“Yeni seçilerek yakın zamanda görevlerine başlayan ABD Başkanı Donald Trump, İngiltere Başbakanı Farage ve Fransa Başbakanı Jordan Bardella, birlikte ilk kez kameraların karşına çıktılar”’ şeklinde bir haber başlığı ile karşılaşırsanız şaşırmayın, çünkü bunun gerçekleşme olasılığı bir hayli fazla!
Bu ayın başında (6-9 Haziran) yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde aşırı sağın ciddi bir başarıya imza atmasının ardından Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron erken seçim kararı almıştı. Yapılacak seçimlerde, yirmi sekiz yaşındaki Jordan Bardella’nın başında bulunduğu FNJ’nin en yüksek oyu alması bekleniyor.
Bardella, 1995 doğumlu. En yoksul Parislilerin yaşadığı Seine-Saint Denis semtinde büyüdü. Esasında İtalyan kökenli. 2005 yılında, Paris’in değişik banliyölerinde görülen şiddet olaylarının ortasında kaldığında yaşı 17 idi. Bu durum, onun siyaset ile özellikle de Marine Le Pen’in aşırı sağ söylemleri ile ilgilenmeye itti. Bu yüzden, Sorbonne Üniversitesi’nde bir dönem okusa bile diploma alamadan okuldan ayrıldı ve kendisini politik çalışmalara verdi. 2017 ve geçen seneki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde FNJ’nin her şeyi olan Le Pen Ailesinin dışında bir isim olarak kampanyanın en dikkat çekici figürlerindendi ve Avrupa Parlamentosunun 2019 yılındaki seçimlerinde milletvekili seçildi. Gerçi, AP toplantılarına nadiren katılması dolayısı ile kendisinden hayalet milletvekili diye bahsedilse de dijital medya, televizyon ve TikTok kullanımında becerileri sayesinde giderek popülerleşti, sonuçta da geçen seneden bu yana da partinin genel başkanlığı koltuğunu kaptı!
Marine Le Pen’in partiyi ona teslim etmesinin nedeni, karizmatik kişiliği ve parti ile oy kullanacak gençler arasında daha organik bir bağ kurma isteği, hiç kuşkusuz. Düşünceleri, göçmen ve Avrupa Birliği Regulasyonlarına karşıtlık düzleminde aşırı sağ spektrumda şekilleniyor.
Eski muhafazakar partili Nigel Farage’ı ise ‘Brexit’ için yaptığı adanmışlık derecesindeki politikalarından hatırlarsınız. Uzun bir sessizliğin ardından, İngiltere Başbakanı Rishi Sunak’ın geçen haftalarda kraldan parlamentoyu fesh etmesini istemesi ile reform UK Partisi genel başkanı olarak politikaya hızlı bir geri dönüş yaptı.
1964 doğumlu Farage, borsacı bir babanın oğlu. Soyunun 16 yüzyılda Fransa’da örgütlenen Protestan Kalvenistleri olan Huguenot’lara dayandığı söylense de kesin olan gerçek, atalarının 1860’larda Almanya’nın Frankfurt kentinden Londra’ya göç ettikleri. Okuduğu Dulwich Kolejinde, arkadaşları onu faşist düşünceleri ile hatırlıyor. Göçmen ve Avrupa birliği karşıtlığı o kadar yoğun ki 1992 yılında dönemin İngiltere Başbakanı John Major, ülkesi ile Avrupa Birliği arasındaki anlaşmayı imzaladığında uzun yıllar üyesi olduğu partiden istifa etmekte bir dakika bile kararsızlık yaşamadı. Ama ironik bir şekilde AP’nin 1999, 2004, 2009 ve 2014 seçimlerinde aday olarak buradaki parlamenterliğine devam etti!
Kariyerinin parlaması ise Brexit kampanyalarının kilit ismi olarak belirdiği 2016 yılına dayanıyor. Nitekim, Farage neredeyse tek kişilik ordu gibi, AB ile ülkesinin bağını %48’e karşı %52 oy ile koparmayı başardı. Şimdi de ülkesinin iki kitle partisi olan muhafazakar parti ile İşçi Partisi’nin zayıfladığı konjonktürde, İngiltere’nin kaderinde bir kez daha karar verici hale gelebilir!
Trump’ı ise herkes tanıyor. 14 Haziran 1946’da doğan Trump, 80 yaşına dayandı. Farage gibi onun da ataları Alman. Büyükannesi ve büyükbabası Baden’den NewYork’a göç etmiş. Babası emlakçı, eğitim geçmişinde askeri akademi ve Wharton Instıtu’de işletme tahsili var. İş hayatına babasının mesleğinde başladı ve New York’ta bronz ve cam odaklı metalik konstrüksiyonlarla yaptığı gökdelenler yüzünden, Amerikan gayrımenkul sektöründe New York’u yenileyen adam olarak ün saldı. 1990’larda emlak kralı olarak servetinin 4 milyar dolarları bulduğu söylense de mali çöküş için uzun yıllar beklenilmesine gerek kalmadı ve Forbes gibi dergiler ile saygın ekonomi gazetesi olan Wall Street Journal’da insanlar, Trump’ın ödenmesi mümkün olmayan boyutlardaki borçlarına yönelik yazılanları okumaya başladı. Yine de toparlanmayı başardı ve politikaya atılarak cumhuriyetçilerin 2012’de başkan adayı oldu. 2016’da ise başkan seçildi. Kasım 2024’de yeniden aday!
İronik şekilde her üç kişilik de göçmen kökenli olmalarına rağmen göçmen karşıtlığı söylemlerine sarılan, ulusal güvenlik stratejilerine bağlı aşırı sağcı ideolojiler içindeler. Hiç kuşkusuz iktidara gelirlerse hem ulusal politikaları hem de dış siyaset perspektifleri bağlamında, dünyada var olan düzen için bir kırılma noktası yaratma potansiyeli taşıyacaklarından şüphe duymuyoruz. Üstelik içinde bulunduğumuz yılda yapılan seçimler ile iktidarlarını koruyan Putin, Modi, Şi Cinping, Giorgia Meloni ve Orban gibi otoriter liderler ile var olan ekonomik krizler, savaşlar ve kitlesel göç dinamikleri düşünüldüğünde, umutların azaldığı bir dünya politik haritası söz konusu!
Yaşayıp göreceğiz.