20 Temmuz’da 50’nci yıl dönümünü kutlayacağımız Kıbrıs Barış Harekâtı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve Kıbrıslı Türk Mücahitlerin; Kıbrıs Türk Halkının hayatta kalması, doğdukları ve yaşadıkları topraklarda barış ve huzur içinde yaşamlarını sürdürebilmeleri, hak ve menfaatlerinin korunması için verilen mücadeledir. Bu mücadele; sadece Kıbrıs Türkü’nü yok ederek adayı Yunanistan’a bağlamak için görevlendirilen Rum çetelere karşı değil, bu çetelere hayat veren ve destekleyen emperyalist devletlere karşı da verilmiştir.
Türkiye’ye 65 Km. mesafede bulunan Kıbrıs adası; jeostratejik açıdan önemli bir konumdadır. Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz yatakları ile deniz ulaşımının, Süveyş kanalının kontrolü ile İsrail ve Suriye kıyılarının güvenliği açısından da stratejik öneme sahiptir. Akdeniz’de bir uçak gemisi ve Ortadoğu’da Akdeniz’e kıyısı olan ülkeleri (Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır) vurabilecek füze üssü niteliğindedir. Bu nedenle tarih boyunca, bölgeyi kontrol altına almak isteyen egemen güçlerin hedefinde olmuştur.
Batı komşumuz Yunanistan’ın en az 200 yıllık “büyük hedefi” (megalo idea) içinde Kıbrıs Adası’nın Yunanistan’a bağlanması (Enosis) da vardır. Kıbrıs Rum kilisesi; adayı Yunanistan’a bağlamak için büyük çaba harcamıştır. Kilisenin yönlendirdiği Kıbrıs’lı Rumlar; Yunanistan’ın desteğiyle, 1955 yılında EOKA adında bir terör örgütü kurarak Türklere karşı şiddet hareketlerine başlamışlardır. Buna üç yıl dayanabilen Kıbrıs Türkleri 1958 yılında Türkiye’nin desteğiyle Türk Mukavemet Teşkilatı’nı (TMT) kurmuşlar ve Kıbrıs Türk Halkını EOKA’nın baskı, şiddet ve katliamlarından korumaya çalışmışlardır.
Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin kararlı duruşu Rum tarafını masaya oturmaya zorlamış, 1959 yılındaki Londra ve Zürih Antlaşmaları sonucunda 1960 yılında Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Adadaki sükûnet sadece üç yıl sürmüştür. Yunanistan, bu süreci tertiplenme ve teşkilatlanma için fırsat olarak değerlendirmiş, adaya çok sayıda sivil kıyafetli asker çıkarmıştır. Bazı kaynaklarda Yunanistan’ın adaya çıkardığı asker sayısının 20 bin olduğu yer almaktadır. Yunan askerleri ve EOKA çeteleri; adadaki Türk varlığını yok etmek ve Enosis hayalini gerçekleştirmek için 24 Aralık 1963’te saldırılara başlamışlar, Türk köylerini basarak çoğunluğu çocuk, kadın ve yaşlı binlerce savunmasız Türk’ü katletmişlerdir. Bu katliamlar tarihe “Kanlı Noel” olarak geçmiştir.
Katliamlar 1974 yılına kadar devam etmiş, adada görevli Birleşmiş Milletler Barış Gücü Kıbrıs Türk Halkını Rum saldırılarından koruyamamış, Türkiye’nin askeri müdahale uyarıları zaman zaman geri adım attırsa da fiilen harekete geçmememizden cesaret alan Rumlar saldırılarını sürdürmüşlerdir.
1967 yılında Yunanistan’da darbeyle yönetimi ele geçiren cunta hükümeti Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması konusunda acele edilmesi için Makarios’a baskı yapmaya başlamıştır. Makarios bunun erken olduğunu, Enosis’in Türkler tamamen çaresiz kalıp adayı terk ettikten sonra gerçekleştirilmesi gerektiğini, aksi halde Türkiye’nin müdahalesine maruz kalacaklarını söyleyerek cunta hükümetine karşı çıkmıştır. Enosis’in gerçekleştirilememesinden Makarios’u sorumlu tutan Yunan cunta hükümeti, Rum Milli Muhafız Ordusunu ve EOKA çetelerini kullanarak 15 Temmuz 1974’te Makarios’a karşı darbe yapmış, yerine EOKA-B’nin lideri Nikos Sampson’u getirmiştir. Sampson’un iktidarı ele geçirmesinin ardından katliamlar artarak devam etmiştir.
