Korku filmi!

Dünya ülkelerine ayar vermek gibi bir terim kullanmak istediğinizde, cümlenin öznesine Birleşik Krallık’ı koymanızı tavsiye ederim. Amerika Birleşik Devletleri’nden çok daha büyük etki alanına sahip olan Birleşik Krallık, devlet olarak, ülkenin kuruluş DNA’larından gelen yönetme, hükmetme, kontrol altında tutma stratejisini asla ve asla elden bırakmıyor.

İsrail, her ne yaparsa yapsın, Birleşik Krallık Hükümeti, efsunlaşmışcasına; “Biz her zaman İsrail’in arkasındayız” diyorlar!

Yardım konvoyuna İsrail ordusu füze atıyor, 3 İngiliz iyiliksever pisi pisine yaşamını kaybediyor, Dışişleri Bakanı televizyonlara çıkıp; nasıl böyle bir hata yapıldı, İsrail Hükümetinden açıklama bekliyoruz ama bu durum bizim İsrail’e silah satmamıza engel değil” diyor!

Daha bir kaç ay öncesine kadar İçişleri Bakanı olan ve yazdığı bir köşe yazısı bardağı taşıran son damla olunca görevine son verilen Suella Braverman: “İsrail, Gazze’deki masum halk ölmesin diye olağanüstü çaba göstererek Hamas’ı yok etmeye çalışıyor” diyerek İsrail Hükümetinin gönüllü avukatı gibi konuşurken, bayram sabahı Hamas Liderinin 12 yaşındaki torununun da bulunduğu araca füze atılıyor, 12 yaşındaki çocuk nasıl bir tehdit unsuru oluşturuyorsa, yaşamına son veriliyor ve bizlerin  İsrail ordusunun ne kadar özenli olduğuna inanmamız bekleniyor, öyle mi?

Tüm bunlar yaşanan dramın minik karelerinden örnekler. Bu örneklerden daha binlerce var ve hepsini birleştirdiğimizde karşımıza büyük bir Korku Filmi çıkıyor, neredeyse bu yüzyıla başyapıt olarak adını yazdıracak türden bir korku filmi!

Öyle bir film ki yönetmen koltuğunda Birleşik Krallık, yardımcı yönetmen koltuğunda da Amerika Birleşik Devletleri var. Evet, yanlış duymadınız. Aslında tüm bu dönen numaraların arka plandaki kurgucusu Birleşik Krallık.

Amerika`daki Yahudi lobilerinin Amerikan Hükümeti üzerinde çok etkili olduğu söylenir hep, evet doğrudur ancak işin içinde silah ticareti olunca, bir de dünya ekonomisine yön veren ve merkezleri Londra olan dev şirketlerin kurucularının ve ana hissedarlarının ve tepe yöneticilerinin Yahudi kökenli oldukları da bilinince ibre Britanya`ya dönüyor. Biden ve Sunak’ın, İsrail’e sahip çıkma konusunda birbirleriyle yarışmalarının nedeni de bu!

Mevcut hükümetler yıllar yılı süregelen geleneği bozmadan, Israil`le olan büyük ticaretlerini, Yahudi kökenli patronların hükmettiği ekonomik büyüklüğü ve DNA`larındaki din kardeşliğini düşününce, İsrail’in avukatlığına tereddüt etmeden soyunuyorlar. Ancak, böyle düşünmeyen başka ülkeler de var, özellikle Avrupa’da!  Mesela İspanya, İrlanda Cumhuriyeti, Malta, Slovenya gibi ülkeler. Filistin’in özgür ve bağımsız bir ülke olması için lobi yapan bu ülkeler, cesur ve akılcı davranmayı, yardakçı ve yalancı olmaya tercih ediyorlar. Bu ülkelerin ticaret gemilerine Kızıldeniz korsanları el sürmüyor. Bu ülkelerle ilgili olumlu haberlere Avrupa medyasında da Britanya medyasında da rastlayamıyorsunuz. Aksine İngiliz medyası, hükümetin güvenlik gerekçeleriyle İngiliz turistlerin İspanya’ya gitmemeleri konusundaki uyarılarını yayınlıyor. Yayında olan korku filmi, senaryosu İngilizler ve Amerikalılar tarafından yazılan, yönetilen ve biz garibanların figüran olarak oynatıldığı bir film. 

Hasılatın yüksek olması için, içeriğin süreklilik göstererek gözyaşı ve kanla dolması sağlanıyor ki bunun için de onlarca ülke birbirinden sıra kapmaya çalışıyor zaten! Manşın bu tarafından olan-bitene tarafsız bir gözle baktığınızda tablo budur!

Gelelim Türkiye’nin durumuna!

Yerel seçimlerin ardından neredeyse tüm İngiliz gazeteleri ve televizyonları birkaç gün boyunca Türkiye’de yükselen sosyal demokrasinin haberlerini yaptı ve ilk kez, uzunca bir aradan sonra, koltuklarımız kabardı. Geçen sene Brezilya’da da sol partinin 20 yıl sonra iktidara gelmesini aynen böyle haberleştirmişlerdi, biz de o haberleri izlerken acaba bir gün biz de böyle sevinir miyiz demiştik. Evet gerçekten ilk adımlarını görmeye başladık, sevincimiz kursağımızda kalmasın diye de dua ediyoruz. Türkiye’de işler yavaş yavaş yoluna giriyor gibi görünüyor. CHP’nin hiç beklenmedik bir anda süper güzel bir netice ile yerel seçimlerden çıkması gerçekten içimizdeki umudu filizlendirdi. Öte yandan CHP’nin yakaladığı bu ivmeyi desteklemeye çalışırken yüzüne gözüne bulaştıranlar da var! Manşın bu tarafından baktığımda, Uğur Dündar ile Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki iletişim bana bunları düşündürüyor.  Uğur Dündar, üslubuna dikkat etmeye çalışarak konuşmuş olsa da haddini ve amacını aşmış bir şekle dönüşmüş konuşmaları, öte yandan Kılıçdaroğlu da çok gereksiz uzunlukta, dallı budaklı ve aşırı alıngan bir tavır takınmasaymış iyiymiş. Her ikisi de ülkenin iyiliğini isterken ne biri diğeri adına ne yapması gerektiğini söylemeliydi ne de belden aşağı vururcasına konulara değinilmeliydi. Bu taraftan baktığımda konunun ucu nereye gidip dayanacak, kestiremiyorum, sadece zamanla bir çözüme kavuşmasını diliyorum. Birleşik Krallık, yeni kanun tasarıları, yüksek mahkemenin emsal kararları, yükselen işsizlik, azalan enflasyon, bir sonraki yıla ertelenmesi konuşulan genel seçimler, yaklaşan yerel seçimler, geçmeyen soğuklar ve ardı ardına tekrar eden yeni kasırgalarla Nisan ayını tamamlıyor. Güzel ülkeme bahar çoktan geldi, ne güzel, ancak biz burada bu sene bahar görmeden, yaz yaşamadan doğrudan kış aylarına giriş bile yapabiliriz. Bu gidiş onu gösteriyor. Dolayısıyla içimin açılması için Güzel ülkeme gelmeyi iple çekerek Birleşik Krallık’tan sevgilerimi gönderiyorum.