İşçi, işveren, memur, çiftçi ve hükümet gibi üretim paydaşlarının tümünün bir araya geldiği “Çalışma Meclisi” 5 yıllık aradan sonra toplandı. Bu meclis çalışma hayatını ilgilendiren sorunların gündeme getirildiği ve bunların çözümüne ilişkin politikaların belirlendiği önemli bir sosyal diyalog platformu. Bu platform en son 5 yıl önce toplanmıştı. Çalışma hayatındaki paydaşların birlikte görev yaptığı bir de “Ekonomik Sosyal Konsey” var. Bu kuruluş da 2009 yılından bu yana toplanmadı. Bu kuruluş 2010 yılındaki değişiklikle Anayasal bir kuruluş haline getirilmiş olmasına rağmen 2009 yılındaki son toplantısından sonra bir daha çalışma yapmadı. Bu durum gerek işçi gerekse işveren konfederasyonları ile meslek kuruluşları tarafından eleştiri konusu yapılıyor. İşçi-işveren kuruluşları, odalar, meslek kuruluşları demokrasi ile yönetilen serbest piyasa ekonomilerinde genel uzlaşı oluşumunda önemli birimlerdir. Gerek kamu, gerek özel tüm üretim paydaşlarının ve sivil toplum kuruluşları ile akademisyenlerin katılımı ile toplumsal uzlaşı arayışı sonucunda katılımcı yönetim anlayışı ile toplumsal refaha katkı sunulur. Ancak kuruluşların toplanma sürelerine bu kadar ara verilmesi istenilen sonuçların yaratılmasını engellediği gibi toplumsal uzlaşıdan da uzaklaşıldığı sonucunu doğurmakta.
13.Çalışma Meclisi’nin 2 günlük toplantısında en önemli hedef olarak “işçi, işveren ile kamu ilişkilerinin düzenlenmesi noktasında; ortak çözüm önerilerinin geliştirilmesi” olduğu hususu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından ifade edilmiştir. Aynı toplantıda “Temel hedefin refahtan herkesin pay alabildiği, insanı merkeze alarak büyüyen bir Türkiye” olduğu vurgulanmış bulunuyor. Toplantıda en çok dile getirilen konular; Asgari Ücret, vergi adaletsizliği, güvencesiz istihdam, emeklilik-sosyal güvenlik sistemindeki adaletsizlikler, işçi sağlığı ve güvenliği, örgütlenme engelleri, esnek çalışma, esneklikte iş güvencesi. Toplantıya ilişkin bir sonuç bildirgesi henüz açıklanmamıştır. Toplantı bitiminin hemen ertesi günü 1 Mayıs etkinliklerinin Taksim Meydanı’nda (Daha önce aynı meydanda kutlanmasına ve anayasa mahkemesinin toplantı yapılabileceğine ilişkin kararına rağmen) kutlamanın yasaklanması demokratik ve hukuki bir karar olmamıştır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının “Temel hedefin refahtan herkesin pay alabildiği” vurgusuna rağmen yaklaşık 32 milyonu geçen çalışanlar refahtan adil pay alabiliyorlar mı? Bu soruya evet cevabını vermekten çok uzağız. 2020 yılından bu yana deneysel ekonomi politikaları ile alt gelir gruplarından üst gelir gruplarına yapılan servet transferinden dolayı hızla bozulan gelir ve servet eşitsizliği, yüksek enflasyon, hayat pahalılığı gibi konularda en çok refah kaybına uğrayan kesim çalışanlar ile bunların emeklileri olduğu yadsınamaz bir gerçek. Bu adaletsizliği gösteren bazı istatistiki verileri şöyle sıralamak mümkün; Emek gelirlerinin 2019 yılında GSMH’den aldığı pay %31.32 düzeyindeydi. 2023 yılına kadar bu pay oranı yaklaşık 10 puan azaldı. 2023 yılında ancak 2019 yılındaki orana yaklaşabildi (%29.1). Bu oran OECD ülkelerinin çoğunda çok daha yüksek oranlardadır. Ücretlilerin milli gelirden aldıkları pay azalırken buna karşın sermaye gelirlerinin özellikle karlılık oranlarının orantısız bir şekilde arttığını da söylemek gerekiyor. Bugün bölüşüm sorunu yaratan bir büyüme modelimiz mevcut. Enflasyon ve işsizlik rakamlarından hesaplanan “Sefalet Endeksi”nde77.2 puanla dünyada 5.Sıradayız. Venezuela, Zimbabwe, Filistin, Angola bizden iyi durumda. Hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon ile işsizlikten en çok etkilenen kesim 32 milyonu aşan çalışanlar. Dört kişilik bir aile için açlık sınırı 16.000 TL’yi, yoksulluk sınırı ise 57.000 TL’yi geçti. Bu olumsuz istatistikler TÜİK’in yayınladığı 2023 yılına ilişkin “Gelir Dağılımı İstatistikleri”ne de aynen yansımaktadır. En yüksek %20’lik gelir grubunun milli gelirden aldığı pay son yıllarda sürekli artmakta en düşük %20’lik grubun aldığı pay ise azalmaktadır. En zengin %10 ile en yoksul %10 arasındaki fark 15 kata çıkmış durumda. Gelir dağılımı eşitsizliğini gösteren GİNİ katsayısı 2021 yılı servet transferi sonrası 0.401’den 0.433’e yükselmiş, eşitsizlik oranı daha da artmıştır.
Genel seçimler sonrası “Rasyonele Dönüş Programı” ile macera arayıcı deneysel ekonomi politikalarından dönülmesi olumlu bir gelişme. Ancak makro göstergelerin olumluya dönmesi çalışanların refahının arttığı anlamına gelmiyor. Önceki ekonomik yanlışların bedelini çalışanlara, yoksul kesimlere, emeklilere yüklemek hem adil değil hem de demokratik sürecin gelişmesini de olumsuz etkileyen bir politik tercih. Bugün toplum büyük çapta yoksullar küçük çapta zenginler olarak bir görüntü arz ediyor. Son olarak şu hususu ısrarla vurgulamakta fayda var. Demokrasimizi evrensel standartlarda refahtan herkesin pay alabildiği bir özelliğe geçirebilmemiz için toplumumuzun orta sınıfını yeniden oluşturmak (külfet-nimet dengesinde sermaye sahiplerinin taşın altına ellerini daha çok koymaları gereken bir dönemdeyiz. Servet transferi sonucu servetlerini aşırı arttıran kesimlere servet vergisi dahil her türlü önlemi tartışmanın doğru olduğu kanaatindeyiz. Ancak böylece orta sınıf yeniden oluşmaya başlayacaktır.) durumundayız. Aksi halde 5 yıl sonra ancak toplamayı başarabildiğimiz Çalışma Meclisleri çalışanlar için hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Aristo 2000 sene önce “Altın Orta” tezinde ileri sürdüğü gibi “Demokrasi en kuvvetliyle en güçsüz arasında kurulacak bir sistem değildir.” İstikrarlı ve demokratik bir toplum için orta sınıf çok önemli olup zenginler ve fakirler arasındaki dengeyi sağlar, sınıf çatışmasını azaltır, ötekileştirmeyi yok eder, demokratik rejimlerin teminatı haline gelir. (KimBu Yerliler-Gidenler-Kalanlar Özge Öner Oksijen 26 Nisan-2 Mayıs)