İsrafın sorumlusu olanların tasarruf yapması çok zor

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, Financial Times’ın Türkiye’deki enflasyonla ilgili yayınladığı analiz, TCMB eski Baş ekonomisti Prof. Dr. Kara’nın Merkez Bankası’nın izlediği politikalarla ilgili yorumu, Türkiye’nin nüfus artış hızında yaşanan düşüş, MetroPOLL’ün “Türkiye’nin en beğenilen siyasetçileri” araştırması, CHP ve MHP genel başkanları arasındaki “Sinan Ateş cinayeti” soruları, Fenerbahçe ile Galatasaray arasında yaşanan şampiyonluk yarışı konularında açıklamalarda bulundu.

 

**********

GÖZLEM – Ünlü İngiliz finans gazetesi Financial Times’ın “Türkiye’nin enflasyon krizi ekonomik dönüşün üzerinden bir yıl geçmesine rağmen devam ediyor” başlıklı haberinde “Tüketicilerin fiyatların daha da yüksek olacağına dair beklentileri, Merkez Bankası’nın fiyat artışını dizginlemesinde temel zorluk teşkil ediyor” ifadelerine yer verildi. Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kent lokantasını yemek yiyen 77 yaşındaki İstanbullu Hüseyin, FT’ye “Taze meyve ya da et alamıyorum. Pazara her gittiğimde fiyatlar değişiyor” dedi. Haberde “Merkez Bankası’nın faizleri yüzde 8,5’ten yüzde 50’ye ve kredi kartlarının aylık azami faiz oranını 3 kat artırarak yüzde 4,25’e yükseltmesine, vergi artışlarına, asgari ücretin tekrar yükseltmeyeceğine yönelik açıklamalara ve Kamuda uygulamaya konan Tasarruf Paketi’ne rağmen, program, yatırımcılardan övgü alıyor, ancak Türk halkına yansımıyor” denildi. Durumu ve FT’nin yorumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

K – Tam olanı yansıtan bir haber. Tabii ki bu enflasyonist ortamda yatırımcılar için iyi olan şey tüketiciler, sade vatandaş ve özellikle dar gelirliler için kötü oluyor. Konu şu: Yabancı yatırımcı Türkiye’ye girerken dövizini bozdurup TL alıyor ve bununla yatırım yapıyor. Faize, Borsa’ya durum böyle. Yatırımcı borsadan veya faizden para kazanıp çıkarken TL’yi tekrar dövize çevirmek zorunda. Ancak o süreç içinde Türkiye’de ciddi enflasyon varsa, TL’yi dövize çevirirken ilk dövizden TL’ye geçişe göre ne kadar zarar göreceğini “kestiremiyor”. Bunun için de baştan Türkiye’ye yatırım yapmak istemiyor. İstediği parasını alıp çıkarken aşağı yukarı ne kadar kazanacağını “kestirmek”. Bu “kestirme” işlemini, yani “yatırımcıya garanti verme” işlemini de enflasyonu düşürerek sağlamak mümkün. Bunun için, yani enflasyonu düşürmek için piyasadaki para miktarını azaltmak ya da en azından çok arttırmamak gerek. Bunun en kolay yolu özellikle dar gelirlilerin yaşamak için büyük oranda bağımlı oldukları gelirlerini yani ücret ve maaşlarını kısmak, arttırmamak. Ancak enflasyonu düşürmek sadece buna bağlı değil. Piyasadaki para miktarını azaltmak için tasarruf yapmak, vergileri arttırmak, kredi kullanma olanaklarını azaltmak gibi önlemler de alınıyor. Bunlardan “tasarruf yapmaya” yeterince önem verilmediğini geçen açıklanan çok yetersiz tasarruf paketiyle şahit olduk. İsrafın sorumlusu olanların tasarruf yapması çok zor. Diğer bahsettiğim maaşların sabitlenmesi, vergilerin artırılması, kredilerin kısılması gibi önlemler ise en başta dar gelirliyi vuruyor. Mehmet Şimşek esasen çalıştığı yabancı sermayenin isteklerini karşılamak için bu tarz bir politika uygulanmasını istiyor. Alternatif olarak bir başka iktidar olsaydı hem devletin kira, satın alım gibi cari işlemlerinde tasarruf yapılabilir, hem de mevcut yapılan garantili ödemeler, yap işlet devret gibi büyük çaplı projeler baştan aşağı gözden geçirilebilirdi. Buralardan büyük tasarruf sağlanırdı. Ancak bunları zaten yapan bugünkü iktidar olduğu için, geriye kalan önlemler en başta dar gelirli geniş halk kitlelerini etkileyen önlemler oluyor.

