Geçtiğimiz hafta; TBMM Başkanlığına, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi sunuldu. Teklifin ikinci maddesi “Milli Savunma Bakanlığı (MSB) kadro ve kuruluşunda kamu görevlisi iken bu sıfatı sona erenlere, bakanlığın görev ve sorumluluklarına ilişkin konularda, MSB’den izin alınmaksızın, rütbeleri dışında, görevde oldukları süre içerisinde bulundukları makam ve görevlerine ilişkin unvanlarını kullanarak, beyanat vermeleri, yazı yazmaları veya açıklamada bulunmaları halinde, fiili daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası verileceği” hususunu içeriyordu. Bu madde “emekli askerlere konuşma yasağı getiriliyor” şeklinde yorumlandı ve Anayasamızla teminat altına alınan düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle tepkiyle karşılandı.
Kanun teklifi 29 Mayıs’ta TBMM Milli Savunma Komisyonunda görüşüldü. Yoğun tepkiler ve komisyona sunulan hukuki gerekçeler sonucunda emekli askerlere konuşma yasağını içeren söz konusu madde oy birliğiyle metinden çıkarıldı.
İlk bakışta sorun kalmamış gibi görünüyor. Ama ben hala birtakım endişeler taşıdığımı ifade etmem gerektiğini düşünüyorum. Şöyle ki;
2022 yılında toplumumuzda “Dezenformasyon Yasası” olarak adlandırılan bir yasal düzenleme yapıldı. Dezenformasyonun ve yanlış bilginin basın ve sosyal medya aracılığı ile yayılmasını önlemek maksadıyla çıkarıldığı söylenen bu yasal düzenleme arzu edilen neticeyi vermedi. İktidarın propagandasına destek verenler bu düzenlemeden etkilenmedi, gerçek bilgi ve belgelerle kamuoyunu aydınlatmaya çalışanlar ise susturulamadı.
31 Mart yerel seçimlerinin hemen ardından yeni arayışlara girildi. Mayıs ayı başında Türk Ceza Kanunu’na “Etki Ajanlığı” kavramının dahil edilmesi gündeme geldi. Buna göre; basında ve sosyal medyada Türkiye Cumhuriyeti’nin lehine açıklamalar yapıyor gibi görünüp aleyhte propaganda yaparak kamuoyu oluşturanların etki ajanlığı suçlamasıyla yargılanacağı haberi yayıldı.
Yapılan açıklamalardan; etki ajanlarının “yabancı istihbarat örgütlerinin desteğiyle toplumun karar alma ve düşünme süreçlerini yöneten kişi” olarak tanımlandığını öğrendik. Böyle olunca bu düzenlemeden kimlerin etkileneceği konuşuldu. O zaman benim aklıma “ensar-muhacir, zulümden kaçanları zalimlerden korumak” gibi gerekçelerle ülkemize milyonlarca sığınmacı kabul ederek demografik yapımızın ve toplum düzenimizin bozulmasına neden olanlar ileride etki ajanı olarak suçlanırlar mı? Ya da “muhteşem bir operasyonla Suriye’deki Süleyman Şah Türbesini PKK’nın uzantılarından kurtardık” diyerek vatan toprağını düşmana terk edenler, sonra da “30 Km. derinliğinde güvenli bölge oluşturacağız” diyerek Suriye’nin kuzeyine pek çok şehide mal olan operasyonla giremeye çalışanları etki ajanlığıyla suçlamak mümkün olacak mı? gibi sorular gelmişti.
Bunların muhalefet edenleri susturmaya yeterli olmayacağı görülmüş olmalı ki; yine mayıs ayı başında TBMM Dijital Mecralar Komisyonu toplantısında “bir kurumsal yapı tarafından üretilen haberlere telif hakkı ödenmesi” konusu gündeme getirildi. Bu düşünce uygulamaya konur mu bilemiyorum. Eğer bu yönde bir düzenleme yapılırsa, bu düzenlemeden öncelikle basında ve sosyal medyadaki bir haberi kullanarak aleyhte yorum yapanlar ve muhalif yerel gazeteler etkilenecektir kanaatindeyim.
Dikkat edilirse son zamanlarda toplumu aydınlatmaya çalışan kesimin susturulması için gereken her şey yapılmaktadır. Emekli askerlere konuşma yasağı içeren madde tekliften çıkarılmış olsa bile bilgi ve tecrübeleriyle katkı sunmaya çalışan emekli askerlerin önünde daha pek çok engel vardır.
Emekli askerler halen “askeri vesayetçi ve darbeci” olarak suçlanmaya devam edilmektedir. Vaktiyle çok sayıda general, subay ve astsubayın Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk v.b. kumpas davalarıyla tasfiye edilmesi yeterli görülmemiştir. Ülkemizdeki tarikat ve cemaat yapılanmasının tehlikesinden korunmak için dönemin hükümetinin aldığı 28 Şubat kararları suçlamaya dönüştürülmüş, Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesi yıllarca hapislerde tutulmuş, bu da yeterli görülmemiştir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesinin önemine ve yurt savunması için gerekliliğine dikkat çeken, görevdeki bir amiralin bir tarikat evinde cübbe ve sarıkla poz vermesine tepki gösteren emekli amirallerin sabaha karşı evleri basılarak gözaltına alınmaları istenen etkiyi yaratmamıştır.
Bir teğmenin 10 Kasım Atatürk’ü anma töreninde Atatürk resmini takmamasına tepki gösteren devre arkadaşlarının TSK’dan ihraç edilmesi, Atatürk ve Cumhuriyetimizi savunanların, ülkemizdeki tarikat ve cemaatlerin oluşturduğu tehdide dikkat çekenlerin “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekle” suçlanması toplumumuzun çok büyük bir kesimince haksızlık olarak değerlendirilmiştir.
Halkımızın birlik ve beraberliği, vatanımızın bölünmez bütünlüğü için çaba harcayanlar ve bu değerlerimize tehdit oluşturan uygulamalara dikkat çekenler susturulmaya çalışılırken, televizyonlarda harita başında Silahlı Kuvvetlerimizin operasyonlarının ayrıntılarını ifşa ederek askerlerimizin güvenliğini riske sokanlar, bu operasyon planlarını basına servis edenler, yapılacak operasyonları aylar öncesinden ilan eden devlet adamları dikkatlerden kaçırılmaktadır. Bence asıl susturulması gerekenler ülkemizin ve Silahlı Kuvvetlerimizin güvenliğini riske sokanlar olmalıdır.
Öyle görünüyor ki; ülkemizdeki tarikat ve cemaat yapılanması, PKK terör örgütünün ABD’nin desteğiyle Suriye’ye yerleşmesine neden olan hatalar, milyonlarca sığınmacının ülkemize yerleştirilmesi ve vatandaş yapılması, Ege ve Doğu Akdeniz’de verilen tavizler gibi ulusal güvenliğimiz için tehdit içeren gelişmelerin ve uygulamaların sorgulanması rahatsızlık yaratmaktadır. Bu nedenle; şimdilik emekli askerlere konuşma yasağından vazgeçilmesi çok da rahatlatıcı değildir. Bu konularda muhalefet edenlerin susturulması için daha çok çaba harcanacaktır kanaatindeyim.