Türkiye’nin göç politikası ve sonuçları

Ülkemizde uygulanan düzensiz göç politikasının; birlik, bütünlük ve beraberliğimiz, huzur ve güvenliğimiz için çok ciddi tehditler içerdiği yıllardır söylenmektedir. Düzensiz göçmenlerin kural tanımaz davranışları sonucunda; önce Kayseri’de, ardından Gaziantep, Şanlıurfa ve Hatay illerimizde gelişen endişe verici olaylar bu görüşleri kanıtlar niteliktedir.
Aynı zaman diliminde Suriye’nin kuzeyinde, emperyalist ajanların ve radikal İslamcı provokatörlerin kışkırttığı insanların Türkiye Cumhuriyeti’nin sivil ve askeri unsurlarına, Türk vatandaşlarına karşı saldırılarının da dikkatle değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Dilerim daha ileriye gitmeden önü alınır. Ama bunun için tehdidin ne olduğunun, nereden ve nasıl kaynaklandığının, kimin kimleri nasıl kullandığının ve sorunlar doğru teşhis edilemediğinde ya da toplumsal algıya yön vermek için çarpıtıldığında neyle karşılaşacağımızın çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bu günlere, geçmişte yapılan pek çok hatanın sonucunda gelindiği, hatalarda ısrar edildiği ve daha fazla hata yapıldığı takdirde olayların daha da ileri gidebileceği inkâr edilemeyecek kadar açıktır. Öyle görünüyor ki; sorumlular da hatalarının farkına varmışlardır ve bu hataların telafisi için çalışmaktadırlar. Bu nedenle geçmişteki hataların konuşulmasının, karşılıklı suçlamalarla halkımız arasında daha fazla gerginlik ve karşıtlık yaratmanın hiçbir yararı yoktur. Yapmamız gereken ciddi ve samimi katkılarla tehdidi nasıl önleyebileceğimizi konuşmak olmalıdır.
Hataların telafisi kolay olmayacaktır. Bölgemizdeki savaşların, çatışmaların, huzursuzlukların kaynağı başta ABD ve ABD’nin yayılmacı emperyalist projesinden çıkar sağlamaya çalışan İngiltere, Fransa, İsrail gibi ülkelerdir. Bu projenin hedeflerinden bir tanesi Suriye’yi parçalayarak ülkenin kuzeyinde PKK uzantısı PYD/YPG’ye alan açmaktır. Maalesef Türkiye’nin de bu projeye katkısı olmuştur.
Bunun yanında Suriye içinde rejim muhalifi radikal İslamcı, mezhepçi ve etnik ayrımcı çok sayıda örgüt vardır ve bunlar 2011 yılından bu yana arkalarına aldıkları emperyalist destekle büyük ilerleme kaydetmişler, ülkenin büyük bölümünde hakimiyet kurmuşlardır. Türkiye de son 13 yıldır bunlardan bazılarına önemli destek vermiştir.
İsrail; bölgedeki huzursuz ve istikrarsız ortamdan yararlanarak hakimiyet alanını genişletmeye çalışmaktadır. İsrail’in günümüzdeki hedefi Lübnan ve Suriye’dir. Bunun arkasında yine ABD ve ortaklarının desteği vardır.
Rusya ve İran; çıkarları gereği bölge ülkeleri üzerindeki etkilerini sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle ABD ve ortaklarıyla mücadele içindedirler.
Böyle bir kaos ortamında bölge insanları kendi güvenliklerini sağlamak için yerlerinde kalıp mücadele etmek yerine ülkelerinden kaçmayı tercih etmişlerdir. Bunların arasında Türkiye’nin desteklediği muhaliflerin aileleri ve yakınları da bulunmaktadır. Bu durumu fırsat olarak gören emperyalist devletler ve terör örgütleri ajanlarını ve kullanışlı elemanlarını ülkelerinden kaçan insanların arasına sızdırarak hedef ülkelerdeki projelerinin aparatı olarak kullanmaktadırlar. Ülkemiz de bu emperyalist projenin hedefindedir ve son günlerde gelişen gerginliklerde bu emperyalist devletlerin ve terör örgütlerinin görevlendirdiği ajan provokatörlerin rolünün olması kuvvetle muhtemeldir.
