Dar gelirli daha çok kemer sıkacak

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimler, yaşlanan ve fakirleşen nüfus, Merkez Bankası’nın kredi kartları, kredili mevduat hesapları ve faiz adımları, dizginlenemeyen yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, vatandaşların hayat pahalılığına karşı hükümet üyelerine yönelik eleştirileri, Bingöl’de AKP yöneticilerinin okulları ziyaret ederek öğretmenler ve velilerden oy istemesi, olaylı Trabzonspor ve Fenerbahçe maçı konularında açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…

 

GÖZLEM – 31 Mart seçiminin son haftasına gireceğiz. Sizce “Türkiye genelinde, İstanbul / Ankara / İzmir / Adana / Mersin / Antalya / Antakya / Bursa gibi “kritik” büyük kent seçimlerde, sandıktan çıkacak sonuçlar nasıl olacak?

K – İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Mersin’i CHP alacak. Antalya ve Hatay’ı kaybedecek gibi gözüküyor. Bursa çok yakın ama İyi Parti’nin varlığı AKP’nin işini kolaylaştıracak. Bunlara Eskişehir’i de eklemek lazım. CHP’nin Eskişehir’i alacağını ama ciddi oy kaybına uğrayacağını düşünüyorum. Aynı oy kaybı kesinlikle İzmir, Adana ve Mersin için de geçerli olacak. İlçelere gelince yine Ankara Çankaya, Antalya Konyaaltı, Mersin Mezitli CHP’de kalacak ama oy kaybına uğrayacak ilçeler. Tarsus kaybedilir. İzmir’de mevcut 23 ilçe belediyesinin sayısı düşer, İstanbul’da CHP elinde olan 14 ilçe belediyesinin büyük kısmını tutar ama hedeflediği 28 ilçe rakamına ulaşamaz. Ankara’da ise Mansur Yavaş’ın adaylarını kendi eliyle belirlediği Gölbaşı ve Keçiören’i alması zor. Mamak ve Etimesgut bıçak sırtında gidiyor. Etimesgut’u alır, Mamak’ı alamaz diyorum. Polatlı da zor gözüküyor. Bu ilçelerin alınması büyük başarı olur. Ankara’da büyük bir başarı Mansur Yavaş’ı, eğer o zamana kadar Türkiye gündeminde “büyük” değişiklikler olmazsa, 2028’de Cumhurbaşkanlığı adaylığı koltuğuna oturtur. İmamoğlu daha partizan, merkezden ve Kürt seçmenden oy alır ama Cumhurbaşkanlığı adaylığını onun için daha çetrefilli görüyorum.

 

GÖZLEM – Birleşmiş Milletler açıkladı, “Türkiye gittikçe yaşlanıyor” diye… Sadece yaşlanmak mı, devletin kurumlarının resmi açıklamaları bile, “gittikçe yaşlanan Türkiye’nin gittikçe fakirleştiğini” de ortaya koyuyor… Asgari ücretle, emekli maaşlarıyla, yaşayabilmek mümkün mü? Vergilerden toplanan para geçen yıla göre yüzde yüzün üzerinde olduğu halde, bütçe açığının yaptığı zirvenin, “Emekliye yok / zengine çok” başlıklı haberlerle ilgili olduğu ve “israfın önlenemediği” tartışmalarını gündeme getiriyor. Ortada olan acı bir gerçek var ki, “rakamlar” inkar edemiyor; fakirleşen Türkiye’de “orta sınıf” kalmadı; ya “zengin, ya fakir var” artık… Ne var ki, “Ana Muhalefet”, bu acı tabloyu “rakamlarla, örneklerle, maalesef Flash TV’de hafta içinde sabahları yayınlanan ‘Gerçek Gündem’ programının hazırlayıcısı ve anlatıcısı olan Yılmaz Tunca kadar bile” anlatamıyor, seçmene… Kurultay’da başlayan zafiyet, yerel seçim aday tespitlerindeki krizlere kadar uzanınca, ortaya çıkan “parti içi sorunlar” yüzünden, “Türkiye’nin içine düştüğü hayat pahalılığı kuyusunun, iktidarı yerel seçimlerde açık ara mağlubiyete sürükleyeceği” ortada iken, “bu büyük kozdan yeterli şekilde yararlanılamadığı” eleştirilerini de gündeme getirdi. A) “Türkiye’nin içine düştüğü durum” ve de B) “CHP’nin, bu durumu seçim öncesi gerektiği şekilde kullanamadığı” iddiaları konusunda görüşünüz?

