Muasır medeniyetler seviyesini aşmak mümkün mü?

Uğur Yüce yazdı…

Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak değil bu seviyeyi aşmak demiştir. Türkiye’de onu değiştirdiler. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak gibi ifade ediyorlar. Muasır medeniyetler seviyesini aşmak mümkün. Bunun nasıl mümkün olacağını anlatabilmek için ise biraz gerilere gitmek gerekiyor. İstiklal Savaşı sonrası Mustafa Kemal Atatürk’ün Osmanlı’dan nasıl bir Türkiye devralmış olduğunu iyi bilmemiz lazım. Cumhuriyetin ilk nüfus sayımı 1927’de yapılmıştır. Birdenbire 7 milyon olan nüfusumuz 14 milyona çıkmıştır. Bu kadar sürede bu nasıl olabilir? Çünkü tarihte ilk defa kadınlar da sayılmıştır. Osmanlı zamanında nüfus sayımlarında kadınlar ve kız çocukları yer almazdı. O dönemde 40 bine yakın köyümüz var. Bunun sadece 200’ünün yolu varsa suyu yok, suyu varsa elektriği yok. Kısaca hiçbirinin hem yolu hem suyu hem elektriği yok. Gayrimüslimler ve yabancıları çıkartırsak Türklere ait sadece 4 sanayi tesisi var. Elektrik İstanbul’un sadece bir mahallesini aydınlatabilecek kadar üretiliyor. İnanılmaz derecede yoksul, aşağı yukarı bütün kaynaklarını tüketmiş. Bu kaynakları tüketme hadisesi 300-400 yıl sürmüş. Osmanlı’ya ilk matbaa, icadından 250 sene sonra gelmiş. Dini sebeplerden dolayı, şeytan icadıdır, dinimize aykırıdır gibi son derce yanlış ve bağnaz birtakım yaklaşımlarla engellenmiş. Kuran-ı Kerim Fatiha Suresi ile başlar ve kelimesi ‘Oku’dur. Ama maalesef Türk halkının okuması istememiş. Ulu önder Atatürk’ün Osmanlı’dan Türkiye’yi devraldığında, Cumhuriyet kurulmadan önce Türkiye’deki okuryazar sayısı yüzde 7’dir ve bunun da yüzde 5’i gayrimüslimdir. Müslüman nüfusunun yüzde 2’si, kadınların ise binde 3’ü okur-yazardır. Bir tane üniversiteye tekabül edecek bir darülfünun vardır. Üniversite yoktur. Bir tane köyde okul yoktur. Kör. cahil, son derece fakir bir toplumu Ulu önder Atatürk kurmuş olduğu Cumhuriyetle ve yapmış olduğu devrimlerle çağdaş medeniyetlerin seviyesini aşma hedefi verebilecek bir seviyeye getirmiştir. Yani son derece geri kalmış, aydınlatma çağını yaşamamış bir ülkeyi, ne reform ne Rönesans görmüş bir ülkeyi, sıfırdan alıp 1930’lu yıllarda ‘Muasır medeniyetler seviyesini aşınız’ diyebileceği bir seviyeye getirmiştir. Çünkü kendisi aslında o çağ atlama dediğimiz ya da sıçrayarak kalkınma dediğimiz şeyi birebir gerçekleştirmiş bir insandır. Fevkalade genç bir Cumhuriyette, 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. Medeniyetler beşiği Yunanistan’da bundan 10 sene sonra 1944’te; İspanya’da Portekiz’de 40 yıl sonra, gelişmiş toplumun simgelerinden Kanada’da ise 1971 yılında bu hak kadınlara verilmiştir. O imkansızlıkların içinde mevcut toplumun içinden ne kadar okumuş en azından liseyi bitirmiş biraz istikbal vaat eden genç varsa eğitim almaları için derhal yurtdışına yollanıyor. Bu gençlerin okulları, olgunlaşmaları uzun sürecek, sabrı yok.  O sırada bir fırsat çıkıyor. Nazi Almanya’sındaki Yahudi bilim insanları talim oluyor, Almanya’daki tüm Yahudi kökenli profesör ve bilim insanları Türkiye’ye getirilerek her biri etkili makamlara geçirilip, yetkilerle donatılıyor. Bu bilim insanları sayesinde Türkiye’de çok daha kısa sürede birtakım kurumlar kuruluyor ve çalışmaya başlıyor. Atatürk’ün bu devrimsel yaklaşımı, çağ atlama diyebileceğimiz uygulamaları saymakla bitmez.

 

Turgut Özal başbakan olduktan sonra da çağ atlamadan, sıçramadan, çağı yakalamadan bahsedebiliyoruz. O dönemde 17 sayılı, 2 bin 400 sayfalık Türk parasının kıymetini koruma kanunu vardı. Mesela cebinizde bir dolar bulunursa suçtu, hapse girerdiniz. Amerikan sigarası varsa suçtu. Turgut Özal bir günde 17 sayılı Türk parasının kıymetini koruma kanununu çöpe attı ve 25 sayılı, 2 sayfalık bir kararı çıkardı. Bu, Türkiye’ye çağ atlattı. Türkiye, daha tam bir pre-kapitalist dönem yaşamadan full-kapitalimze açıldı. Tamamen liberalize edildi ve birden bire dünyayla ekonomik anlamda bütünleşti. Yeni iletişim teknolojisine geçildi. Bununla birlikte dünyada iletişim alanında 46. sıradan 4. sıraya yükseldik. Bu da bir çağ atlamadır. İletişimin gelişmesi bilişimi geliştirdi. Bilişim gelişince Türkiye’deki pek çok kurum en başta bankalar birden bire dünyanın en çağdaş en modern sistemlerine kavuştu ve çok ciddi şekilde dünyaya açıldılar. Bir yığın yabancı ortaklıklar kurma imkânı buldular. Bu bir çağ atlama öyküsüdür.

