem hücreler için bir iskelet hem de fonksiyonlarını yerine getiren kimyasal ve biyolojik yapı taşları.
Tıp özellikle, klinik olarak şimdilik doğumsal malformasyonlar, kalıtsal ya da sonradan oluşan rahatsızlıklar nedeni ile meydana gelen doku-organ yetmezlikleri ile travmalara bağlı doku ve organ kayıplarında ve tabii ki kanser gibi hastalıklar karşısında ortaya çıkan çaresizliğini, doku mühendisliği ile yok edecek gibi görünüyor. Bunlara rejeneratif tıp gibi hücre, doku ve organlarının bozulan işlevlerini onararak ya da yenileyerek tekrar kazandıran translasyonel bilim alanlarını da ilave edebiliriz.
Bu çalışmaların üzerine kök hücre ile ilgili çok ilerlemiş gelişmelerin eklenmesi söz konusu. Geleceğin tıbbını yeniden tanımlayacak ”genetik mühendisliği ve DNA rekombinant teknolojisi” ile MEMBS denen uzaktan erişimli tıbbi modüller kapsamında mikroelektromekano biyolojik sistemlerden önceki makalelerimde bahsetmiştim. Artık tıp doktorluğundan tıp mühendisliğine giden bir yolun ilk basamaklarını geride bırakıyoruz.
Ne mutlu ki, Prof. Dr. Uğur Şahin ve Prof. Dr. Ali Ertürk gibi bu yola kaldırım taşlarını döşeyen bilim insanları arasında gururla takip ettiğimiz yurttaşlarımız var. Prof. Ali Ertürk’ün de belirttiği gibi, bilim, dünyadaki yüzlerce laboratuvarda bulunan binlerce bilim insanının yaptığı çalışmalar ile her sene bine katlanarak büyüyor, şimdi de yapay zekanın katkısı ile milyona katlanabilecek bir geleceğe adım atıyoruz ve hayat birçok fırsatlarla dolu.
Bu makaleyi okuyan okuyucularımız, Ali Öztürk gibi bilim insanları sayesinde yüz yıllık ömrü garantilemiş olabilir! Bu vesile ile meslektaşlarımın tıp bayramını kutlarım.