Bu darbenin Kıbrıs Türk Halkının sonu olacağını gören Türkiye, Londra ve Zürih Antlaşmaları gereği garantör devlet olan İngiltere’den birlikte müdahale edilmesini talep etmiş, İngiltere Türkiye’nin talebine olumsuz yanıt vermiştir. Bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 20 Temmuz 1974 tarihinde Birinci Kıbrıs Barış Harekâtını başlatmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve TMT’nin kısa sürede büyük başarı sağlaması üzerine, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 22 Temmuz 1974 tarihinde ateşkes kararı almış, Türkiye aynı gün bu kararı kabul etmiştir. Ateşkesin ilanından sonra Türk askerinin ilerlemeyi durdurmasını fırsat olarak gören Rumlar, binlerce Türkü kuşatarak katletmişler ve toplu mezarlara gömmüşlerdir.
Ateşkesin ilanından sonra Yunanistan’da cunta hükümeti ve Kıbrıs’ta Nikos Sampson istifa etmişler, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere; 25 Temmuz 1974’te, adada barışı tesis etmek ve anayasal düzeni yeniden kurmak için Cenevre’de görüşmelere başlamışlardır (1’nci Cenevre Konferansı). Bu görüşmeler sonucunda taraflar; 30 Temmuz’da, Kıbrıs’ta Türk ve Rum toplumlarının federal bir çatı altında ortak yönetim kurmaları kararı almışlardır. Müteakip görüşme (2’nci Cenevre Konferansı) 8 Ağustos’ta yapılmış, bu sefer Yunan ve Rum tarafı zaman kazanmak ve dünya kamuoyunu Türkiye aleyhine çevirmek için uzlaşmaz tutum sergilemeye başlamışlar, 1’nci Cenevre Konferansında alınan kararları bile dikkate almamışlardır. Bunun üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri 14 Ağustos 1974’te İkinci Barış Harekâtına başlamış kısa zamanda adanın kuzeyini kontrol altına almıştır.
Bu savaşta 498 Türk askeri, 70 Kıbrıslı Türk Mücahit, 270 Kıbrıs Türkü şehit olmuş, 1200 Türk askeri, 1000 Kıbrıs Türkü yaralanmıştır. Şehit ve gazilerimizin canları uğruna verdikleri bu mücadele sonucunda; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendisinin ve Kıbrıs Türkü’nün huzur ve güvenliğini hedef alan girişimlere ne pahasına olursa olsun karşı koyacağını bütün dünyaya ilan etmiştir.
Sonuç olarak 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuş, adada iki toplumun federe devlet çatısı altında yaşamasının mümkün olmadığının görülmesi üzerine 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur. Yunanistan’ın Ege’de Türkiye’nin egemenlik sahasındaki adalar ve Kıbrıs’la ilgili hedeflerinde bugüne kadar hiçbir değişiklik olmadığı görülmektedir. Son 10 yılda Ege’de Türkiye’ye ait 22 ada ve iki kayalığı uluslararası anlaşmalar hilafına işgal etmiş ve silahlandırmıştır. Kıbrıs’ta da Türk askerinin işgalci olduğunu iddia etmekte, Türkiye’nin garantörlüğünü tanımamaktadır.
Bütün bunlara rağmen günümüzde; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, siyasetçilerimizin büyük çoğunluğu, pek çok aydınımız ve halkımızın büyük bölümü olan bitenden habersizmiş gibi görünmektedir. Hatta bunların içinde “Ege adalarının Yunanistan’a Lozan’da verildiğini” savunanlar bile vardır. 1993-2008 yılları arasında Türk Tarih Kurumu Başkanlığı yapmış olan Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu; bu iddianın yanlış olduğunu tarihi belgelerle ortaya koymaktadır. Sayın Yusuf Halaçoğlu; 12 adanın, 1912 yılında Lozan’ın Ouchi (Uşi) semtinde Osmanlı Hükümetinin imzaladığı antlaşma ile geçici olarak İtalya’ya bırakıldığını, bu anlaşmanın 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşmasıyla karıştırılmaması gerektiğini yıllardır savunmaktadır. Aksine 1923 Lozan Antlaşması ile Ege’de birçok adanın Türkiye’ye geçtiğini, buna rağmen egemenliği kayıtsız şartsız Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olan bu adalarımızın son 10 yılda göz göre göre Yunanistan’a bırakıldığını haykırmaktadır. Bu konuda Millî Savunma Bakanlığı Genel Sekreterliği görevinde bulunmuş olan Emekli Kurmay Albay Ümit Yalım’ın haykırışları da duymazdan gelinmektedir.