 

Türk insanına eğer yeterli imkan ve fırsat tanınırsa, doğru dürüst eğitilir ve engel değil ona destek olunursa, Türk insanının dünyada genlerinden gelen bir girişimcilik içgüdüsü bir yenilikçilik içgüdüsü ile başarmayacağı ve aşamayacağı engel yoktur. Örneğin, Almanya başta olmak üzere, Fransa Hollanda gibi ülkelere giden Türk işçileri buna bir kanıttır. Bu işçilerin çok büyük bir çoğunluğu İstanbul ve Ankara’yı bile görmeyen, Türkiye’nin çeşitli illerinden ve son derece hem eğitim itibari ile hem de ekonomik güç itibari ile çok zayıf olan insanlar bu ülkelere çalışmak için gitti. Ve çok uzun yıllar bu insanlar, yaz tatillerinde Türkiye’ye geldiklerinde kınandı, bu insanlarla ‘Gurbetçi, Alamancı’ sözleri ile alay edildi.  Bugün o işçilerin 3. nesilleri yurtdışında kendilerine gerekli imkan ve fırsat verildiği için doğru dürüst ve kaliteli bir eğitim aldıkları için birer işveren. Sadece Almanya’da Türklerin kurduğu 80 bine yakın şirket var. Ve bunlar 640 bin kişi istihdam ediyorlar. Yani bir zamanlar sadece en ilkel ve iptidai işleri yapmak için giden işçilerin çocukları bugün orada birer patron oldular. Çünkü onlara imkan ve fırsat verildi.

 

Örneğin Turgut Özal Türkiye’yi liberalize etti, önünü açtı, dünya ile bütünleştirdi. Bugün dış müteahhitlik hizmetlerinde Türkiye, dünya 2’ncisi. Kendi ülkesinde dahi bir fabrikayı inşa etmek için yurtdışından destek alan Türkler bugün dünyayı inşa ediyorlar. 1966 senesinde Eczacıbaşı ilk kez firma olarak bir kadın voleybol takımı kurdu. 1968 senesinde de kadın voleybol ligleri yapılmaya başlandı. Bugün o kadınlar voleybolda dünya şampiyonu. Onlara da o imkan ve fırsat tanındı ki bugün Türkiye’yi dünya şampiyonluğuna taşıdılar.

 

Peki Türkiye, muasır medeniyetler seviyesine nasıl ulaşabilir ve bunu nasıl aşabilir?

 

Günümüzde bütün dünya sanayi 4.0 devrimi ile sarsılıyor. Biz de aşağı yukarı sanayi 2 buçuklardayız. Bir tarafta sanayi 4.0 devrimi süratli bir şekilde gelişmeye devam ederken bir tarafta sanayi 5.0 devrimi çok ciddi bir şekilde hazırlanıyor. Hele şu son 1-2 sene içinde yapay zekadaki gelişimler ile artık sanayi 5.0’ın ne olacağını, nasıl olacağını görebiliyoruz. Göremediğimiz tek bir şey var. 2050’nin mesleklerinin yüzde 60’ının daha icat edilmediği belirtiliyor. Öyle bir çağa doğru gidiyoruz ki sanayi 4.0’ı atlayıp doğrudan doğruya sanayi 5.0’a yeni nesiller yetiştirsek belki de çağ atlama mümkün olabilir.

 

Başka bir eğitim sistemi lazım. Madem 200 yıl önce Prusyalıların tüm dünyaya hediye etmiş eğitim sistemini Finlandiya gibi 5 milyon nüfusu olan Japonya gibi çok disiplinli olan ülkeler dışındaki ülkeler değiştiremiyorlar. O zaman geriye okul dışı eğitim kalıyor. Aslında çocuklar yasal zorunluluk olduğu için yine de okullara gidebilirler. Bunların dışında özel okullarda kaliteli eğitim mümkün ama illa ki bu çocuklara mutlak surette sadece okul dışı ciddi bir eğitim sağlamak lazım. Bu eğitimi öyle bir kurgulamak lazım ki bizim gibi imkanları sınırlı olan ülkelerde bir kaynak israf, tekrarlar olmamalı. Türkiye’de okul dışı eğitim var. Sadece İzmir’de 800e’ yakın kurum okul dışı eğitim yapıyor. Dolayısıyla yap-bozun bazı parçaları pırıl pırıl ama bunları bir araya getirdiğimizde ortaya bir kaos çıkıyor ve aralarında bir eşgüdüm bir ortak amaca hizmet yok. Dolayısıyla bununla ilgili bir çalışma içindeyiz. Çok yaygın bir çalışma. Bundan bir Türkiye modeli üretmek istiyoruz. 2040’ların 50’lerin bilgileri ile çocuklar yetiştiren bir model. Amaç da 6 yaşından itibaren bunların içinden özel yetenekli çocukları seçip onları daha özel bir eğitime tabi tutmak ve mümkünse doktoralarını tamamlayıncaya kadar 20 yıl boyuna onlara destek olmak.