Cumhurbaşkanı adayını şimdiden tartışmak CHP’ye zarar verir

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile yaptığı görüşme, Cumhurbaşkanlığı seçiminde kimin aday olacağı tartışmaları, İYİ Parti’de yaşanan istifalar, emniyet teşkilatını sarsan “her 10 polisten 3’ünün intiharı düşündüğü” iddiaları, Gazze’de yaşanan katliam, tartışmalı yeni MEB müfredatı konularında açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…

********

GÖZLEM – CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’dan sonra, MHP Genel Başkanı Bahçeli ile de görüştü. Görüşme günü, görüşmeden önce yapılan Grup Toplantısında CHP ve Özgür Özel hakkında ağır sözler sarfeden MHP Genel Başkanı ile görüşme sizce neye yaradı?.. Görüşmeden sonra, “Kavala’dan, hapisteki generallere kadar CHP’nin hassas olduğu” konularda “değişmediğini ve değişmeyeceğini gösteren” konuşmalarla “kaldığı yerden devam eden” Bahçeli’den ne bekliyordu, CHP Genel Başkanı?

K – Özgür Özel’in hem Erdoğan, hem de Bahçeli ile görüşmeleri bana göre başlangıçta biraz “yeni” CHP’nin, sürekli kutuplaşma yaratan iktidarın bu stratejisini “Bakın ben görüşmek istiyorum, yumuşama istiyorum ama iktidar bu kutuplaşmayı besliyor” diye boşa düşürerek kararsız seçmenleri etkileme girişimi idi. Sonra biraz yeni genel başkan olmuş, Genel Başkanlığını çok başarılı bir yerel seçimle meşrulaştırmış ve artık 1. parti haline gelmiş bir partinin lideri olan bir kişinin kendine olan güveni ve varlığını daha da pekiştirecek zafer turları haline dönüştü. Biraz sizin de ima ettiğiniz gibi kabaca “acemilik” olarak görüyorum. Hakikaten görüşmelerde dile getirdiğini ifade ettiği sorunların çözüleceğine ilişkin ciddi bir beklentisi var mı, bilemiyorum ancak eğer öyle olmuş olsa, bir “iyi niyet” gösterisi olarak muhataplarından düzeltebilecekleri bazı konularda elle tutulur isteklerde bulunabilirdi. En basiti 1 Mayıs’ta Taksim’i Erdoğan ile görüşmesi öncesinde açtırmak için daha ciddi bir çaba sergileyebilirdi. Öte yandan eğer hakikaten öyle olduysa, bu konuları Erdoğan’ın yüzüne söylemiş olmak da, Bahçeli ile de özellikle Bahçeli’nin de hep üzerinde durduğu emeklilerin durumunu konuşmuş olmak da kendi başlarına seviyesi tartışılabilir olmakla birlikte önemli gelişmelerdir.

 

GÖZLEM – Art arda Erdoğan ve Bahçeli ile görüşen CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “şimdiden Cumhurbaşkanlığı seçiminde kimin aday olacağını tartışmanın zamanı olmadığını” belirterek, “bu tartışmaların CHP’ye zarar vereceğine” işaret etti. Sizin görüşünüz?

