Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, dünyada yeniden oluşmaya başlayan ikili blok, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik atmaya çalıştığı yumuşama adımları, Sinan Ateş cinayetini takip eden gazetecilere yönelik tehditler, kadınlara yönelik durmayan saldırı ve cinayetler, siyasette yaşanan gelişmeler, araç muayene istasyonlarında “ayıplı hizmet” adı altında kredi kartlarından yaptığı kesintiler konularında açıklamalarda bulundu.
****
GÖZLEM – Dünya “yeniden ikili blok etrafında toplanan ülke topluluklarına doğru” gidiyor. Bir tarafta ABD’li NATO öncülüğü var, öteki tarafta Rusya – Çin – Kuzey Kore öncülüğü var. Ve elbette bir üçüncü blok da oluşacak; “Tarafsızlar – Bağımsızlar” topluluğu… Bu bloklaşmada, “NATO üyesi olan” Türkiye ne yapacak? Dahası Şangay İşbirliği Örgütü, bu bloklaşmanın neresinde yer alacak? Putin / Biden arasında gidip gelen bir “tahterevalli politikası” daha ne kadar sürdürülebilir? Türkiye ne yapmalı?
K – Aslında bu “gruplaşmaya” bir de BRICS’i eklemek gerek. Dünya ABD – AB eksenli Kuzey Atlantik Cephesiyle, Şangay İşbirliği Örgütü de dahil bir Genişletilmiş Güney Cephesi ayrımına doğru gidiyor. Burada Türkiye’nin de içinde olması gereken “bağımsız”lığı hedefleyen ülkeler her iki cephe ile çok dikkatli ilişkiler kurup, Türkiye örneğinde görüldüğü gibi kendisine karşı olacak yaklaşımları kendi çıkarları doğrultusunda lehlerine çevirmeyi hedeflemek durumundalar. Ancak bu ülkelerin ve aslında “dünyanın” işi kolay değil. ABD, özellikle yönetiminde etkin olan silah, petrol, bilişim ağırlıklı özel sektörün desteklediği “şahin” kanadıyla dünyayı içinden çıkılamaz bir çatışma noktasına doğru taşıyor. Bunun, ABD Başkanlık seçimlerini şimdiden kazanmış gibi gözüken Donald Trump etkisiyle “yavaşlayacak” veya “kesintiye uğrayacak” olması da, kaderin bir cilvesi. Trump’un Ukrayna’da, Irak’ta ve genel olarak dünyada Amerikan askeri etkisini ve mevcudiyetini azaltma hedefi dikkate alındığında, durum “Dünyayı Trump kurtaracak” noktasına gelmiş oluyor.
GÖZLEM – “Kardeş” Esad; sonra “Katil” Esed; sonra ve bugünlerde “Sayın” Esed; sıra geldi, “Sayın” Esad’a… Acaba “yeniden ‘kardeş’ Esad olacak” günler de gelecek mi?