K – Ekonomik krizin Türkiye’yi içine soktuğu durum ortada. Cumhurbaşkanı Erdoğan bile sanki bu işin sorumlusu enflasyonu hortlatan “Faiz sebeptir, enflasyon neticedir” teorisiyle kendisi değilmiş gibi “Bugün de hayat pahalılığıyla ve onun bir sonucu olan sabit gelirli insanlarımızın refah kaybıyla sınanıyoruz” itirafında bulunuyor. Ancak muhalefet bu “kriz” durumunu seçmenin kararıyla çok daha doğrudan ilişkili olan genel seçimlerde bile kullanamadı. Yapılan stratejik hatalar nedeniyle seçimi kaybetti. Şimdi yerel seçimlerde tabii ki “ekonomik kriz” seçmen kararında çok belirleyici konulardan birisi. Ancak genel seçimdeki gibi “en belirleyici konu” değil. Yerel seçimde “adayların kim olduğu” ve “yerel sorunlar” ekonomik kriz kadar önemli. CHP Genel Başkanı Özgür Özel son dönemde “ekonomik krizi” emekliler üzerinden işlemeye ve mitinglerine emeklileri toplayıp ekonomik krize onlar üzerinden dikkat çekmeye çalışıyor. Hatta Trabzon mitinginde, CHP’nin tekrar kazanmayı hedeflediği merkez ilçesi Ortahisar ile ilgili sarfettiği “Ahmet Kaya Ortahisar belediye başkanı olsun Ekrem İmamoğlu buraya yağdıracak” ifadeleriyle bir “çıkar düzeni” kurgulamayı hedeflediğini de ortaya koyuyor. Türkiye’de 16 milyon emekli var. Bunların önemli kısmının maaşı 10 bin lira ile 17 bin liralık asgari ücretin, 19 bin liralık açlık sınırının oldukça altında. Ancak bu kesim yaşları gereği görece daha tutucu ve bu zamana kadar iktidara Türkiye’deki genel seçim sonuçlarından daha yüksek oranda oy vermiş bir seçmen kitlesini oluşturuyor. Özel, bu kesimi emekli maaşı üzerinden ekonomik kriz ile ilişkilendirip, bu ilişkiyi diğer dar gelirli kesimlere de mal ederek bunu oya çevirirse büyük başarı sağlamış olacak. Ben bu konudaki strataji ve niyeti doğru görmekle birlikte “etkinin” beklendiği kadar yüksek seyretmediğini gözlemliyorum.

 

GÖZLEM – Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), “ilave sıkılaştırma adımları” kapsamında iki yeni karar aldı. “Kredi kartı ve kredili mevduat hesaplarından nakit çekim işlemlerinde faiz oranı ihtiyaç kredisi faiz oranıyla ‘uyumlu’ seviyeye” yükseltildi. Kararla birlikte, ihtiyaç kredisi ile nakit avans faiz oranları eşitlendi. Hesaplanan aylık azami akdi faiz oranı yüzde 4,42’den yüzde 5’e çıkarıldı. Bunun da üzerine beklenmedik bir şekilde politika faizini 5 puan birden arttırıp yüzde 50’ye çıkardı. 3 puanlık marjla da yüzde 53’e kadar çıkarma yetkisi aldı. Bu kararlar neden alındı ve “trilyonu aşan kart borcuna düşenlerin yaşadığı” bir ülkede, “bu kararlar” vatandaşın lehine mi, aleyhine mi olacak?