Bu durumda öncelikle yapılması gereken sınırlarımız içinde güvenliğin sağlanması olmalıdır. Türkiye’ye sığınan düzensiz göçmenler kontrolsüz bir şekilde ülkemizin dört bir tarafına yayılmışlardır. Bunda ucuz iş gücünden yararlanarak kaçak olarak çalıştırma anlayışının büyük payı vardır. Eğer söylendiği gibi mağdur ve muhtaç göçmenlere yardımcı olunacaksa; ülkemize kabullerinde sıkı bir denetim yapılarak bunların sayısı sınırlandırılmalı, istihdamda tercih edilmeleri yasaklanmalı, ülkemizde diledikleri yerde serbestçe yaşamaları engellenmeli, vatandaşlık verilmemeli, sınıra yakın kamplarda barınmaları sağlanmalıdır.
Bunun yanında ülkemizdeki cazip ortamdan yararlanmak maksadıyla her yolu deneyerek ülkemize giren kaçak göçmenlerle ilgili haberler endişe vericidir. Uzun zamandır sınırlarımızdaki insan kaçakçılığının sektör haline geldiği dikkat çekmektedir. Bu ortamda bir generalin makam aracıyla bile insan kaçakçılığı yapıldığının ortaya çıkması olayın boyutunu gözler önüne sermektedir. Eğer durum bu noktaya gelmişse; sınırlarımızdaki zafiyetin boyutu ve organize olmuş grupların bu kaçakçılıktaki rolü tahmin edilenden daha büyüktür kanaatindeyim.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilenlerin sayısı öyle sanıyorum tahmin edilenin çok çok üstündedir. Bende bu kanaati uyandıran, ülkemizdeki özel vatandaşlık bürolarının sayısıdır. Halen yaşamakta olduğum İzmir’de ve yurt içindeki kısa gezilerimde gördüğüm tablo bile bunu yansıtmaktadır. Bu durum vatandaşlığa talebin boyutunu ve vatandaşlık taleplerine gösterilen kolaylığı ifade etmektedir. İnsan kaçakçılığının önüne geçilemediği ve düzensiz göçmenlere vatandaşlık verilmesi uygulamasına son verilmediği taktirde sorun daha da büyüyecektir.
Son zamanlarda Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki varlığı da tartışılır hale gelmiştir. Bunda Suriye Devlet Başkanı Esad’ın “ülkesindeki Türk unsurların çekilmesi” şartının payı büyüktür. Buna karşılık Türkiye Suriye’deki varlığımızın gerekçesini “bölücü PKK terörü tehdidinin sınırlarımız ötesinde karşılanması” olarak açıklamaktadır. Bence bu açıklama doğrudur, ülkemize yönelik her türlü tehdidin sınırlarımız dışında karşılanması gerekmektedir. Ancak Suriye ile geliştirilmeye çalışılan yumuşama ortamında bu önlemler Suriye’nin meşru yönetimiyle birlikte ele alınmalı ve müşterek çözüm geliştirilmelidir.
Bir diğer önemli konu da gerek kontrolsüz göçmen gerekse PKK terörü konularının iç siyasette propaganda malzemesi yapılmasıdır. Bazı muhalefet partileri sürekli geçmişteki hataları gündeme getirerek siyasi avantaj sağlamaya çalışırken iktidar bu konulardaki bütün hataların sorumlusunun muhalefet olduğunu iddia etmektedir. En son Kayseri’deki olayların sorumlusu olarak bile muhalefeti işaret etmişlerdir. Bunun yanında siyasetçilerin çözüm yöntemleri arasında da çok büyük farklılıklar olduğu dikkat çekmektedir. Bu şekilde sonuca ulaşılması zordur. Olması gereken bu tehditlerin siyaset üstü bir anlayışla ele alınması, bütün siyasi partilerin iş birliğiyle müşterek yöntemler belirlenip uygulanmasıdır. Bu aynı zamanda vatandaşlarımız arasındaki karşıtlıkları da ortadan kaldıracak, birlik ve beraberliğimize katkı sağlayacak, muhataplarımıza duruşumuz ve kararlılığımız konusunda önemli mesajlar verecektir.