Yerel seçimler sonuçlandı. İktidar partisi uzun yıllar sonra ikinci parti oldu. Büyükşehirlerin yanında Anadolu şehirlerinde de başarılı sonuçlar aldı. Seçim sonrası tabloya göre 85 milyonluk nüfusumuzun 63 milyonun yaşadığı şehirleri yerel yönetimleri muhalefet partilerinde. Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan yumuşak bir üslupla yaptığı balkon konuşmasında “31 Martın bir bitiş değil dönüm noktası olduğunu belirterek Türk milletinin sandıkta verdiği mesajı ulaştırmış olduğunu” açıkladı. Yine aynı konuşmada uygulanan ekonomik programın zorunluluğunu belirtti.
Bu seçimlerin sosyolojik analizini uzmanlarına bırakacak olursak ekonomik açıdan irdelemesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Yerel seçimler öncesinde eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel’in “boş tencerenin deviremeyeceği iktidar yoktur” özdeyişinin bu iktidar döneminde pek de geçerli olmadığına ilişkin değerlendirme yapanlar yanıldılar. Seçimlerdeki sonuçları yaratan en önemli nedenlerin başında ekonomik faktörlerin geldiği konusunda hemen herkes mutabık.
AKP’nin son 20 yılda kazandığı seçimlerin hepsinde tüketici güven endeksi 90’ın üstündeydi. Bu defa mart ayında bu endeks 79,4 oldu ve kritik değer 90’ın altında kaldı. 31 Mart’ta iktidar ciddi yara almış oldu. Bu ekonomik nedenleri kısaca hatırlayalım; yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, bozulan gelir ve servet dağılımı ile servet transferi, büyük bir çoğunluğu 10-12 bin lira emekli maaşı alan 16 milyon emekli ile ortalama maaşları asgari ücret civarında olan milyonlar, kamu kesiminin bu kriz ortamında hiçbir tasarruf önlemi almayıp savurganlık ve israf içinde olmaları.
Bütün bu olumsuz gelişmelerin de en önemli nedeninin 2021-2022 dönemindeki ekonomik yanlışlıklardan kaynaklandığının gittikçe anlaşılıyor olması. Bunların dışında cumhurbaşkanının ifade ettiği gibi “kibir” konusunun etkisi de yadsınamaz. Seçim sonrasında yürütülen “Rasyonele Dönüş Programı”ndan dönüş yapılmayacağının belli olması da önemli.
Gerek siyasiler gerekse ekonomi programı yöneticilerinin “Önceliğin fiyat istikrarı olduğu, enflasyonun önlenmesi için sıkı para politikası ile maliye politikalarının uygulanacağının net bir şekilde ifade edilmesi gerçekten önümüze umutla bakmamıza neden oluyor. Ancak bu konuda en önemli başlangıcın adil ve evrensel standartta hukuki düzenlemelerden geçtiğini unutmamalıyız. Seçimden sonrasında CDS(Temerrüt Risk Primimiz) imiz 341 den 304 seviyesinin altına doğru yol almamaya başladı. Rezervlerdeki olumsuzluğun azalıyor beklentisinin etkisiyle Eurobond fiyatları da yüksek kalmaya devam etti. Dolar/TL forward kurlarının ima ettiği ile TL faizlerde kısa vadelerde yüksek uzun vadelerde daha az oranlarda düşüşler olmaya başladı.
Seçimlerin ertesinde Mart ayı enflasyonu açıklandı. Aylık TÜFE enflasyonu TÜİK’e göre yüzde 3.16. İTO’ya göre yüzde 3,93 ve ENAG’a göre yüzde 5,68 yıllık bazda ise TÜFE yüzde 68,50 oldu. Üç aylık enflasyon toplamı yüzde 15,06 neredeyse TCMB’nin hedeflediği enflasyonun yarısı. Ancak ocak mart döneminde aylık enflasyonların iniş trendi olumlu. Çekirdek enflasyon ve C endeksinin mevsimsellikten arındırılmış aylık enflasyonları yüzde 4. Bu konuda çok dillendirilmeyen bir konuyu vurgulamak istiyoruz. 2021-2023 döneminde fiyatlar içinde kar payındaki artış oranı inanılmaz düzeylerde. Reel ücretler gerilerken firma karları inanılmaz arttı. Enflasyondaki bu nedensellikte dikkate alınmalı. Hala dünyada en yüksek 5., G-20 de ise en yüksek 2. enflasyon sıramızı koruyoruz. Fiyat istikrarı yolculuğumuz uzun ve meşakkatli olup maalesef maliyetli de. Bedel ödeme sürecindeki zorluklar önümüzdeki dönemde artacak. Merkez Bankası kur stabilizasyonuna devam edecek. Aylık artışlar enflasyonun altında kalarak tahminimiz yüzde 1,5 – 2’leri geçmeyecek. İhracatçının kur şoku beklentisinin olmayacağını varsayıyoruz. Merkez Bankası rezerv biriktirmeye gayret edecek. TL faizleri uzunca bir süre yüksek kalmaya devam edecek. TL’nin değerlendiği süreçte ihracatçının inovasyon, verimlilik ve yüksek teknoloji yatırımlarına başlaması faydalı olacaktır. Merkez Bankası sıkılaşma konusunda söylem-eylem paralelliğine dikkat etmelidir. Maliye politikası destekleri bu dönemde rasyonele dönüş programının başarısı için mutlak gereklidir. Sadece fiyat istikrarı amacıyla da değil. Önümüzdeki zorlu süreçte sabit gelirli, emekli gibi geniş halk kitlelerinin olumsuz etkilerinin azaltılması için, her zaman dile getirdiğimiz gibi yüksek gelirli ve yüksek servet sahiplerinden bu dönemde ilave vergiler alınmayacakta ne zaman alınacak? En son açıklanan 2018-2023 dönemine ilişkin (Eurostat) Avrupa’da en zengin yüzde 1’lik kesimin milli gelirden aldığı pay istatistiklerinde yüzde 9.8 oranı ile ülkemiz gelir dağılımı adaletsizliğinde birinci durumdadır. Ülke içi gelir dağılımı istatistikleri de bu paralelde.
Fiyat istikrarının önceliği neden önemli? Maalesef bunu hem siyasi iktidar hem de millet olarak büyük faturalar ödeyerek öğreniyoruz. Seçim sonrasında ciddi anlamda bir kur şoku beklememek için nedenler artıyor. TL getiriler yükseliyor, daha da yükselecek, ithalatı azdıracak finansal koşullar mevcut değil. Cari açık rakamları geçen yıllara göre daha iyi. Turizm gelirleri olumlu. Zaten yabancı pek kalmadığı için çıkışı da yok. Seçim sonrası rezerv birikimi artacak. İktisadi faaliyet görece yavaşlayacak. Bu dönemde kayıt dışı ekonomiye ilişkin maliye politikası önlemleri programa destek vermeli. Yüzde 60’ları geçen para arzı mutlak kontrol edilmeli. Dolarizasyonu azaltacak tedbirlerin dozajı artmalı. TCMB fonlama faizini üst sınırlarda (yüzde 53) yapmaya ağırlık vermeli. Bütün bu önlemlerin “Güven” unsurunun yeniden tesis edebilmesi için siyasilerin kararlı duruşu tavizsiz destek vermeli.