K – Özellikle Rusya’nın bastırmasıyla Erdoğan, bir önceki bakanlar seviyesindeki görüşmelerden sonra, Esad ile barışma konusunda, son 12 yıldaki en “yakın” noktasına geldi. Ama Erdoğan’ın ifadelerine yine de dikkat etmeli. Erdoğan son olarak Hollanda maçı dönüşü gazetecilere uçakta yaptığı açıklamalarda Türkiye’de 2 milyon Suriyeli mülteci olduğunu ifade ederek “Esed Türkiye ile ilişkileri düzeltme noktasında bir adım attığı anda biz de ona karşı o yaklaşımı gösteririz” dedi. Dikkat ediniz hâlâ “Esed” diyor Esad değil. Ayrıca hâlâ ilk adımı Esad’ın atması gerektiğini söylüyor. Yine Putin’in baskısı veya yönlendirmesiyle, Erdoğan ile görüşme yolunu açan Esad da, “Suriye’nin toprak bütünlüğü” ön şartından vazgeçmiş değil. Suriye Haber Ajansı SANA’nın Esad’ın 26 Haziran’da Rusya’nın Orta Doğu Özel Temsilcisi Alexander Lavrentiev ile yaptığı görüşmeye ilişkin haberine göre, Esad “Suriye-Türkiye ilişkisine ilişkin her türlü girişime açık olduğunu, ancak Türkiye ile müzakerelerin ‘Suriye devletinin tüm toprakları üzerinde egemenliğini sağlaması’ ve terörle mücadeleye odaklanılması ilkeleri üzerine inşa edilmesi gerektiğini” söyledi. Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki “ağır” mevcudiyeti dikkate alındığında, bu ön şartla barışma nasıl gerçekleşebilir? Türkiye bu mevcudiyetinden vazgeçip tamamen geri çekilebilir mi? Esad toprak bütünlüğü ön şartından vazgeçebilir mi? Görüşme sağlansa bile sonuç alınabilir mi? Belki bir şekilde, Türkiye’ye olan Suriyeli göçü sorununu da kapsayacak kademeli bir çözüm sağlanabilir. Ama bunun Erdoğan’ın iktidarında olabileceğine olanak bulmuyorum.
GÖZLEM – “Sinan Ateş Cinayeti davası devam ederken, Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Burak Kılıç, davayı takip eden ve yazan gazeteciler İsmail Saymaz, Erk Acarer, Barış Terkoğlu, Alican Uludağ ve Timur Soykan’ı sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla tehdit ederek “Bizler AB ve ABD fonlarının doldurduğu dolma kalemler değiliz, bizler kurşun kalemleriz. Kurşun kalemlerin de bir gün galip geleceğini mutlaka göreceksiniz!” dedi. Görüşünüz?
K – Cinayet ile ilgili ortaya çıkan bulgular, cinayetin en azından Ülkü Ocakları genel başkanı dahil üst yönetimine, ancak MHP’deki disiplin dikkate alındığında daha da yukarılara ulaştığını gösteriyor. O bulguları bir kez daha hatırlayalım: Sinan Ateş’in katilini Ankara’dan İstanbul’a eski Ülkü Ocakları Genel Merkez Yöneticisi Tolgahan Demirbaş’ın kaçırmış ve Ateş soruşturmasını 8 ay yürüten Ankara Cinayet Büro Amiri Ensar Aykal da daha sonra bu faaliyetlerle ilgili tutuklanmıştı. İddianamenin ayrıntıları, bununla ilgili bazı ifadeleri ve silinen mesajları Sözcü’den İsmail Saymaz derledi. Silinen mesajlara göre Demirbaş, Aykal’a cinayetten önce Ateş’in numarasını verip “Amirim bizim GB (Genel Başkan) istedi de. Adres lazım bize sana zahmet olmazsa” diye mesaj attı ve Aykal’ın “Reis önceki gb’ye (Sinan Ateş) çıkıyor bu numara” yanıtı üzerine de Demirbaş’ın “Aynen reis. Onun ipini çekmişler” diye yazdı. Demirbaş’ın Eski Çubuk Ülkü Ocakları Başkanı Gürsel Horat ile mesajlaşmasında da Horat’ın “Başkanım, siz daha iyi bilirsiniz. Sinan silahla geliyordu limana. Haluk’un ordan da geçebilir” ifadeleri üzerine Demirbaş’ın “Doğrudur reis, bence de öyle olacak. Ona göre yapacağız planı” demesi de bir saldırı planına işaret ediyor. Yine Ateş’in cep telefonu ve adresini bulup Demirbaş’a yollayan Ülkü Ocakları Ankara İl Başkan Yardımcısı Suat Yılmaz Zobu, Demirbaş’a “Ekibi kurduk, kafasına sıkacaklar” diye