K – Çok ilginç bir ifade kullandı. TBMM’de partisinin grup toplantısında tam olarak “CHP’nin Genel Başkanı olarak kendi adaylığımı dayatmak, CHP’nin tarihi bir fırsatı kaçırmasını sağlamak, birilerinin tükenmekte olan iktidarına tekrar fırsat vermek gibi bir hata yapmayacağımdan herkes emin olsun” dedi. CHP’nin dört yıl sonra Cumhurbaşkanı adayının kim olacağını şimdiden konuşmak sadece ve sadece CHP’nin bariz aday adayları olan Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel ve Mansur Yavaş’ı birbirine düşürmek, CHP’nin içini karıştırmak ve CHP’ye kötülük yapmak amacı taşır. CHP’nin ve adayların da aleyhinedir. Burası kesin. Ancak burada kendi adaylığını dayatarak “CHP’nin tarihi bir fırsatı kaçırmasını sağlamak gibi bir hata”dan bahsetmesi, acaba önüne kazanamayacağına dair kamuoyu yoklamaları geldiği halde Cumhurbaşkanlığı adaylığını dayatan Kemal Kılıçdaroğlu’na bir gönderme mi? Yoksa bunun da ötesinde, bu ifadelerle kendisinin Cumhurbaşkanı adayı olmasının “bir hata olacağını, kazanamayacağını” mı söylemek istedi? Kendi adaylığını dayatırsa CHP’nin tarihi bir fırsatı kaçıracağını ifade ediyor. Yani böyle bir dayatmada kaybedeceğini mi düşünüyor? Bu bana ilginç geldi. Belki bilinçaltının bir dışavurumu, belki de çok fazla niyet okuması yapmamak, sadece Kemal Bey’e bir gönderme yaptığını düşünmek gerek.

 

GÖZLEM – Erdoğan – Özel görüşmesinden sonra, Hürriyet Gazetesi Yazarı Abdülkadir Selvi’nin yazdığı yazıyla, AKP içinde tartışmalar başladı. Ankara Milletvekili Tuğrul Türkeş ile “babasını ‘Fetöcü’ olarak nitelediği” AKP Merkez Karar ve Yürütme Kurulu (MKYK) üyesi Mücahit Birinci’den Selvi ve Türkeş için gelen “Bunların damarını yakaladık, bastıkça ciyak ciyak bağıracaklar. Hepsi tek tek deşifre olacak merak etmeyin. Dikkate almadan ciyaklatmaya devam” cevabı ile tartışmalar alevlendi. Ne diyorsunuz?

K – AKP içinde belli başlı konularda hep karşılıklı kanatlar oluyor veya daha doğrusu Erdoğan tarafından oluşturuluyor. Dinciliğe karşı milliyetçilik. MHP’ye karşı DEM’e yakınlaşmayı isteyenler. Batıya karşı Arap dünyası. Erdoğan hiç şüphesiz kendi içinde de sürekli “birinden diğerine gelip gittiği” veya iktidarı için kullanmaya çalıştığı bu dengeleri kanatlar oluşturarak ve her zamanki gibi “bölerek” yönetiyor. Kendi çelişkilerini de bu kanatlarla saklıyor. Yoksa AKP’de Erdoğan’ın dediğinin olacağı kesin. Ama “O mu, bu mu?” kararını vermeden veya vermesine gerek kalmadan bu kanatları birbirleriyle çarpıştırarak hem zaman kazanıyor, hem kendine dönmesi gereken okları sanki karar mekanizmasında nihai etkileri varmış gibi bu kanatlar üzerine yönlendiriyor.

 

GÖZLEM – İYİ Parti’de, milletvekillerinin, parti ve teşkilat yöneticilerinin, parti üyesi vatandaşların yurt çapında istifaları devam ediyor. Dikkat çeken bir görüntüleri de var, istifacıların. CHP’ye giriyorlar; bu geçişinin sebebi ne olabilir, nasıl yorumluyorsunuz?

K – İyi Parti’de yönetimde MHP kökenli “milliyetçi, ülkücü” çizgideki ekipler kaldı. Parti’nin yeni gelen başkanı Musavvat Dervişoğlu da, neredeyse diğer yarısını oluşturan kanadın lideri Koray Aydın da MHP kökenli. Buna karşın son seçimlerde CHP ile ittifakı isteyen genel seçmen kitlesi Parti’yi terketti. Bunları temsil eden merkez sağ yöneticiler de ya zaten ayrılmışlardı, ya da ayrıldı ve ayrılıyorlar. Dolayısıyla İyi Parti’den ayrılan siyasetçiler merkez sağ kökenli muhalifler olduğu için bunların da ilk adresinin “bir gelecek gördükleri” CHP olması kaçınılmaz.

