29 Mayıs 2024 tarihi mensubu olmaktan onur ve gurur duyduğum Maliye Hesap Uzmanları Kurulu’nun kuruluşunun 79. Yılıydı. Bu nedenle “Hesap Uzmanları Vakfı” İstanbul’da “Enflasyonla Mücadele ve Merkez Bankacılığı” konulu bir panel düzenledi. Panelin açılış konuşmasını Hazine ve Maliye Bakanı Sn. Mehmet Şimşek yaptı. Panelin moderatörlüğünü de Merkez Bankamızda Baş Ekonomist ve Genel Müdür olarak görev yapmış olan Prof. Dr. Hakan Kara gerçekleştirdi. Panel konuşmacıları ise Polonya eski başbakanı ve Merkez Bankası eski başkanı Prof. Dr. Marek Belka ile Macaristan eski Merkez Bankası Başkanı Andreas Simor’du. Bu panelde Sn. Bakan Şimşek bir sunum gerçekleştirdi. Gerek Sayın bakanın sunumuna ilişkin görüşlerimi ve gerekse panel konuşmacılarının açıklamalarını bu hafta yazı konusu yapacaktım. Ancak “Gazze” de yaşanan insanlık dramının, küresel vicdanın susarak, susma suretiyle veya bir kısım ülkenin yaptığı gibi vahşetin onaylanarak sürdürülmesi beni bu hafta bu konuya öncelik vermeme neden oldu. Panelle ilgili görüşlerimi haftaya açıklanacak “Mayıs” ayı enflasyonu ile ilgili değerlendirmemde aktarmaya çalışacağım.
Söz konusu insanlık dramı konusunda Ekim/2023 tarihinde “İki yanılsamanın sonu Filistin-İsrail Çatışması” adıyla bir yazı yayınlamıştım. Okurlarımız hatırlayacaklardır. Söz konusu yazıda Columbia Üniversitesi profesörlerinden Hamid Dabashi’nin İsrail-Filistin çatışmasıyla ilgili değerlendirmelerini aktarmıştım. Yazının sonunda şu belirlemeyi okuyucularıma aktarmıştım; “Tarihsel olarak zarar görmüş ve sistematik olarak kötülenmiş aynı topraklarda yaşayan iki halk olan Yahudi ve Filistinlilerin sorunun çözümü ve sürdürülebilir barış için bir araya gelmeleri kaçınılmazdı. Vicdan, hakkaniyet, iyi niyetli bakışlar, görüşler halen az da olsa mevcut.”Ne yazık ki bugün geldiğimiz noktada İsrail’in son mülteci kampına yaptığı insanlık dışı saldırı bardağı taşıran son damla olmuştur. İsrail’in güvenli bölge diyerek Gazze den sürdüğü yerde (Refah) çadırlarda yaşayan insanları kadın, çocuk, yaşlı demeden bombalaması ve yanarak ölmelerine neden olması vahşetin geldiği son noktadır. Ayrıca bu mağdur insanlara yapılan yardımların engellenmesi, un dağıtımı yapan kamyonların bile bombalanması katliamın soykırım niteliğine büründüğümü kanıtlıyor. Söz konusu yazımda bahsettiğim az da olsa mevcut olduğunu düşündüğüm vicdan, hakkaniyet ve iyi niyetli bakış ve görüşlerin olmadığını üzülerek öğrenmiş olduk.
Katliamın son bilançosu inanılmaz boyuta geldi. 15 bini aşkın çocuk, 10 bini aşkın kadın, enkaz altında kalan en az 10 bin kişi. Hastanelere ulaşan ölü sayısı 35 bini, yaralı sayısı 80 bini geçmiş durumda. Operasyonun başladığı tarihten bu yana saldırılarda 77 bin ton patlayıcı (bu patlayıcıların ve birçok silah mühimmatın ABD tarafından temin edildiği herkesçe bilinmektedir.) kullanıldığı ve 87 bin konutun tamamen yıkıldığı belirtiyor. Saldırılara maruz kalanların yüzde 71’i kadın ve çocuk. İsrailli askerlerin baskın yaptığı hastanelerde 7 toplu mezar bulundu. Bu mezarlardan 520 Filistinlinin cenazesinin çıkarıldığı belirtiliyor. 2.3 milyon nüfustan 2 milyon kişi yerinden edildi. İbadethaneler, hastaneler, tarihi ve kültürel varlıklar dahi hedef alındı.
“Meşru müdafaa boyutlarını aşan bu operasyonlar sadece bir örgüte değil, bir halka, bir örgütsel yapıya değil tüm bölgedeki yerleşim yerlerine, tüm sivil insani tesislere yönelik bir yok etme girişimine dönüşmüştür. İsrail meşru müdafaanın makul, gerekli orantılı olma ilkelerini aşmış, saldırgana değil sivillere yönelik topyekûn cezalandırma harekâtı sürdürmektedir. Çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere binlerce sivil yaşamını kaybetmiş, okul, hastane ve ibadethaneler vurulmuş, yerleşim yerleri yerle bir edilmiş, adeta bir dini etnik gruba yönelik etnik temizlik yapmaya varan bir vahşet tablosuna sebebiyet vermiştir” tespitinde bulunan Prof. Dr. Yalçın Akdoğan (Aydın Üniversitesi İstanbul) “İsrail’in Gazze Katliamı UCM (Uluslararası Ceza Mahkemesi) ye Savaş suçu mu, Devlet Terörü mü” makalesinde şu sonuca varıyor.