yazıyor. İddianameye konmayan Ateş’in arkadaşı eski Bursa Ülkü Ocakları Başkanı Cahit Demir’in ifadesinde de Ateş’in kendisine “Tolgahan Demirbaş’ın Haluk Türk isimli arkadaşına gelerek “eski milletvekili ve eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı) Olcay Kılavuz ve (Ülkü Ocakları’nın şimdiki genel başkanı) Ahmet Yiğit Yıldırım tarafından gönderildiğini, kendisinin (Sinan Ateş’in) kaleminin kırıldığını ve yanında yer almamasını istediklerini söylediğini” aktarıyor. T24’ten Asuman Aranca da suikasttan sonra tetikçiyi Ankara’dan İstanbul’a götüren Demirbaş ve Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Emre Yüksel’in yönetimindeki çakarlı siyah Audi’nin, Ülkü Ocakları’nın mevcut Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ın kullanımında olduğunu ortaya çıkardı. Şayet Ateş cinayeti buradan anlaşılacağı gibi mevcut Ülkü Ocakları Genel Başkan’ına kadar uzanıyorsa, bundan Devlet Bahçeli’nin haberinin olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor. Cinayet ilk işlendiğinde de Sinan Ateş’in MHP’nin başına geçmek istediği gündeme gelmişti. Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş de mahkemede eşini kastederek “Bana ‘Olcay ‘Olcay Kılavuz ve Ahmet Yiğit Yıldırım beni öldürmek için kiralık katil arıyorlarmış’ dedi” dedi. Bu nedenle üst yönetim kendini korumak için kontrolsüz bir şekilde adeta bir suçlu refleksiyle anlamsız hamleler yapıyor, tehditler savuruyor. Sinan Ateş davasının eklerine giren evraka göre hakkında 18 Nisan 2023’te kasten öldürme suçundan işlem yapıldığı ve o tarihte milletvekili olduğu için dosyası ayrılarak gerekli izinler alınmak üzere Parlamenterler Bürosu’na gönderildiği halde Olcay Kılavuz’un, “Böyle bir olayın içinde zerre dahlim olsa ben kafama sıkar kendimi öldürürüm” çıkışı da bu garip hareketlerden biriydi. Burak Kılıç’ın paylaşımı da. Kontrolsüz olduğu da paylaşımını daha sonra silmesinden anlaşıldı. “Kontrollü” bir refleks ise İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın Mayıs sonunda Meclis’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile görüşmesinin ardından eski MHP milletvekili Olcay Kılavuz’un Bahçeli’nin danışmanlığından alınması oldu.
GÖZLEM – İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya “2023 yılında 308 kadının, 2024 yılının ilk 6 ayında ise 166 kadın şiddet sonucu hayatını kaybettiğini” açıkladı ve “1 Temmuz 2024 itibarıyla aktifte 689 vaka Elektronik İzleme Merkezince aktif olarak izlenmektedir. ‘KADES’ uygulamamız da bu alanda verdiğimiz mücadelede çok önemli bir yere sahip. Hayata geçirildiği günden bugüne 6 milyon 597 bin kişi tarafından indirilen KADES uygulamasında 1 milyon 219 bin ihbar alındı. Bu ihbarlar en hızlı şekilde değerlendirildi ve en yakın güvenlik birimlerimizce müdahalede bulunuldu” dedi. Kadına karşı şiddet nasıl durdurulacak?
K – İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülerek. Bu alanda gerici siyasetçi ve partilerle kadınların elde ettiği hakların ellerinden alınması amacını taşıyan karşı yasalaşma süreci engellenerek. Cezalar, özellikle cinayet öncesi alınan uzaklaştırma ve benzeri cezaların yaptırımları çok daha fazla ağırlaştırılarak. “Seni öldürürüm, keserim, asarım” gibi sinirlilik halinde söylenmiş olabilecek tehditlere bile çok ciddi yaptırım getirilerek. Ancak bu önlemlerin çoğunu, hedefi aynı zamanda “arka bahçeleri” olduğu için mevcut iktidar alamaz. Maalesef diğer pek çok alanda olduğu gibi “kadın” konusunda da her açıdan ilerleme kaydedilebilmesi için bu iktidarın değişmesi gerek.
