Bilindiği üzere genel seçim sonrasında izlenmeye başlanan “Rasyonele Dönüş Programı” ile parasal mali duruşta sıkılaştırma önemli ölçüde artırılmıştır. Geçen hafta açıklanan “Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi” ile yaklaşık 100 milyar TL’lik harcama kesintisi yapılacağı belirtilmişti. Buna ilişkin genelge de yayınlanmış bulunmaktadır. Hiç yoktan bu kadarlık bir tasarruf paketi bile iyi bir şey. Ancak kamunun daha radikal harcama kesintisine gitmesi gerekiyor. 2 trilyon 700 milyarlık bütçe açığına göre çok düşük bir oran. Kamu araçlarının sayısının 125.000’ler civarında olduğu söyleniyor. Bizim nüfusumuza paralel Almanya ve Fransa’da bu oran yaklaşık sekizde bir Kiralananların bu rakama dahil olup olmadığını bilmiyoruz. Bu sayının en azından gelişmiş ülke ortalamalarından fazla olmaması gerekirdi. Ayrıca Çalışma Bakanı asgari ücretin Temmuz ayında arttırılmayacağını da açıkça ifade etti.
Güven endekslerindeki genel bir düşüş, kredi artışlarındaki azalmalar, nakit çekimlerdeki hızlı düşüş, gayrimenkul ve taşıt satış piyasasındaki azalışlar bu yılın ikinci yarısında ekonominin soğuyacağını, hane halkı tüketim talebinin düşeceğini, kamu tasarruf paketi ile beraber kamu harcamalarının da azalmaya başlayacağını (deprem harcamaları haricinde) gösteriyor.
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu “2024 Bahar Dönemi Raporu”nda Türkiye ekonomisinin değerlendirmelerine de yer verdi. Bu değerlendirmenin kısa bir özeti şöyle:
“Ekonomik dengelenmenin ana itici gücü hane halkı tüketim büyümesindeki güçlü yavaşlama olacak. 2024 yılında istihdam artışının azalması ve işsizlik oranının artması beklenmektedir. GSYH daha düşük reel oranda büyüyecek.Net ihracatın büyümeye katkısının hafifçe pozitife döneceği tahmin ediliyor. 2023’te azalmaya başlayan cari açık daha da azalacaktır. Merkez Bankası rezervleri daha fazla sürdürülebilir seviyeye gelecek. Ancak bütün bu olumlu gelişmeye rağmen enflasyon hala çok yüksektir. Mayıs’ta %70’ler civarında olacağı bekleniyor. İç politika belirsizliği azaldı. Dengelenme, sıkı para politikası ve mali duruşla iç talebin belirgin azalmasıyla beraber, büyümeye ılımlılık getirecek ve dengesizliklerin kademeli olarak azalmasını sağlayacaktır. Ancak şurası unutulmamalıdır ki ekonominin yeniden dengelenmesini yönetmek oldukça zordur. Kamu borcunun ılımlı kalacağı tahmin edilmektedir.”
Söz konusu raporda belirtildiği üzere en önemli ekonomik problemimiz bir türlü çözmeyi başaramadığımız kronik enflasyon olgusudur. OECD mart ayı enflasyon ortalaması olan %5,8’in 10,8 kat daha yüksek (%68,50) enflasyonumuz mevcut. Bu oran AB ülke ortalamasının da 23,5 kat üstündedir. Bu enflasyonist ortamda beklentileri olumluya çeviremediğimiz gibi fiyatlamalardaki irrasyonelliği de azaltamıyoruz. Hizmet enflasyonundaki katılıklarımız devam ediyor. Kamu bütçesi bir türlü gelir-gider dengesini kuramıyor. 2024 Ocak-Nisan bütçe açığı 700 milyar. Yılsonu itibariyle 2,7 trilyon civarında olacak. Bu nedenle otoyol ve köprü fiyatlarında yüksek oranda zamlar başladı. Yılın ilk 4 ayında kamu bankalarına ödenen görev zararı 24.5 milyar TL’ye ulaştı. Elektrik Üretimi A.Ş.’ye de ilk 4 ayda ödenen görev zararı 75.5 milyar TL. Elektrik zammı yakında gelecek.
Yılın ikinci yarısında yüksek kredi faizleri, azalan talep, artmaya devam eden maliyetler nedeniyle reel sektör ciddi oranda zorlanmaya başlayacak. Bu nedenle reel sektördeki şirketlerin nakit akışlarını, borçlanmalarını çok dikkatli yapmaları gerekiyor. İlk ayak seslerini tekstil sektöründeki konkordato dalgası ile duymaya başladık.
İster halka açık olsun isterse olmasın verimsiz, kredi borçlarının hiçbir zaman anaparalarını azaltamayan, faizlerini ödemekte zorlanan “zombi şirketler” çok zor durumda kalacak ve büyük bir ihtimalle batacaklar. IMF’nin yaptığı bir araştırmaya göre 2000-2020 arasını kapsayan dönemde halkı açık olmayan şirketlerde en çok zombi şirkete sahip olan ülke maalesef Türkiye’miz. Halka açık şirketlerde ise%8 oranı ile 21. sıradayız. (Gözlem Gazetesi 21 Nisan 2023 tarihli makalemiz. Bu makalede bu konuda uyarılarımız yer alıyor.) Bu tür şirketlerin batışı sadece kendilerini etkilemiyor. Negatif finansal yayılma ile diğer şirketleri de olumsuz etkiliyorlar. Rasyonel olan; verimsiz, borcu yüksek, maddi ve gayri maddi yatırımları yetersiz, kazançlarının tamamını neredeyse finansal giderlere yatıran bu tür şirketleri kurtarmaya çalışmamak gerekiyor. Zaten kıt olan ülke kaynakları bu şekilde israf edilmemiş olur.
Türk Lirası kredi faizlerinin yüksekliği sonrasında işletmeler, döviz kurunun enflasyon oranındaki artıştan daha az artacağını anlayınca (10 Mayıs itibariyle 13 haftalık yıllıklandırılmış kredi artış oranlarında TL kredilerde %29.8 iken yabancı para cinsinden kredilerdeki artış %47,7) döviz kredisi almaya yönlendirildiler. Kuşkusuz bunda iyileşen makro göstergeler nedeniyle CDS’lerimizin düşmesi sonucu bankaların sendikasyonlarını daha düşük maliyette yenilebilmelerinin de (%100-%120 arasında) katkısı var. Ancak geçmişteki hatalarımızı anımsatmakta yarar görüyoruz. 2009’larda döviz geliri olmayan şirketlerin döviz kredisi kullanmalarına izin verilmesi çok önemli problemler doğurmuştu. Bu hususa dikkat çekmek istiyoruz.