Yine son 20 yıldır ülkemizde maalesef Ege’de olduğu gibi Kıbrıs konusunda da büyük bir duyarsızlık vardır. 2004 yılında Kıbrıs’ın ‘İngiliz üsleri haricinde kalan kısımlarının’ bağımsız bir devlet olarak birleşmesini öneren Annan Planı referanduma sunulmuş, Kıbrıs Türk tarafı %65’e yakın oy oranıyla bunu kabul ederken, Rum tarafı %75’den fazla oy oranıyla reddetmiştir. Bu da göstermektedir ki; Rum-Yunan ikilisi Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasına engel teşkil edecek hiçbir girişimi kabul etmemektedir/etmeyecektir. Buna rağmen aynı yıl Kıbrıs Rum Kesimi Avrupa Birliği (AB)’ne kabul edilmiştir. Bu ise Rum-Yunan ikilisinin arkasındaki desteğin çok açık ifadesidir. Günümüzde de ABD, AB, İngiltere, İsrail, Yunanistan ve Rusya; Türkiye’nin Kıbrıs’taki garantörlüğüne son verme ve Türk Silahlı Kuvvetlerini adadan çıkarma arayışı içindedir. Maalesef Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yönetimi bu fikre sıcak bakmakta, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti de sessiz kalmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Yunanistan’la Güven Artırıcı Önlemlerden kastettiği; Yunanistan’a her istediğini vermek midir? Eğer böyleyse, bu durum ülkemizin güvenliği için çok büyük bir tehdittir. Ege adalarının kaybı Batı Anadolu’muz, Trakya’mız ve boğazlarımızın, Kıbrıs’ın kaybı da Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimizle Güney Anadolu’muzun güvenliğini riske sokacaktır. Günümüzde ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde kurmakta olduğu PKK devletçiğinin (Teröristan) varlığını sürdürebilmesi için Akdeniz’e açılmaya ihtiyacı vardır. Bu İskenderun Körfezi ve Doğu Akdeniz’in kontrolüyle mümkündür. İskenderun Körfezi ve Doğu Akdeniz’in kontrolü ise Kıbrıs’a hâkim olmakla sağlanabilir. Bu da ülkemiz için en yakın tehditlerden birisidir. Bu kavranamamakta mıdır, ya da önemsenmemekte midir? …Ya da başka amaçlar mı vardır?
Kıbrıs Barış Harekatının 50’nci yıl dönümü kutlu olsun. Türk Ulusu ve Kıbrıs Türkü, bütün şehitlerimize ve gazilerimize şükran ve minnet borçludur. Onların emanetlerine sonsuza kadar sahip çıkmak boynumuzun borcudur. Bu hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır.
NOT:
Kıbrıs Barış Harekatı konusunda; Türkiye Muharip Gaziler Derneği’nin yayınlarından, Lozan ve Ege Adaları konusunda Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ve E. Kur. Alb. Ümit Yalım’ın makalelerinden yararlandım. Ayrıntılı bilgi için söz konusu yayınların ve makalelerin okunmasını tavsiye ederim.
Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs Türkü’nü yok etmek için yaptığı katliamları ise sadece okuduklarımdan değil, Kıbrıs’ta görev yaptığım yıllarda; katliamlardan kurtulabilen ve yaşananlara bizzat tanık olan Kıbrıs Türklerinden ve kahraman gazilerimizden dinleyerek öğrendim. Bu nedenle Rum-Yunan ikilisinin ve onları destekleyen emperyalist devletlerin ve içimizdeki iş birlikçilerin olayları inkâr eden karşı propagandalarına itibar edilmemesi gerektiğine inanıyorum.