Yunanistan; geçtiğimiz hafta, Trakya’da Türkiye sınırının sıfır noktasında bir askeri tatbikat yaptı. Bu tatbikat bir “nehir geçiş harekâtı” tatbikatıydı. Askeri literatürde nehir geçiş harekâtı bir taarruz harekatıdır ve sınırı nehirlerle çizilen hasım ülkenin topraklarına zorla girmek için icra edilir. Yunanistan’ın Türkiye’den başka nehir sınırı olan komşusu yoktur. O halde Yunanistan’ın bu askeri hazırlığının amacı nedir, böyle bir tatbikatı ne maksatla yapmıştır? Yunanistan’ın nehir geçiş harekâtı tatbikatını; ABD, Mısır, Ermenistan, Bulgaristan, İtalya ve Kıbrıs Rum Kesimi’nden gelen bakan, bakan yardımcısı ve genelkurmay başkanı seviyesindeki gözlemciler takip etti. Bu ülkeler Yunanistan’ın bu askeri hazırlığını neden takip etme gereği duymuşlardır, kime nasıl bir mesaj vermektedirler? Ülkemizde sorumlu makamda olanlar bunları sorgulamadılar, tepki göstermediler.
Üstelik bu tatbikat; 1923 Lozan Antlaşması’na Ek Trakya Sınırlarına İlişkin Sözleşme gereği sınırın her iki tarafında oluşturulan 30 Km.lik silahlardan arındırılması gereken bölgede konuşlu Yunan 31’nci Tugayı tarafından, silahlardan arındırılması gereken bölgede icra edildi. Yunanistan’ın bu sözleşmeyi nasıl ihlal ettiğini ve Türkiye’nin umursamaz tavrını 10 Mayıs’ta Gözlem Gazetesinde yayımlanan yazımda anlatmaya çalışmıştım. Görünen o ki; Yunanistan, bugüne kadar Ege’de antlaşmalar hilafına işgal ettiği Türkiye’ye ait ada, adacık ve kayalıklarla yetinmemiştir. Bu defa Trakya sınırımızda, arkasına aldığı ülkelerin desteğiyle gövde gösterisi yapmaktadır. Ülkemizde her vesileyle “milli bekadan” bahsedenler bütün bunların üzerinde durmadılar, sözünü bile etmediler. Hatta ülke yönetimine talip olan muhalefet bile olup bitenlerin farkında değilmiş gibi davrandı.
Yunanistan’ın bu nehir geçiş tatbikatından bir hafta önce Türkiye’nin 25 Nisan’da başlattığı Efes 2024 tatbikatı sona erdi. Efes 2024 tatbikatını ABD, İngiltere, İtalya ve Fransa’nın yanında Güney Amerika, Afrika ve Asya’dan bazı ülkeleri temsil eden askeri gözlemciler izledi. Bu gözlemcilerin huzurunda yapılan açıklamalarda “tatbikatta herhangi bir ülkenin hedef alınmadığı” vurgulandı “önceki yıllarda icra edilen tatbikatlardan farkının; terörle mücadelede elde edilen tecrübelerin muharebe sahasına yansıtılması olduğu” anlatıldı. Biliyoruz ki; önceki yıllarda icra edilen Efes tatbikatları, Ege’de Yunan tecavüzlerini önlemek için hazırlıklı olmak maksadıyla Ege Ordusu Komutanlığı tarafından icra edilmekte ve Türkiye’nin niyet ve maksadı açıkça ilan edilmekteydi. Bu yıl ne oldu da Efes tatbikatının maksadı terörle mücadeleye dönüştürüldü? Eğer maksat terörle mücadele ise bu tatbikat neden terör tehdidi altındaki Suriye sınırımızda değil de Ege kıyılarımızda icra edildi?
Türkiye uzun zamandır Yunanistan’la “güven artırıcı önlemler” konusunu görüşmektedir. Bu kapsamda bazı adımlar atmıştır. Bununla da yetinmeyerek; Yunanistan’ın Ege’de antlaşmalar hilafına işgal ettiği ve silahlandırdığı adalara, Batı Trakya’daki silahsızlandırılması gereken sınır hattında konuşlandırdığı büyük çapta askeri birliklere, ABD ile birlikte Ege ve Dedeağaç’ta tesis ettiği askeri üslere karşı sessiz kalmıştır, durumu kabullenmiş görünmektedir. Bütün bunlara karşılık Yunanistan, Türkiye’ye karşı hasmane tavrını sürdürmektedir. Trakya sınırımızda yaptığı nehir geçiş harekâtı tatbikatı niyet ve maksadının çok açık ifadesidir.
