Ülkemiz gelişmiş ülkelere göre fakirdir.
Hayıflansak da, teselli mahiyetinde hep bir “satın alma gücü paritesi” efsanesine sığınırız.
Aynı birim parayla Türkiye’de daha fazla mal ve hizmet alındığı söyler, şükrederiz.
Ancak, bu ayrıcalığımız da kaybolmaya başladı.
Geçenlerde medyada bir gurbetçi kadının Antalya’da bozdurduğu 250 Euro’nun 3 gün içinde bitmesine inanamadığı, zira bu rakamın Almanya’da bir aylık mutfak masrafı olduğu, haberi yer almıştı.
Türk lirasının endazesi hakikaten kayboldu.
Bir top dondurma Alsancak’ta 80 liraya satılır hale geldi.
Çarşı, Pazar fiyatları inanılmaz.
Bu ölçüsüzlüğe döviz fiyatları da intibak edemiyor.
Bir ara 2010’lu yıllara kadar dolar ve euro 2-3 TL seviyesindeydi.
O zamanlarda Yunan adalarının ne ucuz olduğundan söz edilirdi.
Zira “TL” değerliydi.
Şimdi mal ve hizmet fiyatlarının makul TL ederinin ne olduğunu kestiremiyoruz.
Fiyatlama davranışları bozulursa Türk Lirası kaale alınmamaya başlar.
Önce döviz fiyatları TL ile irtibatlarını keser, zincirleme reaksiyonla “milli paramız” tedavül ve tasarruf aracı niteliklerini kaybeder.
An itibariyle bahse konu “Satın alma gücü paritesi” yalan olmuştur.
Tahribat hayatın her alanına sirayet eder hale gelmektedir.
Bir ülkede bir yılda yaratılan milli gelir, dört ana grubun toplamıdır.
Bunlar; ücret, kar, kira ve faizdir.
Ücret çalışanların, kar girişimcinin, kira mülkün, faiz sermayenin, getirileridir.
Her gelir grubu Türk lirasının değerine doğrudan duyarlıdır.
“Ücret” ve “kira” enflasyon karşısında korumasız kalmıştır.
Toplam içinde payları azalmaktadır.
“Faiz” ve belirli sektörlerde “kar” bu işten avantajlı gibi görünmektedir.
Ancak bölüşüme konu milli gelir neticede TL ile ifade ediliyor.
Şayet döviz kendini sert düzeltirse, sermaye sahibi ve yüksek TL faiz alanlar da reel zarara savrulur.
Neticede herkes aynı gemidedir.