CHP MYK toplantısı devam ederken toplantının gündemine ilişkin kameraların karşısına geçen Parti Sözcüsü Deniz Yücel, yasa teklifine “hayır” oyu kullanacaklarını, CHP’li hiçbir belediyenin de ‘ötanazi’yi uygulamayacağını duyurdu.
Yücel şöyle konuştu: “Bu ülkede yaşamak çok zor. Hem insanlar hem de hayvanlar için… Sokak hayvanlarına ötanazi yolunu açan yasa teklifi, tüm itirazlara rağmen ‘biz ne dersek o olur’ anlayışıyla geçtiğimiz cuma Meclis Başkanlığı’na sunuldu. 17 maddelik bu katliam metniyle belediyelere kuduz, bulaşıcı hastalık veya tedavi edilemez hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olan hayvanlara ötenazi yapma, yani bu hayvanları öldürme yetkisi veriliyor. Sahipsiz hayvan popülasyonunun kamu güvenliği açısından tehdit oluşturması halinde sağlıklı hayvanlara da ötanazi yapılmasının yolu açılıyor.
Sokak hayvanlarının yaşam hakkı, tıpkı bizler gibi kutsal ve dokunulmazdır. İnsan olmanın en büyük sorumluluğu, her canlının yaşamını korumak ve savunmaktır. Buradan da herkese duyurmak istediğimiz şey: Sahipsiz sokak hayvanlarına yönelik ötanazi uygulamasını CHP’li hiçbir belediye kabul etmeyecek ve uygulamayacaktır. Sokak hayvanlarının yaşam hakkını sonuna kadar savunmaya devam edeceğiz.
Öte yandan ötanazi uygulamasını yerel yönetimlerin üzerine yıkma çabalarından da anlıyoruz ki CHP’li belediyelerin çokluğunu fırsata çevirmeye çalışıyorlar. Akılları sıra elimizi kana bulayacaklarını zannediyorlar. Avuçlarını yalarlar, bizi kendileriyle karıştırmasınlar. CHP olarak Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’in de belirttiği gibi, bu yasayla ilgili olarak kırmızı alarmdayız. Kısırlaştırma, aşılatma ve yerinde yaşatma konusunda atılacak tüm adımları destekliyoruz. ‘Kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat’ diyoruz ve sokakta yaşayan hayvanları esarete ve ölüme mahkûm etmek için hazırlanan yasa teklifine karşı oyumuzun ‘hayır’ olacağını tüm kamuoyuyla paylaşıyoruz.”
İzmir’de iki kişinin sağanaktan korunmaya çalışırken elektrik akımına kapılan iki kişinin hayatını kaybetmesine değinen CHP Sözcüsü özetle şunları söyledi:
– Albert Camus’nun ‘Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın’ sözünün kulaklarımızda çınladığı bir hafta geçirdik. Geçen hafta İzmir’deki sağanak yağışta iki vatandaşımızı trajik bir şekilde kaybettik. 21’inci yüzyılda böyle bir ölümü, elbette hiçbir vatandaşımız hak etmiyor.
– Hepimizi kahreden bu olayın meydana gelmesinde kusuru ya da ihmali olanlar titizlikle araştırılmalı ve yargı önünde hesap vermeleri sağlanmalıdır. Hayatını kaybeden vatandaşlarımızın ailelerine sözümüz var: Ucu nereye dokunursa dokunsun, adli ve idari soruşturmaların sonuna kadar takipçisi olacağız. Her ne kadar kaybettiğimiz iki vatandaşımızı geri getirmeyecek olsa da sorumluların en ağır cezayı alması, bu tip olayların bir daha yaşanmasını önleyecek, en azından tekrarlanmaması açısından caydırıcı olacaktır.
– Türkiye’nin demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden tam sekiz sene geçti. O gece, devletin silahları FETÖ’cü hainler tarafından vatandaşlarımıza doğrultuldu. Devletin uçakları, tankları milletimizin üzerine, TBMM’ye bombalar yağdırdı. 251 vatandaşımız FETÖ’cü hainler tarafından şehit edildi, 2 bin 194 vatandaşımız gazi oldu.