Büyük çaplı askeri harekatlar; silahlı kuvvetlerin harbe hazırlıklarını geliştirmenin, kuvvetler arası koordinasyonu pekiştirmenin yanında tehdit algılanan ülkelere karşı caydırıcı maksat içeren güç gösterisidir. Yunanistan son yıllarda Türkiye’ye karşı hasmane tavrını güç ve kararlılık gösterisine dönüştürmüştür. Her fırsatta arkasına aldığı destekle oluşturduğu caydırıcı gücünü sergilemektedir. Yunanistan’ın Türk toprakları üzerindeki emeli ve Türk düşmanlığı yeni değildir. Milli marşında bile aşağılayıcı ifadelerle Türk Milletini hedef göstermektedir. Yunanistan, Türk Millî Mücadelesi yıllarından bu zamana kadar sergileyemediği bu cesareti bugün nereden almaktadır?
Yunanistan’ı cesaretlendiren faktörlerin başında ülkemizin düşürüldüğü durum gelmektedir kanaatindeyim. Ülkemizde; siyasal İslamcı kesim, tarikat ve cemaatler eliyle halkımızı kutuplaştırmıştır, inanç değerlerimizi istismar ederek birlik ve beraberliğimizi bozmaktadır. Sosyal ve kültürel değerlerimiz yok edilmektedir. Nüfus yapımız; dış telkin ve anlaşmalarla ülkemize yerleştirilen milyonlarca sığınmacının tehdidi altındadır. Ekonomimiz; bırakalım muhtemel bir savaşı, günlük yaşamımızı idame ettirmeye bile yeterli olmayacak şekilde bozulmuştur. Eğitimimiz milli değerlerden uzaklaştırılmakta, inanç değerleri üzerine inşa edilmektedir. Sağlık alanındaki yetersizlikler günlük sıkıntılarımızın başında gelmektedir. Sürekli “darbeci ve vesayetçi” denilerek suçlanan Silahlı kuvvetlerimiz tıpkı Balkan Harbi yıllarında olduğu gibi siyasallaştırılmaya çalışılmaktadır. Yunanistan dahil bütün hasımlarımızın korkulu rüyası olan, Kıbrıs Türk Halkının yok edilmesini engelleyen Milli Mukavemet Teşkilatımız; önce “derin devlet, kontrgerilla, gladyo” gibi suçlamalara yıpratılmış, sonra da “Arınç’a suikast” kumpasıyla lağvedilmiştir. Askeri eğitim sistemi etkisizleştirilmiş, askeri sağlık ve askeri yargı sistemleri yok edilmiştir. Yargımızın siyasetin kontrolü altında olduğu konusunda yaygın kanaat vardır. Siyaset kurumu bölünmüş, ülkemizin siyasi birliği büyük yaralar almıştır. Bütün bunlar gösteriyor ki; son yıllarda milli güç unsurlarımız büyük zafiyete uğratılmıştır.
20 yıldır Türkiye bütünüyle terörle mücadeleye angaje olmuş görünmektedir. Buna rağmen PKK ve uzantılarının bölgemizdeki kazanımları engellenememiştir. Bu tablo içinde Ege ve Trakya’daki Yunan tehdidinin; devletimizi yönetenlerin, siyaset kurumunun, Silahlı Kuvvetlerimizin ve halkımızın öncelikleri arasında yer almadığı izlenimi hakimdir.
Dikkat edilirse PKK ve uzantılarının Suriye’de kurmakta olduğu “teröristanın” da Yunanistan’ın Ege ve Trakya’daki mütecaviz girişimlerinin de arkasında ABD’nin desteği vardır. Bu durum 90’lı yıllarda Irak’ta, Son yıllarda Libya ve Suriye’de yaşananlarla benzerlik göstermektedir. Eğer PKK Suriye’deki konumunu daha da güçlendirirse Türkiye’deki amacına yönelmekte tereddüt etmeyecektir. Bunun için ABD’den işaret alması yeterli olacaktır. İşte o zaman Yunanistan’ın; asırlık amacına ulaşmak için uygun fırsatı yakaladığını düşünerek Türkiye’ye karşı harekete geçmesi muhtemeldir. Böyle bir tehdit senaryosu asla göz ardı edilmemeli, uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerimizden taviz verilmemeli, vatanımıza ve milletimize karşı yönelen her türlü tehditle mücadele için birlik ve beraberlik içinde azami gayret gösterilmeli, milli güç unsurlarımız güçlendirilmeli, caydırıcı gücümüz geliştirilmelidir.
Ülkemizde bu fikirleri savunanları “savaş çığırtkanlığı” yapmakla itham edenler vardır. Öncelikle; bu fikirlerin savaş çığırtkanlığı olmadığının bilincinde olmak gerektiğini düşünüyorum. Güçlü devletler; varlığını ve birliğini savaşmadan koruyabilme yeteneğine sahip olan devletlerdir. Güçlü devlet; kuruluş değerlerine bağlı, dış etkilerden bağımsız siyasi teşkilatlar, güçlü, bağımsız ve adil yönetim, güçlü ordu, güçlü ekonomi, birlik-beraberliğine sıkı sıkıya bağlı güçlü nüfus demektir. Ülkemiz, devletimiz ve milletimiz kuruluş yıllarımızdaki gücüne ulaştırılırsa bütün tehditleri savaşmaya gerek olmadan bertaraf edebilecektir.