K – Özellikle seçim sonrasında enflasyonun, dövizin serbest bırakılmasının da etkisiyle sıçrayacağı bekleniyordu. Bu nedenle vadeli borçlanma sadece dar gelirli ve geçinme zorluğu yaşayan kesimlerin değil diğer kesimlerin de daha kolay ve “akıllı” harcama yapması için başvurdukları bir yöntemdi. Şimdi ekonomi yönetimi kredi kararıyla bu “harcama imkanını” kısıtlamaya ve böylelikle talebi frenleyip enflasyondaki artışı durdurmaya çalışıyor. Bu; trafik kazalarını trafiğe araç çıkartılmasını kısıtlayarak önlemeyi hedeflemeye benziyor. Araç olmazsa kaza da olmaz. Dolaşımda dönen para olmazsa enflasyon da olmaz. Kabaca genel mantık bu. Hem kredi kararı, hem de faiz artışı, geçinmek için borçlanmak zorunda olan vatandaş açısından olumsuz bir karar. Ticaret, esnaf açısından çok olumsuz. Para dönmezse, bankada kalırsa ciro azalır, karlılık azalır. Suyun altında kalanlar nasıl çarkı döndürecekler? Büyük bir memnuniyetsizlik yaratacak ama seçimden sonra kimin umurunda? Merkez Bankası’nın politika faizi ile ilgili aldığı beklenmedik artış kararı biraz da bu seçim sonrası dövize dönük baskının azalmasını ve harcamaların şimdiden kısılmasını hedefliyor. Yüzde 50 veya 53’lük politika faizi olduğu gibi mevduat faizlerine yansıyacak olsa bile Şubat ayında resmi rakamlarla yüzde 67 olan ve gerçek rakamı bunun çok daha üzerinde olduğu bilinip artacağı da tahmin edilen enflasyonun yine de çok altında kalıyor. Dolayısıyla tek başına sadece “geçici bir etkisi olacağını” ancak bir süre sonra dövize ve diğer yatırım araçlarına yönelişin devam edeceğini öngörüyorum. Gerçek enflasyonun en az 20-30 puan altında mevduat faizi verirken, yani paranızı bankaya koyduğunuzda her geçen gün değer yitirdiğini seyrederken, faizler 50 olmuş, 55 olmuş, bunun dövize yönelişi kesmede büyük bir etkisi olacağını beklemiyorum. Şunu iyi görmek gerekiyor. Kral çıplak! Merkez Bankası’nın politika faizi enflasyonun bu kadar altında olduğu sürece dövize ve diğer alternatif yatırım araçlarına yöneliş engellenemez. Dolayısıyla enflasyonist baskılar sürekli gündemde kalır.

 

GÖZLEM – Bol bol “Olacak, bitecek, biraz sabır” açıklamalarına rağmen Enflasyon durdurulamıyor, Dolar’ın artışı sürüyor… Ve de “vatandaşın umutlarını kıran ‘mutfak yangınına ilaveten’ benzine, motorine durmadan zam” geliyor. 45 litrelik bir araba deposunu doldurmanın maliyeti 1.962 TL’ye ulaştı. Geçen sene 924 TL’ye dolan araba deposuna bir yılda 1.038 TL zam geldi. Brent petrol fiyatları 1 yılda yüzde 18 artarken, bazı Avrupa ülkelerinde fiyatlar geçen yıla göre gerilerken, Türkiye’de akaryakıt fiyatlarındaki yıllık artış yüzde 112’yi buldu. Ne olacak bu gidişin sonu?

K – Akaryakıt fiyatlarına gelen zamda, hem önceki dönemlerde bu zamları görece az tutmaya çalışarak vatandaşın seçimler öncesi memnuniyetsizliğini engelleme hedefi vardı. Şimdi bütçe artık daha fazlasına müsaade edemez oldu ki, akaryakıta yapılan zamlarla vergi gelirlerinin arttırılması ve harcamanın düşürülüp enflasyonun kısmen de olsa kontrol altına alınması arzulanıyor. Ancak bu gidişin sonu, seçimden sonra mecburen döviz kurlarının görece serbest kalmasıyla artması ve bu nedenle akaryakıta yeni zamların kaçınılmaz olmasını gerektirecek. Birinci etki harcamalar azalacak, özellikle dar gelirli kesim şimdikinden de çok kemer sıkmak zorunda kalacak. Bu geniş kitlelere bağlı esnaf başta olmak üzere özel sektör büyük sıkıntıya girecek. Belki işten çıkarmalar bu sıkıntıları katlayacak. Dövize bağlı gıda, ulaşım gibi çok temel kalemler pahalanacağı için geçim derdi had safhaya ulaşacak. Ama 2028’e kadar bir seçim yok. İktidarın düşüncesi “Türk milleti bu sıkıntıları da çeker, geçiş sürecinde çok gerekirse orada burada müdahaleler yaparız. 2026’yı da bu şekilde geçer sonra seçim sürecine düşmüş enflasyon ile giriş yaparız” şeklinde.