 

GÖZLEM – Emniyet Teşkilatı Sendikası’nın yaptırdığı ve 15.375 polisin katıldığı ankette “her 10 polisten 3’ünün intiharı düşündüğü” ortaya çıktı. “Mobbing” intihar sebeplerinin başında yer aldı. Her 10 personelden 7’si istifa etmeyi düşünüyor. Her 10 personelden 8’i başka bir alternatifleri olması durumunda istifa edeceğini söylüyor. Her 10 personelden 8’i mesleklerini tanıdıklarına önermiyor. Her 10 polisten 6’sı İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya güveniyor ve her 10 polisten 1’i “mesleki sorun yaşadığında” müracaat yeri olarak tarikat ve cemaatleri görüyor. Ne düşünüyorsunuz?

K – Demek ki polislik mesleği de zorluklarından ve hayat riskinden dolayı, her yapanın sürekli “doğru bir işte miyim, farklı ne yapabilirim” diye düşündüğü ve yakındığı bir meslek dalı. Buna “askeriye”de de benzer durumlara çoğu zaman her seviyede şahit olmuş biri olarak pek şaşırmıyorum. Bu sorgulamalar hep yapılır, bazen işin “getirilerinden” dolayı, bazen “yapabilecekleri başka bir işleri olmadığı gerçeği”nden dolayı, çok istisnai durumlarda da hakikaten işin esasından “tatmin” olunduğu için bu durumları yaşamakla birlikte görevi yapmaya hem de “layığıyla” yapmaya devam edilir. Öte yandan polis intiharlarından dolayı “mobing”in ciddi bir sorun olduğu kesinlikle ortada. Buna karşın “intihar” hakikaten bu soruna bir çözüm mü, yoksa “sağlıklı olmayan bir psikolojik yapıya” da mı işaret ediyor? Polislerin Ali Yerlikaya’ya güvenmelerinde hiç şüphesiz kendisinin son dönemdeki başarılı operasyonlarının polislere ve polislik mesleğine yeniden bir güven aşılamasının ve bu operasyonların Süleyman Soylu gibi bir bakandan sonra gelmesinin büyük etkisi var. Açıkçası polislerin sadece yüzde 10’unun müracaat yeri olarak “tarikat ve cemaatleri” görmesi bende emniyet içinde tarikat ve cemaatlerin etkisinin tahmin ettiğim kadar yüksek olmadığını göstermesi açısından “ihtiyatlı bir memnuniyet” yarattı.

 

GÖZLEM – ABD’de, “İsrail karşıtı tepkileri, konuşmaları, yazıları yasaklayan” kanundan sonra, bir başka hamle daha geldi. 12 Senatör, Netanyahu ve İsrailli bakanlara, Gazze krizi nedeniyle ‘uluslararası tutuklama emri çıkarabilecek’ Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (UCM) tehdit ettiler. Senatörler, gönderdikleri mektup ile mahkeme hakimlerine ve personeline “Sizi ve ailelerinizi ABD’ye girişten menederiz” dediler. Siz ne diyorsunuz?

K – Halk dilinde kaba bir deyiş vardır ama ben kısaca bunun sonuca bir fayda etmeyeceğini, Netenyahu’nun keskin politikaları sürdüğü müddetçe İsrail konusunda sadece ABD kamuoyunun değil tüm Batı’nın da ciddi bir bölünmüşlük yaşayacağını düşünüyorum. Hamas’ın, terörün ne yaptığı ortada ancak geniş kitleler için İsrail’in verdiği karşılık artık hafızalarda en az Hamas terörü kadar kalıcı hale gelmeye başladı. İsrail’de de politikaların gözden geçirilmesini isteyen ve Netenyahu çizgisine karşı olan çok ciddi bir kesim olması da buna işaret ediyor.

