Fransa nereye gidiyor?

Fransa’da sağcı partilerin kazanması beklenirken genel seçimlerin ikinci turu öncesi oluşan Yeni Sol Birlik Hareketi’nin ipi göğüslemesi, zorlu hükümet kurma müzakerelerinin başlayacağını gösteriyor. Genel seçimler sonucunda Parlamento’da Yeni Sol Birlik hareketi -NFP 180, Macron Cephesi 163, sağ popülist Le Pen’in Partisi-RN 143 sandalye ile yer alıyor. Parlamentoda mutlak çoğunluğa sahip olabilmek için 289 sandalye gerekiyor.

Fransızların pazar günü yaptığı seçime birkaç açıdan bakmak gerekiyor. Sonuç şu ki, Fransızlar ülkelerini yönetecek partileri seçti. Bu onların seçimidir. Saygı duymak gerekir. Bu yıllardır pek çok sorunla boğuşan büyük bir milletin egemen tercihidir. Fransızlara iyi öğütler vermek veya çokbilmiş bir tavırla onların iyiyi mi, kötüyü mü, akıllıyı mı yoksa aptalı mı seçtiğini söylemek bize düşmez. Bu doğru da olmaz. Bulunduğumuz yerden bakıp bir başka ülke halkının seçimlerini, iyiyle kötünün mücadelesi olarak değerlendirmek dramatik bir basitleştirme olur. Her millet kendi iyiliğini düşünerek kararlar alır ve bu aslında kimseyi ilgilendirmez. Ancak ikili ve uluslararası ilişkiler nedeni ile yapılan ulusal seçimler başkalarının hayatlarını da etkiliyor. Bende Fransa’nın seçim sonuçlarını bu bağlamda değerlendirmeyi düşünüyorum.

İkinci bakış̣ açım Emmanuel Macron’un kararı olacak. Neden her şeyi tek bir karta koyarak geleceği için kumar oynadı. Ve nasıl kazandı? Haziran başında yapılan Avrupa seçimlerinde partisinin felaket bir performans sergilediğini gören Fransa Cumhurbaşkanı korkunun ecele faydası yoktur diyerek, görev süresinin bitimini (bir sonraki başkanlık seçimi 2027’de) beklememe kararı aldı. Parlamentoyu feshederek kendi iktidarını güç duruma düşürdü. Ve tam olmasa da bir ölçüde amacına nasıl ulaştı. Genel seçimler sonucunda Le Pen’in partisi kazanamadığı gibi, hükümet kurma yetkisinin de olmadığı bir duruma düşürdü. Bu arada Macron kendi partisini de kurtardı. Macron’un etrafında toplanan merkezci blok yeni parlamentoda toplam 168 sandalye kazandı. Bu başkanın kişisel başarısı, kendisi için belirlediği hedefe ulaşmasıdır. Banko oynadı ama Fransız siyaseti üzerindeki kontrolünü de tamamen kaybetmedi. Ancak şu da bir gerçek ki, bu hedefe ulaşmanın bedeli de büyük oldu!

Şu andaki sonuç bizi yanıltmasın. Le Pen’in partisi hükümet kurmak için yeterli çoğunluğa ulaşamadı ama tek bir bloktan oluşuyor. İttifaka girmeksizin seçmenin üçte birinden oy toplayabilen tek parti olduğu unutulmamalı. Uzun bir siyasi durgunluk dönemine girilirse veya yeni yönetim beklentileri karşılayamazsa bu şüphesiz onlara yarayacaktır. Ulusal Meclis’te hepsi de mutlak çoğunluğa ulaşmaktan ve birbirilerinin önünü kesmeye hazır üç büyük cepheye bölünmüş durumda. Bir hükümete ya da koalisyona dönüşmesi Avrupa Birliği, emeklilik reformu, Ukrayna ve İsrail sorunlarına farklı yaklaşımları nedeni ile çok zor görünüyor.

Fransa’da da bloklar arasındaki bu çözülemeyecek anlaşmazlıklar sürerse, Fransa’yı siyasi bir kriz bekliyor olabilir. Fransa’nın bloke olması Avrupa Birliğini de zayıflatır. Aşırı sağa karşı cumhuriyetçi cephede bir uyanış, bir direniş olduğu, İlk turda sandığa gitmeyenler başta olmak üzere farklı kesimlere ulaşıldığı seçime katılım oranlarının artmasından anlaşılıyor. Faşizmin karşısında güçlü duygularla sokaklara dökülen, protesto yürüyüşlerine katılan sanatçıların, kadınların, gençlerin kampanyaları ile hareket eden sanki görünmez başka bir Fransız ruhu seçim sonuçlarına her zamankinden daha fazla damgasını vurdu. Fransa’da iktidar belki Rus yanlısı Le Pen’e geçmedi ama Jean-Luc  Mélenchon gibi Le Pen’den daha Rusçu ve solcu popülistlerin ana akıma dahil edilmesini sağladı.