 

GÖZLEM – Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki’nin de katılımıyla İzmit Sekbanlı-Sepetçi’de TOKİ konutlarının anahtar teslim töreninde bir hak sahibi, “bu hayat pahalılığında hem aidat hem de kira ödediklerini ve mağdur olduklarını” anlatarak TOKİ Başkanı Ömer Bulut’a tepki gösterdi. O da “bakanın önünde” vatandaşa “yumruk karışığı” bir tokat attı. Görüşünüz?

K – Tabii bu bir taraftan devletin içine düştüğü durumu ortaya koyan bir davranış. En üst düzeydeki bir bürokratın bu seviyedeki davranışı sonuçta bu iktidarın devleti düşürdüğü seviyeyi de ortaya koyuyor. ODTÜ İnşaat mezunu, kariyerinin başından beri önce İller Bankası’nda sonra TOKİ’de çalışmış bir teknokrat ve bürokrat bu seviyelere düşmüş. Öte yandan o vatandaşı bulup kapsamlı bir söyleşi yapmak gerek. Önceki seçimlerde hangi partiye oy vermiş, şimdi ne yapacak? Kronik bir “muhalif” mi yoksa hakikaten geçim sıkıntısı çeken bir AKP’li mi?

 

GÖZLEM – AKP, seçimleri kazanmak için “Olmaz, olmaz” diyerek “atılmaması gereken adımları da atmaya” devam ediyor. Bingöl’de belediye ile AKP il ve ilçe başkanlarının ve belediye başkan adaylarının da aralarında bulunduğu bir grupla, altı ortaokul ve liseyi ziyaret ederek projelerini anlattılar ve öğretmenler ile velilerden oy istediler. Hani, kışlaya ve okula siyaset girmezdi?

K – “Kışlaya ve Okul’a siyaset girmez” anlayışı Atatürk’ün çizdiği Cumhuriyetçi, laik anlayışın bir özetidir. Bu ekip Atatürk’ün tam tersine gerici, şeriatçı bir ekip ve tüm milletin başı olması gereken Cumhurbaşkanı’nın bu kadar taraf olduğu bir ortamda alttakilerin daha farklı olması beklenemez. Beklenememesi sadece kendileriyle ilgili değil, zaten bu seçim stratejilerini ve yapılacakları bizzat belirleyen hiç şüphesiz Cumhurbaşkanı’nın kendisi. Şaşılacak bir şey yok. Ama “Türk’ün aklı geç gelir”, ben Türk milletinin “sağduyulu” olduğuna ve bir noktada artık yavaş yavaş bu gidişe “dur” diyeceğine inanıyorum.

 

GÖZLEM – Trabzon’daki Trabzonspor – Fenerbahçe maçında olan ve bizi bütün dünyada yüz kızartıcı bir duruma düşüren şiddet olayı hakkında görüşünüz? Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, “nedeni tam anlaşılamayan” bir sebep ile “Küme düşmeyi de göze alarak, Ligden çekilmeyi bile düşündüklerini” açıkladı. Nisan başında “karar için” genel kurulu topluyorlar, görüşünüz?