 

GÖZLEM – Emekli Albay, Gazeteci – Yazar H. Zeki Sungur, “AKP iktidara geldiği 2002 yılından bugüne kadar hedefe koyduğu laik, çağdaş sistemden uzaklaştırmaya çalıştığı kurumların başında Milli Eğitim Bakanlığı gelmektedir. Cumhuriyet kazanımlarına ve devrim kanunlarına karşı, eğitim birliğine aykırı uygulamalarıyla eğitimi dinselleştirmiş, andımız kaldırılmış, kılık kıyafet yönergesinde yaptığı değişikliklerle türbana serbestiyi getirirken rol model olacak öğretmenleri bu yapıdan uzaklaştırmış öğrencileri ise hispanik bir yapıya büründürmüştür. İktidarın eğitim ve öğretimdeki son atağı ise yine kendi ideolojik yapısına yönelik bir atak olarak karşımıza çıktı. Millî Eğitim Bakanlığınca; 1000’den fazla öğretmen ve akademisyenin yüzden fazla toplantı ve 20 çalıştayla 10 yıllık bir çalışmanın ürünü olarak açıklanan, 3 bin sayfayı bulan 27 ayrı kitapçıktan oluşan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ‘Yeni Müfredat Taslağı’ internetten kamuoyunun görüş ve önerisine sunuldu. 10 yılda yüzlerce toplantı ve 20 çalıştayla yapılan böyle bir program neden bir hafta içerisinde görüş ve öneri ile kısıtlanır? Yangından mal mı kaçırılıyor bu bir. İkincisi neden ‘Eğitim’ değil de ‘Maarif’ ve de neden ‘Program’ değil de ‘Müfredat.’ Eğer hazırlanan model “Türkiye Yüzyılını” içeriyorsa eski yüzyıla dönüş neden?” diye yazdı. Siz ne diyorsunuz?

K – Bu sorulara doçentliğini “eğitim programları ve öğretim” alanında alan ve Atatürkçü Düşünce, Çağdaş Yaşamı Destekleme gibi derneklerde de çalışmalar yapan Prof. Dr. Dilek Gözütok, Cumhuriyet’ten İklim Öngel’e verdiği söyleşide çok güzel yanıt verdi: “15 Temmuz’dan sonra FETÖ reklamı içeren binlerce kitap ve kitap sayfaları Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından yok edlidi, imha edildi, yakıldı. Kendilerince kitapları FETÖ’den ayıkladılar. Bakan İsmet Yılmaz ‘Programları değiştiriyorum, 15 gün izin veriyorum. Herkes incelesin, görüş alacağım’ dedi. Üniversitede çalışma grupları kurduk, inceledik, sendikalarla raporlar hazırladık. Bir cümlesine bile bakmadan programı oyalamaya koydular. Şimdi de inceleme için bir hafta diyorlar ama yalan. … Ancak şu an daha öncekilere göre çok daha kritik. Metin’de ‘bilim’ yalnızca 43 kez, ‘ahlak’ 61 kez, ‘erdem’ 46 kez, ‘değer’ ise yüzlerce kez kullanılırken Atatürk ve Cumhuriyet geçmiyor. … Rektör yapılması için özel geçici yasa çıkarılan milli eğitim bakanı TBMM’de ‘Cemaatler STK’dir. Onlarla protokoller yapmaya devam edeceğiz’ dedi. Tarikat ve cemaatleri STK olarak gören bir anlayış çağdaş bir eğitim programı yapamaz. Metinde felsefeye 67 sayfa ayrılırken din öğretimine 572 sayfa ayrılmış. …Kurtuluş Savaşı’nda hanedanın ihaneti görmezden geliniyor. Cumhuriyet ve devrimler olabildiğince kısa tutuluyor. Bilimsellik sözde kalmış, evrim kuramına yer verilmiyor. Din kültürü dersi tamamen Emevi öğretisine dönüşmüş, diğer dinlerden hiç söz edilmiyor. … ‘Maarif Modeli’ kavramı FETÖ’nün yurtdışında kurulan Maarif Vakfı’nın ve bu vakfa bağlanan okulların modelidir ve Arapça bir kavramdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde Eğitim konusunu çalışan bakana Maarif Vekili değil ‘Milli Eğitim Bakanı’ denir. …Metne bakıldığında ülkeyi toptan dincileştirmeyi amaçladığı görülüyor. Bu taslak vatanı ‘mülk’, ulusu ‘ümmet’, yurttaşı ‘kul’ yapmayı amaçlıyor. …2005’den beri uygulanmakta olan bütün programlar Türkiye’yi ortaçağ karanlığına götürmeyi hedefliyor. Gericileşmede büyük adımlarla yol alınıyor. Cumhuriyet’in kurduğu kurumlar yıkıldı, değerler altüst edildi. Hile hurda ile seçim kazanıldı, Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim biçimi değiştirildi. Cemaatler bu ülkenin kaynakları ile mahalleler, hastaneler, üniversiteler, okullar ve holdingler kurdu. Manzara çok karanlık. …Adına müfredat dedikleri metnin tamamı, anayasanın laiklik ilkesine ve Milli Eğitim Yasası’na aykırı. Bu ürün hazırlayanlar suç işliyor.” Bu durumda yapılması gereken işlenen suçların bir Cumhuriyet Savcısı’nın yapacağı gibi iddianameleştirilmesi ve ileride kullanılmak üzere saklanması. Bu arada da diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da Anayasa’nın kimler tarafından, nasıl korunacağının tespit edilmesi ve bu yöndeki önlemlerin uygulamaya sokulması için harekete geçilmesi.