 

GÖZLEM – ABD’nin önde gelen yatırım bankalarından Morgan Stanley, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın açıkladığı faiz kararı öncesinde yaptığı “faiz, dolar ve enflasyon tahminleri” açıklamasında, “TCMB’nin Kasım ayına kadar faizi yüzde 50 seviyesinde tutacağı, yıl sonunda ise 2 faiz indirimiyle yüzde 45’e düşürüleceği” öngörüldü. Hafta içinde Merkez Bankası da politika faizini hakikaten yüzde 50’de tuttu. Morgan Stanley’in açıklamasında, “TCMB’nin para politikasının iç talep ve enflasyondaki gecikmeli etkilerini izlemeye devam edeceğinin ve faiz artışı için kapıyı açık bırakmasının, ek likidite adımları atmasının beklendiği” ifade edildi, “Dolar/TL için yıl sonu beklentisi 36 TL olarak” verilirken, “enflasyon için yılsonu enflasyon beklentisi yüzde 43,4 olarak” korundu. Sizin görüşünüz?

K – Morgan Stanley de diğer büyük yatırım kuruluşları da öngörü ve beklentilerini doğrudan Mehmet Şimşek ve yeni Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’dan alıyorlar. Buna şüpheniz olmasın. Bu nedenle bahsettiğiniz tüm öngörü ve beklentileri ekonomi yönetiminin “gerçek niyetleri” olarak kabul etmek gerekir. Tabii ki bu niyetlerin gerçekleşip gerçekleşmemesi pek çok başka etkene de bağlı. Matematiksel olarak yıl sonunda enflasyonun yüzde 43,4 çıkması için içinde bulunduğumuz Mayıs ayı ile Aralık ayları arasındaki toplam enflasyonun yüzde 23 olması gerekir. Mayıs ayı içinde yapılan ve daha da yapılması beklenen tüm vergi artışları ve zamları dikkate aldığınızda, gelecek 8 ayda enflasyonun bu kadar düşük kalması ihtimalinin ne kadar az olduğu ortada. Ama bunu bir yana bırakın ve hakikaten de enflasyonu gelecek sekiz ayda yüzde 23’de bırakmayı başaracaklarını varsayın. Dolar şimdi 32,2, sene sonu hedefi 36 TL. Bu durumda enflasyon yüzde 23 iken dolar kurundaki artışın yüzde 11,8’de kalması bana göre mümkün değil. Bu zaten çok değerli kalmış olan ve ihracatçıların şikayetlerine, ithalatın da artmasına neden olan TL’nin dolar karşısında yüzde 10 daha değerlenmesi anlamına geliyor. Bu durumda, Türkiye’nin turizmde yakaladığı ivmeye karşın sene sonuna doğru cari açık iyice artar ve doları baskı altında tutmak iyice zorlaşır.

 

GÖZLEM – TCMB eski Baş ekonomisti Prof. Dr. Kara, Mart sonunda Merkez Bankası’nın toplam net döviz alımına ve Mart ayı sonundan beri toplam net 50 milyar dolarlık döviz alımına dikkat çekerek, “Tarihimizde eşi benzeri yok, fren patladı, çok kötü olacak” dedi. Yabancıların, döviz varlıklarını satıp Türk Lirası’na geçtiğinin, Vatandaşların, döviz mevduatlarını Türk Lirası’na çevirdiğinin, Şirketlerin, döviz borç alarak bir kısmını Türk Lirası’na çevirdiğinin altını çizen Kara, “Son beş yıldaki yavaş çekimde tren kazasına gidiş filmi, tren çarpmadan hızlı çekimle geri sayıyor” benzetmesini yaptı; haklı mı?

