Kuvayı Milliye, ulusal kuvvetler anlamındadır ve birinci dünya savaşını takip eden dört yıl boyunca, Anadolu’da bulunan 250 bini aşkın işgal kuvvetlerine karşı yurdu ölümüne savunan, Milli Mücadelenin Mustafa Kemal komutasındaki muzaffer Türk ordusunu ve bu orduya destek veren sivil güçleri tanımlamaktadır.
15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan ordusunca İzmir’in işgalinin ardından Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkması, ulusal tarihimizin dönüm noktası oldu. Birinci, İkinci İnönü ve Sakarya muharebeleri ardından Başkomutanlık Meydan Savaşı (30 Ağustos 1922) ve nihayetinde 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtuluşu gerçekleşti.
Kuvayı Milliye’nin bu destansı ve epik, bir o kadar da tüm dünya için umut olan bağımsızlık savaşı, ulusumuzu, bir mutlak yok oluştan kurtararak, askeri bir dehanın komutasında, Başkomutanlık Meydan Savaşı ile başarıya ulaştı.
Ancak, bu süreç hiç de kolay olmadı. Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı, ülkenin tüm kaynaklarını zaten tüketmişti. İşgale direnme Mustafa Kemal önderliğinde başladığında da devlet zayıf, insanlar aç ve fakirdi. Evet, tarihimizin en karanlık döneminden, tüm ulusumuzun özverisi ve azmi ile sıra dışı bir önderin liderliğinde, Türk Milleti ve devleti, adeta küllerinden sonsuza kadar var olacağı bir doğumu gerçekleştirmişti. Ancak Birinci ve İkinci İnönü Savaşı, Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Savaşı akabinde Büyük Taarruzda 662’si subay olmak üzere 9167 şehit vermiştik. O zamanlar Batı Cephesinde 100 bine yakın gücümüzün olduğu düşünüldüğünde, her 10 askerimizden birisini kaybederek (*)… Bu rakamlara Birinci Dünya Savaşı öncesi, Balkanlar’daki Osmanlı varlığını yok etmek için çıkarılan 1912 Balkan Savaşları ile Cihan Harbinde Galiçya’dan Gazzeye, Sarıkamış’tan Çanakkale’ye tüm cephelerde savaşan ve vatan uğrunda ölen evlatlarımızı da eklediğimizde on binlerce şehit, yüz binlerce yaralının olduğu, savaş sonrası bir ülkeden bahsediyor oluruz.
İşte bu ortam, babası yurt savunmasında şehit düşmüş binlerce çocuğunun bakıma muhtaç olduğu bir sosyolojik yapının acı gerçeğini tanımlar. Atatürk, bu şartlarda, Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin kurulması direktifini verir. (30 Haziran 1921) Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti, amacını Nizamname-i Esasisi’nde şöyle açıklar: “Cemiyet evvela şehit çocuklarıyla, saniyen harp malullerinin ve harp felaketzedelerinin çocuklarıyla iştigal edecektir.”
Elbette kuruluşun önceliği şehitlerimizin yetimleridir ancak hedefinde ülkenin tüm çocukları olacaktır. Bu maksatla, çocuk bakım evleri, aş evleri, yurtlar inşa etmiş, eğitim ve sağlık hizmetleri ile kamplar ihdas ederek bebek ölümleri ve salgın hastalıklarla mücadele dahil çalışmaları yanında kitapların dağıtıldığı kültür hizmetleri de ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmıştır. Bir anlamda, çocukların beslenme ve barınmasının bir ulusal mesele halinde görülerek dünyanın ilk çocuklara yönelik sosyal güvenlik kurumu vasfında bir çalışmanın örneği olmuştur.
Atatürk, Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyetinin çalışmalarının yakından takip ederek destek vermiş, ziyaretlerinde ”ulusun, ulus gençlerinin, çocuklarının sağlıkları, sağlamlıkları, gürbüzlükleri üzerine düştüğümüz çok gerekli bir iş” cümleleri ile devletin sosyal hizmetlerine destek verdiğini vurgulamış, “…hasta, zayıf, özürlü olan ve özgürlüklerinden tam anlamıyla yararlanamayan çocuklarımıza bir yaşam sağlamak zorunluluğundayız.” sözleri ile kuruma ufuk çizmiştir.
1925 yılına rastgelen 23 Nisan’da, bugünün aynı zamanda bir Himaye-i Etfal Günü olarak geçtiğine tanık oluruz. 1926’dan itibaren de “Çocuk Bayramı” tanımlaması yapılmaya başlanır. 23 Nisan 1927 tarihindeki Himaye-i Etfal Cemiyeti bildirisi şu şekildedir:
“Millet Meclisimizle millî devletimizin Ankara’da ilk teşkile günü olan millî bayram Cemiyetimizce çocuk günü olarak tespit edilmiştir. Bize yeni bir vatan ve yeni bir tarih yaratıp bırakan mübarek şehitlerle fedakâr gazilerin yavruları, fakir ve ıstırabın evlatları ve nihayet alelıtlak (seni destekleyeceğim) bütün muhtac-ı himaye-i vatan çocukları namına milletin şefkatli ve alicenap hissiyatına müracaat ediyoruz. Kadın, erkek, genç, ihtiyar hatta vakti ve hali müsait çocuklardan mini mini vatandaşlar için yardım bekliyoruz.” (**)
23 Nisan’da çocukları makamlara oturtulma âdeti de, Atatürk tarafından ilk kez 1933 yılında başlatılarak gelenekselleşir. 1934 yılına gelindiğinde, Cemiyet, ismini Çocuk Esirgeme Kurumu olarak değiştirir. Günümüzde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesinde farklı birimler olarak çocuk, yaşlı ve aileye yönelik hizmetler vermektedir.
Sonuçta, 104. Yılını kutladığımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Kuvayı Milliye ruhundan günümüz çocuklarına bir kıvılcımdır. Atatürk’ün “Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum; alevler olarak geri dönmelisiniz.” sözünde olduğu gibi, bu kıvılcım, ulusun bekası için çalışan ateşli vatandaşlara dönüşmekte…
(*) kaynak: Sabahattin Selek/ Anadolu İhtilali cilt 1
(**) “23 Nisan Nasıl Çocuk Bayramı Oldu?” Tarih ve Toplum. VIII/43 (Temmuz) 1987, S. 48. 22 Nisan 1927 tarihli Cumhuriyet’ten Veysi Akın aracılığıyla.