GÖZLEM – AKP’li eski Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan, sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda partisine yönelik ağır eleştirilerde bulundu. “Bazı bürokratlarımızın ve bazı siyasilerimizin burnu bir karış havada. Halka maraba muamelesi yapıyorlar. Fakire vergi, zengine övgü bizi felakete götürecek. Kendimize gelelim beyler. Çayın 0,50 TL’ye satıldığı yerlerden oy alarak iktidar olduk. Şu anda çayın 50 TL’ye satıldığı yerlerde oturmuş, çayın 0,50 TL olduğu yerlere uğramadığımız gibi, o insanları da hakir görüyoruz. Peki bu kafayla seçim kazanabilir miyiz? Bunun cevabını bulmazsak / bulamazsak / buldurmazsak iktidarı kaybedeceğiz Halka ekmek yerine pasta ikram etme moduna geçmemiz… Gün gelecek, Reisin oyu da bizleri kurtaramayacaktır. Şımarmışız beyler şımarmışız. Kendinize gelin beyler, halk yorgun, halk bitkin, halk çaresiz. Bu asil halk ülke ve bayrak hatırına, Ortadoğu’nun diğer ülkelerine benzememe hatırına susuyor. Sayın Cumhurbaşkanımıza güvendiğinden dolayı hâlâ sabrediyor” dedi. Siz ne diyorsunuz?
K – Gayet güzel söylemiş. Söylediklerinin çoğuna da katılıyorum. Ancak böyle konuştuğuna göre büyük ihtimalle yapılmasını istediği bir iş yapılmamış, olmasını istediği bir durum gerçekleşmemiş demektir. Yoksa bunu söylemek için niye bu zamana kadar beklesin?
GÖZLEM – Doğu’dan, Batı’ya, Güney’den Kuzey’e ülkenin her yeri sallanıyor. “Deprem öldürmez, bina öldürür” sözünün gereğini bir türlü yapamıyoruz. “Kentsel Dönüşüm” bir türlü Ankara’da “ülke gündeminin ilk sırasına konulamıyor” ve bu yüzden de “yerel yönetimlerle el ele sorunu çözecek ülke çapında bir büyük proje yürürlüğe konulamıyor! Neden?
K – Kaynak yetersizliği ve mülk hakları nedeniyle. Çoğu zaman kentsel dönüşüm yapılabilse bile haksızlığa yol açıyor. Kişinin malının değerinin azalmasına neden oluyor. Zorunlu olarak yaptırılacak olsa da kamunun kaynaklarıyla devreye girmesi gerekir. Ancak kamunun böyle bir kaynağı yok. Dolayısıyla kentsel dönüşüm ancak ve ancak rant ile beraber, rantın olabileceği yerlerde uygulamaya sokuluyor. Bana göre depremde yıkılacak zayıf binaların vereceği zararı önlemenin yolu kentsel dönüşümden değil, Japonya’nın uyguladığı gibi “yapıların iyileştirilmesinden” geçiyor. Bu estetik, yeni olmamakla ve rant yaratmamakla beraber çok daha az kaynakla, çok daha etkin, daha fazla ve yaygın biçimde uygulanabilecek bir yöntem.
GÖZLEM – Ankara’da “garip bir tablo” ortaya çıktı. Yalanlanan “Kemal Kılıçdaroğlu yeni parti kuruyor” iddialarının ardından “SHP kuruldu” haberi siyasi gündemimizin ilk sıralarına girdi. “Kılıçdaroğlu bu partiye genel başkan olacak” iddialarının (ki, yalanlandı) yanında “Kuruldu mu, yoksa eski parti mi canlandırılmak isteniyor” tartışmaları da başladı. Bu arada “Kılıçdaroğlu’nun yanında 50 milletvekili var” haberleri de yayıldı. Neler oluyor, CHP – SHP hattında?
K – Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasete bu noktada SHP veya başka bir parti ile devam etmesini mümkün görmüyorum. Kemal Bey bu ortamda, solda böyle bir açık ve ihtiyaç yokken, kendisini de çok zor duruma bırakacak bir şekilde bir maceraya atılmaz. Mantıklı da değil. Sonuçta soldaki yeni parti ilk etapta “sol”dan yani CHP’den oy almayı hedefler. CHP’nin dolduramadığı bir boşluk olduğu savı üzerine gitmesi gerekir. Böyle bir boşluk yok. Ne olursa olsun şu anda Özgür Özel CHP’yi yeniden büyük kitleler için ümit haline getirdi. Ani çıkışları ve bazı acemiliklerine karşın bana göre liderliğini sorgulayacak bir ortam yok. Bu dönem CHP bu ivmeyi yakalamışken partiden veya sol kanatta ciddi anlamda sıkıntı çıkaracak bir gelişme beklemiyorum.
GÖZLEM – “Araç muayenede ‘tekel haline getirilen’ TÜVTÜRK , ‘kendi kendine koyduğu uygulamalarından birinden”, Konya’da, Tüketici Hakem Heyeti’nin verdiği “örnek ve emsal karar” ile mahrum edilecek ve “kredi kartı ile yapılan ödemelerden aldığı 128.18 TL farkları” geri ödeyecek. Heyet uygulama için “ayıplı hizmet” dedi. Milyonlarca vatandaşın “tek tek” Tüketici Hakem Heyetlerine müracaatının yerine, Şirket “bu karara uyup” aldığı fazlalığı geri ödemeli… TÜVTÜRK’ün, vatandaşın “randevu talebini ‘o gün kontenjan dolu’ diyerek öteleyen” uygulamalarıyla ortaya çıkan “gün gecikmeleri için de, gün başına 100 TL ceza aldığı” iddialarının da soruşturulması gerekiyor; “bu iddialar doğru ise, şirket ‘tekel olmanın gereklerini’ yerine getirememiş” olmuyor mu? Ne demek, “muayene gününü ‘doluyuz’ diyerek öteleyip”, vatandaşı cezalı duruma düşürmek?
K – Devletin yaptığı araç muayeneleri işlemlerinin özelleştirilmesi sırasında da bu konunun yanlışlarına dikkat çekilmişti. Ancak esas olan bu satışı yapıp rant yaratmak olduğu için bu uyarılar dikkate alınmamıştı. İşin özü şu: Tekel olan işler özelleştirilemez! Devlet eliyle yürütülmesi gerekir. Nokta. Özelleştirme sonrası rekabetin olmadığı hiçbir sektörde, özel sektörün sunduğu “iddia edilen” verimlilik artışı, iyi hizmet gibi faydalar ortaya çıkmaz. Çünkü Ekonomi 101’in öğrettiği ilk kural özel sermayenin varlık nedeninin “kârın maksimize edilmesi” olduğudur. Nasıl insanın varlık nedeni mutluluğu maksimize etmek ise, özel sektör de kârını maksimize etmek için var. Dolayısıyla bu maksimizasyon güdüsü, eğer bir rekabet yoksa verilen hizmet veya ürünün kalitesinin her şekilde bozulmasına yol açar. İstediğiniz kadar “devlet kontrol ediyor” deyin. Görüldüğü gibi istenildiği gibi kontrol edemez. Şayet özelleştirilme illa ki yapılacaktıysa, araç muayeneleri için her bölgede en az üç, dört hatta daha fazla lisans verilseydi, kesinlikle devletin ve diğer paydaşların özelleştirmeden elde ettiği gelir daha düşük gerçekleşirdi, ama rekabet olacağı için verilen hizmet bugünkünden çok daha iyi olurdu.