K – Haklı. Bir noktada patlayacak. İktidar, enflasyon kalıcı olarak düşürülene ve bu yolla yabancı sermaye ikna edilene kadar, geçici olarak döviz kurunu baskılayıp yabancı yatırımcı çekmeye çalışıyor. Böylece yabancı yatırımcının ülkeden çıkarken, getirdiği dövizi aşağı yukarı aynı değerden satın almak suretiyle kazancını “kestirebilmesi” ve bu şekilde ülkeye yatırım yapması amaçlanıyor. Ancak bu sistemin,  iktidarın cari açık ve veya başka nedenlerle bu baskılamayı yeterince uygulayamayacağı bir noktada, büyük bir döviz artışıyla çökmesi ihtimali hep var.

 

GÖZLEM – Türkiye nüfusunun artış hızı geçtiğimiz yıllara göre oldukça azalarak son 10 yılda %1,34’ten %0,11’e geriledi. Buna karşılık, TC vatandaşlığına geçenler başta, ülkemizde yaşayan göçmenlerde doğum hızı, Türkiye nüfusunun artış hızından çok fazla. Doğum hızı büyük şehirlerde düşerken, Anadolu’nun köy ve beldelerinde artıyor. Bu tabloyu doğuran sebepler ve ülkenin geleceği bakımından ne ifade ediyor, yorumlar mısınız?

K – Göçmenlerle yaşanan sıkıntı ve çatışmalar en azından belli bir süre artacak. Buna bağlı olarak Türkiye’deki suç oranı ve bu kesimlerin topluma veya bireylere vereceği diğer zararlar işin doğası gereği “her şekilde” öncesine göre artacak çünkü eğer bu kitle gelmeseydi, Türkiye’de “olmayacakları” için işleyecekleri suç ve kötülükler burada yapılmamış olacaktı. Bize göre görece daha düşük entelektüel seviye ve farklı, daha gerici bir kültürden gelen göçmenlerin değerleri bizim toplumun ortalamasını düşürecek, topluma olumsuz yansıyacak. Pek çok alanda daha ucuz maliyetle çalışan göçmenler sayesinde belli bir iş sahibi kesim daha fazla ve kârlı iş yapacak. Bu gelir artışı, ülkelerine göre çok daha iyi durumdaki bir ülkede yaşayan göçmenlere de yarayacak. Belki görgü ve vizyonları gelişecek. Hiç şüphesiz gelen göçmenlerin içinde Türkiye’ye ciddi katkılar sağlayacaklar da olacak. Ancak zarar veren ve verecekler de olacak.

 

GÖZLEM – MetroPOLL Araştırma Şirketi’nin “Türkiye’nin en beğenilen siyasetçileri” anketi ilginç bir sonuç verdi. Belirlemeye yönelik bir anket gerçekleştirdi. MetroPOLL Araştırma’nın Kurucusu Özer Sencar’ın “Mansur Yavaş’ın beğenisi şimdiye kadarki ölçümlerin en yüksek seviyesine ulaşmış. Ekrem İmamoğlu mevcut durumunu koruyor. Erdoğan’ın beğenisi yüzde 40’ın altına düşmüş. Özgür Özel’in beğenisi artış yönünde değişiyor” diye yorumladığı ve 2235 kişiyle gerçekleştirilen ankette ilk sırayı yüzde 65.8 ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş aldı. Onu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu 52.8 ile Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan yüzde 38.3 ile, CHP Genel Başkanı Özgür Özel yüzde 36.2 ile, Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan yüzde 33 ile, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yüzde 25 ile, İyi Parti Genel Başkanlığı’nı bırakan Meral Akşener 9.7 ile izledi. Yorumunuz?

