Emekçi ve emeklinin hazin durumu

Ekonomik gündem bilindiği üzere çok yoğun. Bir taraftan “Tasarruf” ve “Vergi” paketleri tartışmaları yapılırken diğer taraftan sanki lütuf veriliyormuşçasına günlerce yapılan toplantı ve çalışmalar(!) sonrasında en düşük emekli maaşı 12.500 TL yapıldı. Bu tutar yoksulluk sınırının yüzde 80, açlık sınırının ise yüzde 34 altında. Bugün ülkemizde 15 milyona yakın özel sektörde, 5 milyona yakın kamu sektöründe olmak üzere yaklaşık 20 milyon çalışan, yaklaşık 16 milyon da emekli mevcut. Ülkemizde emek geliri sahibi olmak ve yaşlılığında da herhangi bir başka geliri olmayan “emekli” olarak yaşamak gerçekten çok zor ve çok üzücü. Yıllar itibariyle izlenen ekonomik politikalar sonucu emeklilerin milli gelirden aldıkları pay yıllar itibariyle sürekli düşüyor. Buna karşın sermaye gelirlerinin payları da artıyor. Bu durum o kadar çapraşık bir hal aldı ki hükümet yakınlığı ile bilinen HAK-İŞ Başkanı Mahmut Arslan bile şu açıklamayı Nisan/2024’te yapmak durumunda kalıyor.“Emeğin milli gelirden aldığı pay OECD ortalaması yüzde 55, AB ortalaması yüzde 70 iken Türkiye’deki ortalama yüzde 24.”

Uygulanan vahşi kapitalist model ile milli gelirin adil bölüşülmediğini TÜİK rakamları bile açıkça gösteriyor. Artık ülkemizde Korkut Boratav Hoca’nın söylediği gibi kesin bir “bölüşüm sorunu” mevcut. Son yıllarda emekçi ve emeklinin milli gelirden aldığı pay görülmemiş oranlarda düştü.

2018 sonrasında uygulanan genişleyici politikalar ile 2021 sonundan sonra uygulanan negatif reel faizli politikalar sonucunda maaş ve ücretlinin milli gelirden aldığı pay 2022 yılında yüzde 26’ya kadar düştü.  2023/4. çeyrekte tekrar yüzde 29.7’lere yükseldiyse de hem gelir dağılımı çok bozuk hem de bu oran bile Avrupa’da en düşük ülkeler arasında. 2024 yılında seçim sonrası izlenen politikalarla bu oranın çok daha aşağı indiği de ayrı bir gerçek. Halen izlenmekte olan sıkı para politikası uygulamalarında alt gelir gruplarının durumunu dikkate alan düzenlemeler (Asgari ücretin arttırılması, emekli maaşlarının en azından asgari ücret düzeylerine getirilmesi) maalesef yapılmıyor. Daha önceki yanlış ekonomi uygulamaları sonucu servetlerini arttıran ve arttırmaya devam eden çok az bir varlıklı kazanıyor, varlıksız (ücretli ve emekli) kesim ise kaybetmeye devam ediyor. TBMM’deki vergi paketinin gelir dağılımındaki bozulmayı önleyici radikal düzenlemeleri meclise gelmeden tasarıdan çıkarıldı. Türkiye’de enflasyon hızlandıkça milli gelirin bölüşümü de değişiyor. TÜİK araştırmalarına göre konut, gıda ve ulaşım harcamalarındaki enflasyonist süreçten en olumsuz etkilenen kesim ortalama ücreti asgari ücret haline gelen çalışanlar ve emekliler. Asgari ücret artışları gerekçe gösterilerek sermaye karlarının artış oranı yükselmekte (en zengin yüzde 5’lik kesimin milli gelirdeki payı zirve yapmış durumda) ve böylece fiyatlama davranışları da istenilen düzeye bir türlü indirgenememektedir.

Ücretlilerin ve emeklilerin gelirleri arasında da kendi içinde doğru korelasyonlar bulunmamaktadır. Özelikle memur kesimindeki ücretlilerin arasında gerek nitelik ve gerekse nicelik bakımından çelişkiler son derece artmıştır. Sekizinci derecede bir polis memuru ile Üniversite’de dördüncü derecedeki doktor öğretim üyesi bir çalışan paralel maaş almakta, bir zabıta memuru ise yüzde 20 daha fazla ücret alabilmektedir. En düşük memur maaşına politik gerekçelerle limitler getirilmekte fakat daha sonra üst derece memurlara aynı oranda farklılık verilmeyerek dipte eşitlik yaratılmaktadır. Emekli maaşlarının belirlenmesinde de benzer çelişkiler mevcuttur. Emekli maaşları ilke itibarıyla yatırılan prim ile elde edilecek maaş arasında doğrusal bir korelasyonla belirlenmelidir. Geldiğimiz bugünkü durumda bu korelasyon tamamen koparılmış durumdadır. 3.600 gün primle emekli olan birisi ile 7.200 gün prim yatıran arasında adeta hiçbir fark kalmamıştır. En yüksek baremden prim ödeyen kişinin maaşı önceden görece yüksek iken sürekli yapılan düzenlemelerle bu fark yok olmaktadır. Buna neden olan 2008 yılında getirilen “Kök Maaş” düzenlemesi de böylece sürekli problem yaratmaya devam etmektedir. Geçen yıl yapılan EYT düzenlemesi de emekliler arasında çelişkiler yaratmış ve bütçenin SSK’ya olan hazine desteğinin de artmasına neden olmuştur. Yaklaşık 2 milyona yakın kişi 48 yaş ortalamasıyla emekli olmuştur. Çalışan ile emekli arasındaki aktif pasif oranı1.87’lerden 1.63’lere düşmüştür.

Son olarak belirtmeliyiz ki ülkemizde halen çağdaş, modern ve anayasal bir ilke olan çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alan bir sistem bir türlü oluşturulamamıştır. Halen ekonominin üçte biri kayıt dışıdır. Devletin bugün geldiği dijitalleşmiş bilgi ve hafızası “siyasi irade” ile tamamlanmadığı için kayıt dışılık asgari düzeye indirilememiştir. (2023 yılında Maliye’nin yaptığı denetimler sonucu 30.378 kayıt dışı mükellef saptanmıştır.) Dolayısıyla halen doğrudan vergileri tam anlamıyla toplayamayan idare dolaylı gelirleri (ÖTV-KDV gibi) arttırarak bütçesini denklemeye çalışmaktadır. Dolaylı vergilerin oranı yüzde 70’lere gelmekte, alt gelir gruplarının fakirleşme oranı enflasyonist vergileme ile sürekli artmaktadır. Yazımızı iki uluslararası ekonomistin sözleri ile bitirmek uygun düşecek. “21. Yüzyılda Kapital” Thomas Piketty kitabını şu sözlerle bitiriyor. “Yeterince paraya sahip olanlar kendi çıkarlarını asla ihmal etmezler. Rakamlarla uğraşmayı reddetmenin en yoksullara bir fayda sağladığına ise pek rastlanmamıştır.” Daron Acemoğlu Hoca’nın ise emekçi kesimi önceleyen şu açıklaması önemli bir vurgu içeriyor. “İşçileri öncelemeyen bir demokrasi ölüme mahkumdur.”