Birilerinin sınırsız iktidar hırsı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, emniyet teşkilatında, adliyede, milli eğitimde ve devletin daha birçok kurumunda ağır bir tahribata ve toplumda on yıllar boyunca tamir edilmesi mümkün olmayan ağır bir travmaya neden oldu. Vatandaşlarımızın canına, milletimizin egemenliğine, demokrasimize ve anayasal düzenimize kast ederek darbe girişiminde bulunan hainler kadar o hainlerin devletin kılcal damarlarında yuvalanmasına izin vererek 15 Temmuz’a göz yumanlar ve zemin hazırlayanlar da suçludur.
– Kışlaya siyaset girdiğinde neler olduğunu 2016’da acı bir şekilde tecrübe ettik. Şimdi bir kez daha söylüyoruz: TSK, Türk milleti için kutsal ve dokunulmazdır. Ne zaman bir şehit haberi alsak 85 milyon yurttaşımız, bu acıyı yüreğinin en derininde yaşar. Biliriz ki asker herkesin askeri. Aynı şey emniyet teşkilatımız, polis teşkilatımız için de geçerli. Geçtiğimiz gün, Özel Harekât Daire Başkanı Süleyman Karadeniz’in bir siyasi parti liderinin elini öpmesi, üstelik bu yakışıksız hareketi üzerinde kamuflajıyla yapması toplumu rahatsız etti. İnsan, ‘Neden’ sorusunu sormaktan kendini alamıyor. Bazı meslekler vardır ki kafanıza göre hareket edemezsiniz. O üniforma bize, bu vatan için can vermiş evlatlarımızı hatırlatıyor. Bu şekilde görmek istemezdik. Büyük bir talihsizlikti. Herkesin siyasi görüşü olabilir, herkes bir siyasi partiye, lidere sempati duyabilir, gönül verebilir. Bunu anlarız, bu hiçbirimizi ilgilendirmez. Ama devletin silahlı gücünü temsil eden, devletin üniformasını giyen bir kişi, bir siyasi parti liderinin elini öpüyorsa bu durum en basitinden onun bu makamın ağırlığını, önemini, ciddiyetini kavrayamadığı gösterir. Nasıl ki Yargıtay Başkanı, Erdoğan ile çay topladığında bunu doğru bulmadıysak, ‘Asker, polis, bürokratlar, yargın mensupları… Bunlar iktidarın değil, devletin görevlileridir’ dediysek bugün de aynı noktadayız. Polis de devletin polisidir ama o Devlet’in değil.
– Neresinden tutsanız elimizde kalacak bir teklif 9’uncu Yargı Paketi. Ortada trajikomik bir tablo var. AKP’nin 2019 yılından bu yana, ‘yargıda reform’ diye yutturmaya çalıştığı hiçbir teklifte, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı adına tek bir olumlu adım yok. Aksine yargıya güveni daha da zayıflatacak pek çok uygulamanın önü açıldı. Her seferinde kazanılmış hakları tırpanlayan, mahkeme kararlarını yok sayan düzenlemeleri reform diye yutturmaya çalışıyorlar. Son gelen teklif de böyle… Anayasa Mahkemesi (AYM), kadının soyadıyla ilgili düzenlemeyi, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle 22 Şubat 2023 tarihinde iptal etti. İptal kararından 17 ay sonra, AKP’nin Meclis’e getirdiği yeni düzenleme, bir sözcük farkıyla iptal edilen düzenlemenin aynısı. Kendi iktidarını sürdürmek için hukuk tanımayan, yeri geldiğinde terör örgütleriyle kol kola giren, yeri geldiğinde terör örgütleriyle masaya oturan AKP nedense bizi hiç şaşırtmıyor. Anayasa’ya, AYM kararlarına, tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu bile bile yüksek mahkemeye meydan okurcasına aynı düzenlemeyi yeniden Meclis’e getiriyorlar. Kadının evlenmeden önceki soyadını kullanmasının aile birliğine nasıl bir zararı olabilir? Buna makul ve mantıklı bir cevap verilebilir mi? Elbette hayır. Kadını birey olarak görmeyen, evlenmeden önceki soyadını kullanmasını bile kısıtlayan bu anlayışın getirdiği düzenlemelerle yargıda reform yapılacağına inanacağız öyle mi?