Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, emeklilere yapılan zam oranı, MİT mensuplarının ismini ifşa ettiği için Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ hakkında açılan dava, Süleyman Soylu’nun yeni parti kuracağı iddiaları, Ankara’yı karıştıran ‘el öpme’ olayı, Türkiye ile Suriye arasında ‘yumuşama’ adımları, Trump’a suikast teşebbüsü, bazı illerde şort giyen kadınlara yönelik saldırılar konularında açıklamalarda bulundu.
*********
GÖZLEM – Emekli maaş zamları konusunda görüşünüz; asgari ücret ne olabilir?
K – İktidar güç bela aldığı “zor” bir kararla, asgari emekli maaşı 10 bin liradan, 2.500 lira artışla 12.500 liraya çıkardı. Kök maaşı bunun altında kalan yaklaşık 3,7 milyon emeklinin maaşı 2.500 lira arttırılmış oldu. Böyle geniş kitlelere avantaj sağlayacağı düşünülen açıklamaları normalde bizzat Tayyip Erdoğan’ın kendisi yapar, bunun puanını kendi hanesine yazdırırdı. Ancak bu sefer açıklama AKP Grup Başkanı Abdullah Güler’e yaptırıldı. Çünkü kendisi de biliyor ki bu 2.500 liralık artışın emekli açısından çok da büyük bir etkisi olmayacak. Artış, elektrik zammı gibi son dönemde yapılan ve yeni paketle gelen yapılacak zamlar nedeniyle kısmen etkisini yitirecek. Sadece, doğrudan emeklinin ihtiyaçlarına gideceği için bu talebin, harcamaların yine enflasyonist etkileri olacak. Zaten Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de bu artışa, gerçekte kaynak bulunamadığı için değil bu enflasyonist etkiler nedeniyle karşı çıkıyordu. Yoksa AKP Grup Başkanı’nın ifadesine göre aylık 33 milyar liralık bir maliyeti olacak bu artış, örneğin devletin Haziran bütçesinde verdiği 275 milyar liralık açığın sadece yüzde 12’si. Bu artışın yeterli olmadığını bırakın muhalefeti Cumhur İttifakı’nın ortağı Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici de “Kaynak yoksa bulunur, bulunmalıdır. Nasıl faiz ödemelerine kaynak bulunuyorsa emekliye de kaynak bulunmalıdır” diyerek ifade etti. Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan da artışın “hükümetin adaletsiz tutumunu bir daha gözler önüne serdiğini”, iktidarın bu kadar düşük bir artış yapmasının “ya bir akıl tutulmasıyla ya da milletin derdinden derin bir kopuşla” açıklanabileceğini ifade etti. Her ikisi de iktidarı hem ekonomik, hem de ideolojik olarak eleştirdi. İktidarın arka bahçesinden gelen bu iki açıklamayı, artış “müjde”sini Erdoğan’ın vermemesiyle beraber değerlendirince, Erdoğan’ın da durumun vahametinin farkında olduğunu ve bunun sorumluluğunu üzerine almayarak kendisine olası bir “görevden almaya” ilişkin “alan açtığını” düşünüyorum.
GÖZLEM – Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ hakkında, vefat etmiş MİT mensuplarının adını paylaştığı için ‘isimleri ifşa’ iddiası ile dava açıldı ve 3 yıldan 7 yıla kadar hapsi istendi. Özdağ, “Benden önce haberlerinde gazeteler isimleri yazdı. Onlar ifşa ettiler. Ben ifşa edilmişi ifşa ettim” dedi, Görüşünüz?
K – Hatta haber ve isimler ilk şehitlerin yakınları tarafından ve cenaze bilgileri kapsamında yayımlanmış, daha sonra isimleri yazan muhalif gazetecilere de dava açılmış ve bu gazeteciler, isimler çok daha önce sosyal medyada ve yerel basında yayımlanmasına karşın 3 yıl 9 aydan 4 yıl 8 ay 7 güne kadar cezaya çarptırılmışlardı. Bu haberlerin ortaya çıkmasından sonra Ümit Özdağ da Meclis’te gerçekleştirdiği bir basın toplantısında isimlerini ifade ederek iki MİT mensubunun hayatını kaybettiğini söyledi ve MİT kanununu ihlal ettiği gerekçesiyle Özdağ’ın fezlekesi Meclis’e yollandı. Şimdi açılan davaya ilişkin de Özdağ haklı olarak kendisini “Ben ifşa edilmişi ifşa ettim” diye savunuyor. Bu dava tamamen siyasi bir davadır. Sebebi de yürüttüğü sığınmacı karşıtı politika ve söylemlerle Özdağ’ın gelecek seçimlerdeki oylarını ciddi biçimde arttırma ihtimalini ortadan kaldırmaktır. Özdağ’ın oy artışının da başta MHP olmak üzere Cumhur İttifakı’ndan geleceği kesin. Dolayısıyla iktidar bunun önünü kesmek istiyor. Yoksa zaten şehit olmuş ve isimleri başka mecralarda açıklanmış değerli MİT mensuplarının isimlerinin tekrar açıklanmış olmasının bir cezai işleme tabii tutuluyor olmaması gerekirdi. İktidar, elinde bulundurduğu yargı unsurlarının bir bölümü aracılığıyla, Ekrem İmamoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu, Ümit Özdağ örneklerinde görüldüğü gibi muhalefeti baskı altına almaya çalışıyor.
GÖZLEM – Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında Ankara kulislerinde “yeni bir parti kurmaya kadar” birçok söylenti var. Bu söylentiler, Polis Özel Harekat Başkanı Süleyman Karadeniz’in MHP lideri Bahçeli’nin elini öpmesinden sonra ortaya çıkması bir başka mana ifade ediyor mu?
K – Süleyman Soylu’nun parti kuracak bir “tabanı” ve örgütü yok. Bir parti kuracak olsa bu en başta MHP’ye alternatif olacağı için böyle bir adımı atmayı ne kendisi göze alabilir, ne de buna Bahçeli izin verir. Devlet Bahçeli’nin MHP’si ile AKP’nin bir bölümü arasında ciddi bir çekişme var. Bahçeli, FETÖ sonrası ele geçirdiği kadrolar aracılığıyla emniyet ve kısmen yargı içinde ciddi bir ağırlığa ulaştı. MHP’nin bu kadrolaşmayı, Bahçeli’nin yönetiminde veya kontrolü dışında, Sinan Ateş cinayeti başta olmak üzere çeşitli suç ve faaliyetlerde ciddi biçimde kullandığı anlaşılıyor. Bunun çok sayıda örneği var. Devlet Bahçeli de başta Sinan Ateş cinayeti olmak üzere AKP içindeki MHP-karşıtı cephenin kendisine ve MHP’ye karşı güçlenmesini engellemek için eline geçtiği her fırsatta devlette ne kadar güçlü olduğunu göstermeye veya bu algıyı perçinlemeye çalışıyor. Kanımca “El öpme” olayı tamamen önceden planlanmış bir gövde gösterisine dönük. Devleti FETÖ’cüler kadar olmasa da, herhangi bir grubun ele geçirmesinin ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor.
GÖZLEM – Esad’la görüşme olayına, ABD karşı çıktı. Esad da “Türk Ordusu çekilmeli” diyor; siz ne diyorsunuz?
K – ABD Esad- Erdoğan görüşmesine karşı çıktığını, Dış İşleri sözcüsü aracılığı ile hem de Kuzey Irak’ta Erbil’den yayın yapan bir basın kuruluşu aracılığıyla açıkça ifade etti. ABD’nin buna karşı çıkması kaçınılmaz çünkü böyle bir gelişme Kuzey Suriye’de kurmaya çalıştıkları ve milyonlarca dolar harcadıkları YPG/PYD oluşumu açısından son derece olumsuz olur. ABD’nin bu açıklamayı çok açık şekilde ve hiç zaman yitirmeden yapması, hiç şüphesiz bu yöndeki baskıların Türk tarafına çeşitli vesilelerle ve değişik kanallardan sürekli iletiliyor olduğunu gösterir. Ortada bir çağrı var ama Esad “toprak bütünlüğü” şartından vazgeçmiş gözükmüyor. Erdoğan da görüşmeyi “Esed Türkiye ile ilişkileri düzeltme noktasında bir adım attığı anda biz de ona karşı o yaklaşımı gösteririz” ifadelerinden de anlaşılacağı gibi “ilk adımı Esad’ın atması”na bağlıyor. Bu şartlarda ve ABD’nin bu kadar açık bir itirazına ve bu yakınlaşma olursa neler olabileceğine ilişkin Kayseri’de çıkan sığınmacı olaylarıyla verdiği gözdağına karşın bu görüşme sağlıklı sonuç çıkacak şekilde yapılabilir mi? Benim tahminim bu görüşmenin olası Trump başkanlığı döneminde yapılması daha olumlu sonuçlara yol açabilir. Rusya bastırdı, Irak da istiyor, İran bile göz yumabilir ama Türkiye ile Suriye’nin daha doğrusu Erdoğan ile Esad’ın barışması, birlikte ortaklaşa hareket etmeleri ABD’nin bölgedeki faaliyetlerine hayati bir darbe vurur. Bu nedenle de ABD, özellikle şimdiki yönetimde, bunu engellemek için elinden geleni yapacaktır.
GÖZLEM – Trump’a suikast teşebbüsü, bu olay üzerine düşen gölgeler ve de başkan yardımcılığı için kitabı ve hayatı filme (Hillbilly Elegy / Köylü zerafeti) alınan “beyaz çöplerden gelen” bir senatörü seçmesini nasıl yorumluyorsunuz?
K – Trump’a yapılan suikast girişimine de birkaç yönüyle dikkat çekmek gerekiyor. Sınıf arkadaşlarına göre 2022’de Bethel Park Lisesi’nden mezun olan saldırgan Thomas Matthew Crooks’un derslerde başarılı olduğunu ancak genelde yalnız gezdiğini, sık sık zorbalığa maruz kaldığını ve bazen de av kıyafetleriyle okula geldiğini ifade ediyorlar. Bu tanımlamayla kolayca “çılgın” bir girişim için “kullanılacak” bir prototip görüntüsü veriyor. Canlı olarak yakalanmayıp olay anında öldürülmesi de bana, süikasti gerçekleştirdiği iddia edilen tetikçiyi bir başkasının öldürdüğü Kennedy cinayetini hatırlatıyor. Çünkü yine eski sınıf arkadaşları tarafından “komik düzeyde kötü nişancı” olduğu ve okulunun silah kulübüne alınmadığı ifade edilen Crooks’un yaklaşık 137 metreden Trump’u çok küçük bir farkla ıskalamış, hatta kulağının ucunu yakalamış olması çok inandırıcı değil. Bu süikast girişimi gerçek, kimse bu kadar uzaktan bilinçli olarak bu kadar küçük bir “ıskalamayı” gerçekleştiremez. Ama özellikle Trump’un ABD’nin başta Ukrayna ve Orta Doğu olmak üzere dış dünyadaki askeri mevcudiyetini azaltacağına dair politika ve açıklamaları dikkate alındığında, acaba bu konuda çıkarı olan Amerikan silah, enerji gibi endüstri çevrelerinin “derin” devleti, süikasti bu gence yaptırıyor gibi gösterip daha başka, profesyönel bir nişancı kullanmış olabilir mi? Trump’un başkan yardımcısı adayı 39 yaşındaki Ohio Senatörü J.D Vance açıkçası Trump’un ve sağcı Amerika yanlısı bağnaz tutumunu devam ettirecek bir ideoloji ve bunu destekleyen bir karizmaya sahip. Fakir işçi kırsal kesimden geliyor. Büyük şirketlere, serbest piyasa kapitalizmine karşı. Vergi artışının yoksuldan değil zenginden olmasını istiyor. Sendikalaşmayı, harçları ve antitekel politikaları destekliyor. Ukrayna’ya yardıma karşı. Yaklaşımı “ekonomik popülist” ya da “ekonomik milliyetçi” olarak adlandırılıyor. Garip gelecek ekonomik açıdan neredeyse “devletçi ve sosyalist”. Ancak sosyal konularda “bağnaz bir sağcı”. Kürtaj, aynı cins evliliği ve silahsızlanmaya karşı. 2016’da, sekiz yıl önce, 31 yaşındayken Trump’a “Çıkarcı bir pislik mi, Amerikan Hitler’i mi, ne olduğuna karar veremedim” diyecek kadar karşı olmasına rağmen, ideolojisinin şekil almasıyla şimdi onun başkan yardımcısı adayı oldu. Zor bir geçmişten gelmesine karşın hem Amerika’nın kendi içinde çok itibarlı Deniz Piyadelerinde 4 yıl görev yapıp Irak’ta da çalışmış olması, hem de daha sonra yine ABD’nin en prestijli üniversitelerinden Yale Hukuk Fükültesi’nden mezun olması kendisine siyasette nadir rastlanan bir “altyapı” ve arkasından gidilecek bir hikaye veriyor. Trump zaten Biden’in son “çok kötü” tartışma performansı ve sürekli yaptığı gaflar üzerine, kendisine karşı girişilen başarısız veya “kendisine puan kazandırma yönünden başarılı” süikast girişimi sonucu bana göre Başkanlığı garantilemiş gibiydi. Tabii ki gelecek ne gösterir bilinmez ama bu başkan yardımcısıyla Cumhuriyetçiler, büyük bir “gaf” yapmaz veya “fos çıkmazsa” gelecek iki başkanlığı da ellerinde tutabilirler.
GÖZLEM – “İzmir’in Çernobili” olarak bilinen Gaziemir Emrez Mahallesi’ndeki 70 dönümlük kurşun ve döküm fabrikasının arazisinde gömülü olan nükleer atıklar, 15 yıldır temizlenmeyi bekliyor. Gaziemir Belediyesi’nin önceki Başkanı Halil Arda “Alanda bulunan ve toprağa bulaşmış 500 bin tondan fazla atık tespit edilmişken, siz sadece 260 tonunu almışsınız. Bölgede 40 bin kişi yaşıyor. Bir okul var bundan etkileniyorlar. Atıkların nasıl geldiği ile ilgili bir çalışma yok. Fabrika sahipleri atıkları bir hurdacıdan aldıklarını söylüyormuş. Bunu sorgulayan yok. Şirkete kesildiği söylenen cezanın tahsili gerçekleşmiş midir? Makbuzu nerededir? Burasını devlet temizlemeli” demişti. Orayı temizleyerek şirket, “8 Temmuz 2024’de çalışmaların başlayacağını” yazılı olarak bildirmiş… Ama Temmuz’un 17’i, vurulan tek kazma yok!.. “Diğer toksin türleri kadar zehirli olan” Radyasyon canlılara ve doğal çevreye ciddi zararlar verebilir hatta çevreyi ve ekolojik dengeyi bozabilir. Ayrıca çocuklar, hamileler ve yaşlılar radyasyonun zararlarına genellikle daha hassastırlar. Bu tablo, konusunda görüşünüz?
K – Gaziemir’de her gün binlerce insanın geçtiği Adnan Menderes Havalimanı, Ege Serbest Bölgesi ve Uzay kampının da bulunması durumun vehametini daha da büyütüyor. Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu Başkanı Abdülkadir Balıkçı, Başkan Arda’ya verdiği yazılı yanıtta “Atıklar sahipsiz değil, Aslan Avcı Döküm Fabrikası’na aittir. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) geçmişte bölgeden 260 ton radyoaktif atığı aldı ve Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’ne (ÇNAEM) nakledip orada depoladı. Bertaraf konusunda tüm masraflar kirleten tarafından karşılanır. Aslan Avcı Fabrikası alanı temizlemekle yükümlüdür. Alandan çıkartacakları nükleer atıklar geçmişte olduğu gibi ÇNAEM’e teslim edilmelidir” yanıtı vermiş. Bu fabrikanın faaliyet göstermesi için aldığı izinlerden, uyması gereken şartlara kadar pek çok konuda hiç şüphesiz yöre belediyesinin de bir tasarrufu olması gerekir. Bu fabrikanın yolundan suyuna, elektriğinden güvenliğine hiç şüphesiz belediyenin ukdesinde olan ve olabilecek pek çok uygulama alanı vardır. CHP’li belediyenin konuyu her gün gündemde tutacak şekilde elinde olan idari ve cezai tüm yaptırımlardan faydalanması beklenir. Çünkü bu seçmeni açısından da hayati bir konu. Temizlemeyi buna izin veren, doğru dürüst denetlemeyen iktidara bağlı merkezi yönetim yapsın veya şirkete yaptırsın. Ama işin bu noktaya gelmesinde muhtemelen zaten o kesimlerin suçu, katkısı veya göz yumması var. Dolayısıyla CHP’li belediyenin gerçekçi olup bu konuda çok daha etkin bir mücadele içine girmesi gerekir.
GÖZLEM – İstanbul’dan, Diyarbakır’a “şort giyen genç kızlara ve onların gittikleri kafelere” saldırılar artıyor; ne olacak bu gidişin sonu?
K – Buna yol veren iktidarın dinci politika ve uygulamaları. İktidar bu olayları engellemeyip bilakis teşvik ederek Türkiye’yi döndürmeye veya döndürüyormuş gibi yaparak desteğini sıkılaştırmaya çalışıyor. Bu iktidar kaldığı sürece, dönemsel “gaz alıcı” icraatlara karşın, bu dinci baskıya dayanan olaylar artacak. Sevindirici olan çağdaş yaşamı tercih edenlerin bundan vazgeçmiyor olmaları. Bu olaylar çok daha büyük tepkilere neden olacak bir birikime yol açıyor. Aydın kesimde direnç özellikle son seçimlerden sonra ciddi biçimde artıyor.
GÖZLEM – Marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance’ın yaptığı araştırmaya göre, Real Madrid, 1 milyar 805 milyon dolarla dünyanın en değerli futbol kulübü sıralamasında birinci oldu. “Marka gücü” ile Real Madrid 100 üzerinden 96,3 marka gücü skoruyla Google, Coca-Cola, Ferrari ve Rolex gibi dünyanın belli başlı markalarını geride bıraktı. Real Madrid, sosyal medya platformlarında en çok takip edilen futbol kulübü unvanını da taşıyor. Geçen yılın birincisi Manchester City, 1 milyar 726 milyon dolarla ikinci sırada yer alırken, bu takımı 1 milyar 653 milyon dolarla Barcelona takip etti. En değerli 10 kulübün 6’sını İngiliz takımları oluşturdu. İlk 10’da iki İspanyol, bir Fransız ve bir Alman takımı da yer buldu. İlk 50 içinde İngiltere 18, Almanya 11, İspanya 8, İtalya 6, Fransa 3, Portekiz 2, Hollanda 2 kulüp markasıyla temsil edildi. Listenin son sırasında yer alan İspanya futbol kulübü Villarreal’in marka değeri 100 milyon dolar oldu. Türk futbol kulüplerinin marka değeri bunun altında kalırken, listede yer bulamadı. En değerli 4 Türk futbol kulübünün 2024 yılı itibarıyla toplam marka değeri ise 44 milyon dolar; neden bu kadar gerilerdeyiz?
K – Marka değeri kulüplerin başarısı kadar hitap ettikleri piyasaların büyüklüğü ile de ilgili. Bizim takımların büyük ölçüde Türkiye ekonomisine hitap ettikleri, başarı seviyeleri ve diğer bazı kültürel sosyal nedenlerden dolayı uluslararası piyasalara hitap edemedikleri için ekonomik olarak yarattıkları değer küçük kalıyor. Öte yandan ben bu tür hesaplama ve listeleri çok da dikkate almıyorum. Biraz göz boyamaya ve yapanın mecrasını oluşturmaya, faydasını sağlamaya dönük faaliyetler.