Milli Eğitim Bakanı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” olarak bir program geliştirme uğraşı içinde. Yapılan açıklamalara göre, “nesillere şekil verme“ iddiası taşıyor. Eğitim modelinin, “dini ve milli” unsurlara ağırlık vermesini istiyor. Bu çaba, genç neslin “ değerlerimize bağlı ve hayallerini gerçekleştiren çocuk yetiştirme” idealine yönelikmiş. Bu sayede ahlak ve erdem değerlerine bağlı kamil insan yetişecekmiş. Öne sürülen bu iddiaların arka planını bilimsel olarak analiz etmeyen insanlar için, kullanılan kavramların yarattığı algı cazip görülebilir. Ancak dağın arka yüzünü de görmeye çalışan insanlar için, getirilmek istenen program, cahil nesil yetiştirme programı niteliğindedir. Bu iddianın bilimselliğini açıklamadan önce, böylesi bir programı getirmeye çalışan AKP zihniyetinin bugüne kadarki uygulamalarına bir göz atmak gerekir. AKP yönetimin en başarılı yaptığı iş, kendine oy vermiş kitleyi algı yönetimi ile kontrol altında tutmasıdır. Bu başarı, gazete ve TV kanallarının çok büyük bir kesimini kontrol altına alarak, yandaş medya sektörü üzerinden, inanç algıları ile yönetmesinden kaynaklandığı görülür. Algı yönetimi ile topluma özgürlük ve çağdaşlık getirme iddiası ile yola çıktılar. Ancak getirdikleri tek özgürlük, türbana özgürlük olurken, sayısız düşünür ve gazeteci nedensiz olarak içeri tıkıldı. Tüm özgürlükleri kısıtlayıp, korku imparatorluğu yaratıldı. Daha 1 Mayısta, vatandaşın anayasal hakkı olan gösteri yürüyüşü, polis gücü ile engellendi. Anayasa Mahkemesinin kararları yok sayıldı. Şimdi de yeni “özgürlükçü” bir anayasa yapma turu ile toplumu meşgul ederek ekonomideki tahribat ve yoksulluğun gündeme gelmesi kamufle ediliyor. Ayrıca asıl amaç, özgürlükçü bir anayasa değil, başkanlık sistemi ve otoriterliği güçlendirme arayışları olabilir. Toplumda yüz yıldır evrimleşen demokrasimizin ana kurumları olan meclis ve bakanlıklar işlevsiz duruma getirildi. Şimdi de, Atatürk’ten beri çağdaş uygarlık hedefine yönelik eğitim sistemimizin rotasını tümüyle değiştirmek istiyor. Bu yönde, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”, “nesillere şekil vermek”, “milli ve dini unsurlara ağırlık verme”, “ahlak ve erdem değerlerine bağlı kamil insan yetiştirmek” gibi süslü kavramlarla yeni bir algı yönetimi devreye alınıyor. Ayrıca asıl niyetin son birkaç yıldır tarikatları, özellikle çocuk eğitiminin merkezine alma girişimine kurumsal temel kazandırmak gayreti olarak görülüyor. Bu girişim, Batı’nın Orta Çağı’ndaki dini eğitimin gerekçesini çağrıştırıyor. Hristiyanlık inancına göre insan doğuştan günah kardır; İsa’yı öldürerek günah işlemiştir. İnsan aklı kötüye ve günaha çalışır. Günahtan arınmak için daha doğuşta vaftiz edilmesi ve daha çocukken dini değerlerle inancının, hiç bir şüphe bırakmayacak biçimde iyice şekillendirilmesi gerekir. Batı bu deli gömleğini, Rönesans düşüncesinin, insan aklının iyiye ve güzele çalıştığını ispatlamak için, Tanrıya değeri biçilmez sanat ve mimarı eserler sunarak kanıtladı ve bu karanlık dönemi, insan aklının ve insanın kutsallığı ile aştı. Milli Eğitim Bakanlığının son yıllarda tarikatlarla bütünleşen girişimi dikkate alındığında, Türk Toplumunun Orta çağını, dini inançları kullanarak yaratmak istediği görülür. Dini inancı, kişiselliği terk ederek, toplumsal işleyişin tüm alanlarına genişletmek ve dinin işlevini, kendi asli işlevinden tüm toplumsal yapı ve sistemlere yönlendiren bir niteliğe dönüştürme gayreti taşıyor. Bu girişim asla milli Türk inancı değildir. Ne Tuğrul Bey, Ne Fatih, Ne Atatürk, Ne Selçuklu ve Osmanlı bu düşüncede olmadı. Osmanlı da bile Şeyhülislam Divanın üyesi değildi. Din ve yönetim işi, ayrı alanlar olarak kaldılar.
Diğer yandan yeni Nöro-bilim kesinlikle kanıtlıyor ki, inanç ve düşünme beynin ve zihnin iki temel işlevidir. İnanç sistemleri, zihnin ilk ve temel işlevi olarak, memeli beynin (limbik sistemin) işlevidir. Her inanç önce denenir, pekişir ve kalıplaşır. Kalıplaşan değerler ortamında düşünme devre dışıdır. Zihin, geleneksellik ötesinde yeniye ve yenilenmeye kapalıdır. Kalıplaşan mutlak inanç sistemi ölümüne savunulur. Düşünme ise, ağırlıklı olarak beynin neo-korteks bölümünün devreye girdiği durumdur. İnsanı, İnsan yapan, diğer canlılardan ayıran, insan beyinin bu ayrıcalıklı bölgesinin işlevidir. Salt inancın işlevi, bencil gene hizmet eder. Başkasını düşünmez. Çoğu insan bu düzeyde, günlük yaşantısını sürdürür. Üst düzey bir işlev olan düşünme için, neo-korteksi kullanmanın yol ve yönteminin öğrenilmesi gerekir. Neo-korteksi kullanmayı öğrenmeyen kişi ve bu eğitimi vermeyen toplumlar, çağın gerişinde ve cehalet düzeyinde kalmaya mahkumdur. Milli Eğitim Bakanlığının girişimi, salt inanç temelli bir eğitim sistemine odaklanırken, cahil nesiller yetiştirme gayreti içinde kalıyor. Zira ancak neo-korteksi devreye almayı, yani düşünme yetisini öğrenen ve geliştiren insanlarda, idrak esnekliği, empati yapma, soyut düşünme, uygun davranışı seçme, uygunsuz olanı ketleme, kural öğrenme, geleceği planlama ve üst düzey evrensel insani değerleri, yani kamil insanın erdem değerlerini öğrenme ve kullanma düzeyi yakalanabilir. Oysa inanç kalıplarının mutlaklaştığı memeli beyni düzeyinde insan, tüm insanı nitelikleri henüz kazanmamış durumdadır. Bu nedenle cehalet ancak, inancın üzerine, düşünmenin eklendiği ve neo-korteksin devrede olduğu durumda aşılır ve insan ilkellikten kurtulur.