K – Mansur Yavaş bu son dönemde tartışmaların, küçük oyunların, hamasetin içinde yer almayarak siyaset üstü dürüst ve sakin görüntüsüyle büyük puan topladı. Ne Özgür Özel’in, ne de Ekrem İmamoğlu’nun onun kadar “gerçek” bir görüntüsü olduğunu söylemek mümkün değil. Sadece muhalefetin değil, bugün iktidara oy veren pek çok yurttaşın da ülkenin başında görmek isteyeceği bir lider. Özgür Özel de yerel seçim başarısıyla büyük puan topladı. Bazen biraz fazla “zorluyor”, bazen biraz fazla “olmayacak duaya amin” diyerek inandırıcılığını azaltıyor. Yine de beğenisinin arttığı kesin. Ekrem İmamoğlu da biraz fazla siyasi, reklamvari pazarlama yapmasına karşın ciddi ve sorun çözücü bir kimlik sergiliyor. Hakikaten kumaşında da var ama iyi de pişti ve sol ve CHP açısından Türkiye’yi düzelteceği ümidi veren en olası lider oldu. Erdoğan çok yoruldu ve yıprandı. Çok fanatik destekçileri dışında muhafazakâr kesim ona alternatif olarak, özellikle CHP ile birlikte görüntü vermediği için Fatih Erbakan’ı görüyor. Erbakan pek çok kesimi şaşırttı, babasına göre çok daha ciddi, ama babası gibi hem çok zeki, hem de çok yerinde analiz ve tespitler yaparak iktidara ciddi eleştiri getirebiliyor. Katı gerici fikirlerine karşın muhalifler içinde de diğer seçenekler düşünüldüğünde Erbakan’a dönük bir “sempati” var. MHP’nin oyu düşünüldüğünde Devlet Bahçeli’nin 25 puanının büyük kısmının bugün iktidara oy verenlerden geldiği anlaşılıyor. MHP’yi 10 puan kabul etsek, demek Bahçeli’nin beğenisinin 15 puanı AKP’lilerden geliyor. AKP son seçimlerde yüzde 35,5 oy almıştı. Demek ki AKP’lilerin içinde kabaca MHP ve Bahçeli ile ortaklığı onaylamayan 25 puanlık bir kesim var. Yani aşağı yukarı her üç AKP’liden ikisi MHP ve Bahçeli’yi onaylamıyor. Akşener’e dönük beğeninin hâlâ yüksek olmasını ise her şeye rağmen geniş kitlelere vermiş olduğu “umuda” ve kendi içindeki tüm gidip gelmelerine karşın “anlaşılır” ve “dürüst” olmasına bağlıyorum.

 

GÖZLEM – CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, MHP Genel Bahçeli’nin kendisine sorduğu “Sinan Ateş cinayeti ile ilgili” 4 soruya karşı sorular yöneltirken, “Bahçeli’nin sormaya utanmadığı 4 soruyu önünü koyan iki arsız metin yazarı” diyerek işaret ettiği MHP’nin iki numaralı isimleri İzzet Ulvi Yönter ve Semih Yalçın’dan…” En küçük ilgi ve alakamızın söz konusu dahi olmadığı bahse konu cinayet iddianamesiyle ilgili dün soru kalıbı içinde telaffuz ettiğin iddialarını ispat etmezsen, alçaksın, ahlaksızsın, şerefsizsin, namussuzsun! Daha sana ne diyelim… Hodri meydan…” diye başlayan ve aynı üslupla devam eden, çok ağır bir cevap geldi. Özel’in “ikinci sıradaki isimleri hedef almasının hata olduğu” ifade ediliyor, siz ne diyorsunuz?

