Düzenli olarak her ay işsizlik verileri açıklanır. Her seferinde iş gücüne katılım yüzdesinin düşük olduğu, özellikle de kadınlarda bu oranın daha düşük seviyede kaldığı, yazılır, çizilir.
Bu açıklamalarda nedense; geliri sınırlı ailelerde, çalışmayan eşin sosyal güvencesi olmadığı gerçeği pek gündeme getirilmez. Oysa bir ev kadınının gün boyu evinde adeta didinerek gördüğü hizmetlerin parasal değeri, hele bugünün koşullarında, çok yüksektir.
Yazlık yerlerde ev işlerine giden kadınların günlük yevmiyesi 3 bin TL olduğu söyleniyor. Aylıkçılarda bile bu rakamın 25-30 bin TL’den aşağı olmadığı ifade ediliyor. Yine bir beyaz yaka aile, çocuklarını kreşe verdiğinde aylık en az 30 bin TL bedel ödüyor. Bir aşçının, bir esnaf lokantasında ücreti hiç de az değildir.
Hülasa edersek; çamaşır, bulaşık, her türlü temizlik, çocukların bakımı, yemek yapılması… , tüm bunları ev kadını, evinde, tek başına, tabii ki karşılıksız yapıyor. Sonra da istatistikler helak olmuş kadını “iş gücüne katılmayan kesim” olarak tasnif ediyor. Açık gerçek; verilen emeğe dair, asgari ücretle geçinen aile düzeni içinde, isteğe bağlı bir güvencesi, emeklilik ödentisi, hayal bile edilemez. Neticede bu fedakâr insanlar hiçbir sosyal güvenceye sahip olmadan yaşamlarının geleceğine dair bir, belki sadaka seviyesinde, belirsizlik ortamında yaşarlar.
Bu haksızlığa duyarsız kalmak sosyal devlet anlayışı ile bağdaşamaz. İktidar ve muhalefet partilerinin, bu duruma mesafeli kalmaları anlaşılır gibi değildir.