K – Kaos zamanında kontrol altına alınmazsa katlanarak yayılır. Ankaragücü başkanı sahaya inip aynı hakeme yumruk attığında, İstanbulspor başkanı takımını sahadan çektiğinde, “oy” kaygısı nedeniyle bu kulüplere “hak etikleri” kümeden düşürülmeye kadar gidecek cezalar verilmediği için, şimdi bundan cesaret bulanlar “tepkilerini” iyice arttırmaya başladılar. Bu tepkiler sadece “eylemleri işleyenler” açısından değil, “Fenerbahçe’yi ligden çekip ikinci lige indirmeyi” düşünecek kadar “uçuk” seçenekleri masaya koyanlar açısından da geçerli oluyor. Ali Koç gibi ana akımın, gerçek Cumhuriyet’in, Atatürk düzeninin savunucusu olan bir başkanın Fenerbahçe’yi ve dolayısıyla Atatürkçü düzeni “marjinal” bir hale çekecek, marjinalmiş gibi gösterecek, adeta mücadeleden vazgeçmiş havası yaratacak bir seçeneği ciddi ciddi gündeme getirmesi kabul edilemez. Bunda biraz Ali Koç’un da uzun zamandır şampiyon olamamış olmanın verdiği ruh halinin etkili olduğunu düşünüyorum. Ancak sonuçta aklı başta Koç olmak üzere Fenerbahçe camiasının sağduyu ile Lige devam etme ve çok da yaklaştıkları şampiyonluk hedefini kovalama kararını vereceklerini düşünüyorum. Ankaragücü’nü, Trabzon’u Lig’den düşürseler bunun sorumlusu direkt olarak iktidarın başındaki Erdoğan olarak görülür. Ancak Fenerbahçe ikinci lige inme kararı verirse, uygulamanın nasıl olacağını ve diğer konuları bir tarafa bırakıyorum, bunun sorumlusu Ali Koç olur, bilakis bu durumdan da iktidar puan toplar.

 

GÖZLEM – Gazetelerden iki haber; “İran’da yasa dışı bahis oynatan kara para aklayışı için Türkiye’ye gelen mafya babası… İzmir’de yakalandı. /  Sarıyer Maslak’ta bir kafeteryanın önünde 3 Türk uyruklu İsveç vatandaşıyla bir başka Türk uyruklu İsveç vatandaşı arasında silahlı çatışma çıktı. 3’lü grup, 26 yaşındaki Mazlum’u öldürüp kaçtılar. Hadi ülkemizde hemen her hafta birkaç “çete çökertiliyor, babalar ve çete üyeleri hapse gönderiliyor, ama… Yabancı mafya babalarının da Türkiye’yi mesken seçtikleri anlaşılıyor, ülkemiz “onların savaştığı, cinayetler işlediği” bir ülke oldu. 15 milyondan fazla “büyük çoğunluğu kaçak olan göçmenin yaşadığı da ortada. Ne diyorsunuz?

K – Her etki tepkisini de beraberinde getiriyor. Türkiye bu duruma bu iktidarın o ve bu nedenlerle “para girişi” sağlama amacıyla düştü. İşin ayarı kaçtı. Bu özelde yabancı mafyanın Türkiye’yi mekan edinmesi, genelde göçmen, sığınmacı ve yeni vatandaşların yarattığı sorunlar Türkiye’nin başını gelecek yıllarda maalesef gittikçe daha fazla ağrıtacak. Bu konuda küçük de olsa bir teselli, yeni İçişleri Bakanı’nın bu konulara dönük attığı adımlar. Umarım özellikle böyle ülke gündemine düşen konuları çok daha büyük kaynaklarla çok daha sıkı izleyerek bu “kanunsuzluk” ve “adaletsizlik” algısını bir nebze ortadan kaldırmada başarılı olurlar. Diğer taraftan bu “nüfusların geçişkenliği” konusu aslında dünya genelinde ve yüzyıllara bağlı olarak baktığınızda gittikçe artan ve sadece bizi değil pek çok geçiş ve hedef ülkesini etkileyen bir durum. 19. Yüzyılda Amerika refah arttırmak için hedef ülkeydi ve orası neredeyse tamamen sığınmacılar tarafından kuruldu. Şimdi onlar yeni gelenleri almamak için çok değişik çabalara giriyorlar. Yeni gelen örneğin Meksika gibi ülkeler de bizden gelen ve ABD’ye geçmek isteyen sığınmacıları almamak için büyük çaba sarf ediyorlar. Dolayısıyla dünya genelinde artan teknolojinin de etkisiyle büyük bir nüfus devinimi var. Bunu da dikkate almak gerekiyor.

 

++++++++