K – Hem ona, hem de sorduğu sorulardaki belirsizliğin yanlışlığına katılıyorum. Bazen biraz fazla “zorluyor” dememin sebebi de buydu. Meclis’te bakanlara üstü kapalı soru önergesi verir gibi sorular sormuş. Acemi gibi, MHP’lilere cevap verme ve açığından kendine saldırma fırsatı verdi. Bir defa Özel’in sorularından, konuya ilişkin çok daha fazla ve elle tutulur bilgiye sahip olduğu anlaşılıyor. O zaman bunları açıkça sorsanıza. Özel, sorduğu ilk soruda Bahçeli’nin sorduğu soruları “MHP örgütünün illallah dediği o meşhur ikili”nin sorduğunu söylüyor. Niye biliyorsanız ismini vermiyorsunuz? İkinci sorusunda Ateş cinayetinden sonra “Kimse tweet atmayacak, cenazeye gitmeyecek, taziye bildirmeyecek diyen hangi ikilidir?” diye soracağınıza, niye böyle bir talimat verdiklerini sorsanıza. “Tetikçiyi kaçıran aracın trafikte durdurulmayacak statüye kavuşturulmasında bu ikilden hangisi katkı sağlamıştır? Ateş davasının üzerine çöken siste bu ikisinin payı nedir?” diye dolaylı sorular soracağınıza “hangisi katkı sağlamışsa, bu ikilinin cinayette payı neyse”, bildiğinize göre doğrudan söyleyip ondan sonra konudan bilgisi olsa da, olmasa da her şekilde işaret edilmesi gereken Bahçeli’yi hedef alsanıza. Doğrudan Bahçeli’ye “Sinan Ateş MHP’nin başına geçmek istediğini dillendirmişti. Ateş’in katillerini Ankara’dan İstanbul’a kaçıranların Ülkü Ocakları’ndan ve bunların kullandığı aracın mevcut Ülkü Ocakları Başkanı’nın aracı olduğu ortaya çıktı. Mevcut Ülkü Ocakları Başkanı’nın bu şekilde içinde olduğu ortaya çıkan bu cinayetin haberiniz yok muydu? Bu cinayetin emrini kim verdi?” diye sorsanıza.

 

GÖZLEM – Bir yanda 1 – 0 Sarı Lacivertlilerin galibiyeti ile biten Galatasaray – Fenerbahçe Derbisinin gecesinde “sahne alan” ve savcılık soruşturmalarına kadar uzanan, dahası “eski başkan Aziz Yıldırım ile genel kurulda seçim yarışı yapacak olan başkan Ali Koç’un başrolde olduğu” senaryodan, bir yanda “Yapı Kredi Bankasındaki Koç Holding hisselerinin satılacağı” iddialarının haberleştirilmesine kadar uzanan tablo medyanın ana konuları hâline geldi; görüşünüz?

K – Galatasaray’ın hiçbir şekilde kazanmayı hakketmediği ve Okan Buruk’u bu sezon 3. hayati maçını da kaybederek, büyük bir başarı yaşayacakken kariyerinde büyük bir sorgulanma noktasına getiren maç, Galatasaraylılar için de Fenerbahçe’nin sahasında bir türlü kazanamadığı günlerinde olduğu gibi eski travmalarını hatırlatan yeni bir travma oldu. Spor basınından, Ali Koç niye maça gelmeyecekti de öncesinde “korumalarıyla stadı bastı”, niye yine bin bir türlü garip suçlamalarda bulundu, hiçbirşeyi tam olarak anlamaya imkan yok. Geçen hafta şampiyonluk ve başkanlık seçimleri ile ilgili sorunuza “Çok küçük bir olasılık olmakla birlikte şayet Fenerbahçe şampiyon olursa bu sefer de Fenerbahçe’de Ali Koç, Galatasaray’da Süheyl Batum başkan olur” diye yanıt vermiştim. “Fenerbahçe şampiyon olursa adaylıktan çekilirim” diyen Aziz Yıldırım yine de kanımca tüm bu karmaşa ile ilgili en doğru değerlendirmeyi yaptı: “Şampiyonluğu nasıl kaybettiğimizi haftaya anlatacağım. Öyle dış güçler, yan etkenler, bunları geçsinler. Galatasaray’ı nasıl yendiysen, hepsini de yenmeliydin.” Galatasaray tarafından bakınca da hakikaten eğer son iki maçında hem Fenerbahçe’ye hem de Konya’ya yeniliyorsan şampiyon olmayı hak etmiyorsun demektir.

++++++