 

GÖZLEM – Eski Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varoufakis, Cumhuriyet Gazetesi’nin “Türkiye – Yunanistan arasındaki ilişkilerle ilgili sorularını” cevaplarken, “Türkiye’nin yabancı sermayeye aşırı bağımlı olduğunu ve bu sermayenin büyük bir kısmının, enflasyonu düşürecek kadar toplam arzı artırıcı üretken yatırımlar yerine gayrimenkul geliştirmeye yönlendirildiğini” ifade ederek “Türkiye’nin faiz oranlarını çok fazla yükseltmenin cazibesinden kaçınması gerekir. Bunu yapmak toplam talebi öldürebilir ve enflasyonu baskılayabilir. Ancak uzun vadede toplam arzda bir azalmaya neden olacak yatırımları iptal etmek gibi fahiş bir maliyete neden olur ki bu da enflasyonu yerli üretime değil ithalata fayda sağlayacak şekilde yeniden yukarı iter” dedi. Bu yorum hakkında görüşünüz?..

K – Faizler yükseldiği ölçüde yatırımlar azalır, özel sektör zora girer ve üretim düşer. Bu da yerli üretimin yerini düşük tutulan döviz kurunun da etkisiyle ithalatın almasına yol açar. Varoufakis’in anlattığı durum bu. Haklı da. Ancak onun önerisinin yapılmayacak olmasının iki nedeni var. Birincisi Varoufakis’in açıkladığı bu durum yabancı sermaye açısından en azından “umurlarında olacağı bir durum” değil, daha da ötesinde kendi işlerine gelmez. Çünkü yabancı sermaye Türkiye’ye yüksek faize gelmek istiyor. Bu faizin enflasyonun olabildiğince üzerinde olacak şekilde reel getiri sağlaması ve bunun devamının garanti edilmesi gerekiyor. Mehmet Şimşek ve programının da hedeflediği bu. İkincisi bu faiz-üretim denklemi bugünkü iktidar açısından da önemli ve dikkate alınacak bir konu değil, çünkü iktidar iktidarını devam ettirmek için öncelikle dış kaynak bulmak zorunda. Aslında faizlerin yükselmesi bu açıdan işine geliyor. Tercih ediliyor. Bundan zarar göreceklerin de gelecek dört yıl boyunca sandığa gidemeyecek olmaları, iktidarın en azından iki-üç yıl daha işini kolaylaştıracak. Erdoğan ekonomide herhalde iki-üç yıl bu programı uygulayıp, durumlar kaynak açısından iyileşeceğini umduğu seçim öncesi son dönemde yine ekonomik rant ve faydasını sağlayarak seçmeni yanına çekmeyi amaçlıyordur.

+++++++