“Sistematik, iradi, kasıtlı ve dünyaya deklare edilerek sivillere karşı girişilen bu katliamlar açık savaş suçu olmanın ötesinde insanlığa karşı suç, barışa karşı suç kategorisinde bileşik suçlar silsilesidir. İsrail’in bir kısmı kendi vatandaşı olan sivillere yönelik hukuk dışı şiddet uygulamaları ise devlet terörü olarak adlandırılabilir.”
Bu vahşet niteliğindeki katliama dünya genelinde maalesef barış yolunu açabilecek bir tepki de oluşmamıştır. Küresel vicdan iflas etmiş, kendilerine Hitler’in uyguladığı soykırımı başka bir etnik gruba soykırım yaparak aynı suça İsrail ortak olmuştur. Batı ülkelerinin yönetimleri birkaç istisna dışında ABD ve AB başta olmak üzere olaya suskun kalarak adeta onaylamışlar ve sürece seyirci kalmışlardır. (Bu konuda, Norveç, İrlanda ve Slovenya Filistin’i birleşmiş milletler kararları çerçevesinde tanıyarak diğer onaylayan ülkelerden istisna olduklarını kanıtlamışlardır.)A.B. deki ülkelerin sesli sessiz onayları dışında halkları ve öğrencilerinin protesto gösterileriyle sürece tepki verdiklerini de unutmamalıyız. 57 İslam ülkesinin gerek yönetim gerekse halklarının tepkisiz kalması onları da katliamı onaylayan ülkeler sınıfına sokmuştur. Amerika’da Columbia Üniversitesindeki öğrencilerin gerçekleştirdiği kampüs protestoları ülkenin tüm okullarına yayılmış. 400’dan fazla gösteride 2 bine yakın öğrenci gözaltına alınmıştır. Protestolar Sorbon dahil Avrupa’daki üniversitelere de sıçramıştır. ABD medyası bu konuda ikiye (bir kısmı protestoları onaylamakta diğer bir kısmı ise protestoların haksız ve provakatif niteliğinde olduğu şeklinde) bölünmüştür. (Oksijen Gazetesi 3-9 Mayıs) İfade özgürlüğünün nüvesi addedilen Üniversitelerde akademik özgürlükler dahi tehlikeye girmiştir. Üniversite bağışçılarının bağışlarını geriye çekme tehlikesi insanlık, özgürlük ideallerini bertaraf etmeye yetmiştir. Harward Üniversitesi Filistin’i destekleyen 13 öğrenciye diploma vermeme kararı almıştır. Mezuniyet töreninde bu konu konuşmacı öğrenci tarafından protesto edilmiştir. Aynı üniversitenin mezuniyet töreninde konuşan Shurithi Kumar diploma verilmeyen öğrencilere yapılan muameleyi protesto ederek” sivil hak ve demokratik prensiplerin korunması ile etnik olarak hedef alınmanın eleştirilmesi gerektiğini” belirtmiştir.
Ülkemiz yönetiminin tepkisi ve bazı istisnai protesto gösterileri dışında sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, sanatçılar, yazarlar ve bağımsız kanaat önderleri de yine birkaç istisna dışında maalesef yeterli bir tepki ve protesto sınavlarında bütünlemeye kalmışlardır. İnsanlık adeta büyük çoğunluğuyla bu vahşete bigâne kalarak vicdanlarını iflas ettirmiş durumdadır. Katliamların soykırıma dönüşmesinin yakın geçmişte de acı örneklerini hatırlamakta yara görüyoruz. Bosna’da Boşnak katliamının unutması mümkün değil özgürlük ve demokratik standartlar sıralamasında ön sıralarda yer alan birçok batı ülkesi soykırım niteliğindeki Müslüman Boşnakların katliamına seyirci kalmışlardır. Yıllar sonra LAHEY Adalet Divanı’nda mahkumiyet kararları maalesef bu acıların soğumasına çok fazla katkı sağlamamıştır. Bosna’nın mümtaz lideri Aliya İzetbegoviç’in sözlerini anımsıyorum. “Ne yaparsanız yapın soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.” Yine aynı bilge’nin bazı hakperest batılılarca da teyit edilen şu ifadesine de yürekten katılmamak mümkün değil.“Bunu hiç unutma evlat! Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır. Bugünkü refahı devam ede gelen sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur.”
Uluslararası Adalet Divanı İsrail’in askeri operasyonlarını Filistin halkı için acil risk oluşturması nedeniyle durdurmasını, insani yardımlar için sınır kapılarını açmasını, soruşturma ve inceleme yapacak yetkilerin Gazze’ye girişine izin vermesini emretti. Hukukçulara göre bu, delilerin yok edilmesini önlemek için alınmış çok önemli bir tedbir kararı. Bu karardan hemen sonra İsrail Gazze-Mısır sınırındaki koridorun kontrolünü de ele geçirdi. Daha önce defalarca İsrail yetkilileri bu tür kararlara uymayacağını beyan ettiğinden sonuç alınmasının çok kolay olmayacağı düşüncesindeyiz. Zira ABD tüm işgal ve katliam sürecini onaylayan bir politika izliyor.
Yazımızı ünlü Şair Erdem Bayazıt’ın mısralarıyla bitirmek uygun düşecek. “Dünyanın en uzun hüznü yağıyor, yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne”