Maliye Bakanlığı bürokratları ile bakanları ve başbakanlar 64 yıldır insanların haklarının nasıl yenildiğini anlatmaya çalışacağım.
1960 ihtilalinden sonra Türkiye’deki tasarruf hacminin yüzde 14’lerde olduğu ve bunun yatırımlara dönüşmesinin çok zor olduğu belirtilerek, tasarruf bonosu müessesesi yürürlüğe konulmuştur. Memurlardan örnek vereyim. Her memurun maaşından aynı vergi gibi kesinti yapılıp yerine tasarruf bonosu adı altında devlet senedi veriliyordu. Sonra uygulamada küsurat bonoları verilmeye başlandı. Devlet elinde tutup tamamlanınca bonoları verebilirdi. Bu olay vadeden önce bozdurma olayını başlattı. Bankalar devreye girmediği için bankerler ortaya çıktı, sonra o bankerlerin birisi 1980’lerin başındaki Kastelli’yi ortaya çıkardı.
1970’lerin başında bu sefer Meyak Kurumu kuruldu. Devlet memurlarının maaşlarından emekli olunca verileceği söylenerek kesinti yapılmaya başlandı. Bu arada öğretmenler de bir sandık kuruldu. Paralar birikince yukarıda ifade ettiğim, bürokrat, bakan ve başbakan bu birikimlere göz diktiler. Örneğin öğretmenlerin sandığı, bir gazete patronunun sahip olduğu gayrimenkulü baskıyla yüksek fiyatla satın aldı. Günümüzde de benzer olay olmadı mı? 1980’lere geldiğimizde yine fonlar kuruldu. Zorunlu Tasarruf Fonu, Konut Fonu, birçok kaynaktan olduğu gibi bankalardaki işlerden yapılan kesintilerle oluşan Sosyal Yardım Fonu. Bu fonlardan sadece Sosyal Yardım Fonu devrede diğerleri yok edildi. Sosyal yardım fonu da özellikle seçim zamanlarında oy istemek için kullanıldı. Diğer taraftan OYAK, Merkez Bankası Yardım Sandığı, İş Yardım Sandığı, Ereğli Demir Çelik Vakfı gibi diğer bazı bankaların vakıfları vardı. Şu anda 3 tanesi var. Ama ikisi yine siyaset tarafından ele alınmış, örneğin OYAK petrol istasyonları işletir hale getirilmiştir.
Şimdi de İşsizlik Fonu gündemde. İşsiz kalan işçiye faydası laf ola beri gele. Ne şekle dönüştüğüne her zaman televizyonlarda izliyoruz. Çünkü devletlu ona da gözünü dikti.
Devletin hazırlanan bütçesinde yer alan gelir kaynakları siyasetçiye yetmediği için yukarıda anlatmaya çalıştığım fonlar ve vakıflar hak sahiplerinin hakkı gözetilmeden diğer bir deyişle kul hakkı yenilerek tarumar edildi.
Beni üzen ikinci konu ise;
Sosyal medyada Sayın Binali Yıldırım’ın TRT1’de daha önce yaptığı bir konuşmayı dinledim. Mealen “Eğer biz bu sığınmacıları kabul etmeseydik, Avrupa’ya geçselerdi kaos olurdu. Biz bunu önledik.” Seçmen daha iyi bir hayat yaşamak adalet sayesinde huzur ve güvenlik içinde bulunmak ve zenginleşmek için oy verir. Bu verilen yetki ülkeye milyonlarca sığınmacının alınması toplum yapısının değiştirilmek istenmesi neticesini verir. Bu konuda milletten yetki alınmamıştır. Maden milyonlarca sığınmacı alındı, o konuda referandumla milletten yetki alınması gerekir. Zaten uygulamada kendilerine nakdi yardım yapılması bedava sağlık hizmeti verilmesi, üniversitelerimizde 100 binleri geçen öğrenci kabul edilmesi, binlerce öğretim üyesinin üniversitelere yerleştirilmesi, en önemlisi; özel reel sektörün bu sığınmacıları sigortasız ve çok düşük ücretle çalıştırmaları. SGK’nın primden oluşunun, devlet bütçesinden daha fazla yardım alınmasının neticesini veriyor. Hani kanun vardı, sigortasız işçi çalıştırılamıyordu. Bu ülkenin vatandaşları sığınmacılara sağlanan bu tür kolaylıkların dışında SGK anlayışını temelden bozan bu uygulamayla da karşı karşıya kaldı. Bu resmen kanunu çiğnemektir. Bence uygulanan yanlış tarım politikaları dışında etteki sıkıntının bir nedeni de budur.