Günlerdir halkımızın ülkemizdeki sokak hayvanlarından nasıl ‘kurtarılacağı’ konuşuluyor. Yasa teklifi TBMM Genel Kurulunda kabul edilirse bu hayvanlardan bazıları öldürülecek. İktidar partisi bunun gerekçesini “Türkiye’nin sokaklarını daha güvenli hale getirmek” olarak izah ediyor. Gerçekten de sokaklarda başıboş hayvan kalmazsa ülkemiz ve sokaklarımız daha güvenli hale gelecek mi? Bu hayvanların öldürülmesi ya da ölüme terk edilmesi güvenlik sorunlarımızı çözecek mi?
Sokak hayvanları ile ilgili yasa teklifini savunan bazı gazetelerde sokak köpeklerinin saldırıları nedeniyle bir yılda 47 vatandaşımızın hayatını kaybettiği iddia ediliyor. Kuşkusuz bu şekilde bir tek vatandaşımız, bir tek çocuğumuz bile hayatını kaybetmiş olsa son derece üzüntü vericidir ve savunulacak tarafı yoktur. Ancak bunun yanında diğer güvenlik sorunlarıyla da aynı hassasiyetle mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Umut Vakfı’nın basına yansıyan olayları baz alarak hazırladığı Türkiye Silahlı Şiddet Haritası 2023 Raporu’na göre geçtiğimiz yıl ülkemizde 3 bin 773 silahlı şiddet olayı gerçekleşmiş. Bu olaylarda 2 bin 318 kişi hayatını kaybetmiş, 3 bin 820 kişi yaralanmış. Son 10 yılda gerçekleşen 34 bin 197silahlı şiddet olayında ise21 bin 434 kişi hayatını kaybetmiş, 31 bin 207 kişi de yaralanmış. Son bir yılda 438 kadın gördüğü şiddet nedeniyle hayatını kaybetmiş. Çoğu ağır olmak üzere yüzlercesi de yaralanmış. Bu bize gösteriyor ki; sokaklarımızdaki en büyük güvenlik zafiyeti kontrolsüz silahlanmadan kaynaklanmaktadır. Bunun gündeme gelmemesi ve alınması gereken önlemlerin konuşulmaması düşündürücü değil midir?
Gazete ve televizyonlarda her gün silahlı şiddet olayı haberleri yayımlanıyor. En son Bingöl’de madde bağımlısı birisinin bıçaklı saldırısı sonucu 2 kişinin hayatını kaybettiği, 9 kişinin de yaralandığı haberi vardı. Yine gazete ve televizyon haberlerinde; ülkemizde, son yıllarda uyuşturucu ticaretinin ciddi oranda arttığından, madde bağımlılığının ilkokul seviyesine kadar indiğinden söz ediliyor. Madde bağımlılarının ve uyuşturucu ticareti yapanların karıştıkları olaylar sıradan hale geldi. Bu da bize bir diğer güvenlik sorunumuzun son yıllarda artan uyuşturucu ticareti ve madde bağımlılığı olduğunu gösteriyor.
Ülkemizde pek çok çocuk köpek saldırısından daha ağır cinsel istismar kurbanı. Bazısı tarikat ve cemaat yuvalarında, bazısı aile içinde, bazısı okulda, bazısı sokakta cinsel istismara maruz kalıyor. Bunların sayısı köpek saldırılarına maruz kalanlardan çok daha fazla. Artık çocuklarımızı ve torunlarımızı tek başlarına bakkala, markete göndermekten, sokakta oynamalarından korkar hale geldik. Bununla nasıl mücadele edilecek? İstismarcıları toplayıp itlaf etmek mi gerekiyor?
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır Dicle Üniversitesi Hastanesinde 50 sağlık görevlisinin gıda zehirlenmesi yaşadığı haberi vardı. Konuyu araştıran gazeteciler, 2017 yılında Manisa’daki bir askeri birlikte bir ay içinde art arda 4 kez toplam 731 askerin gıda zehirlenmesi yaşadığını haber yaptı. Bu haberin en dikkat çeken tarafı ise Manisa’daki zehirlenme olayına sebep olan yemek şirketinin ihalelerinin iptal edildiği ancak yeni bir isimle Dicle Üniversitesi’nin yemek ihalesini aldığıydı. Bu da bir güvenlik zafiyeti değil midir? İhalesi iptal edilen şirket kapanıyor, bir süre sonra aynı şahıslar, aynı gıda sektöründe başka bir isimle faaliyetine devam edebiliyor. Buna karşı bir önlem alınamaz mı? Şirket kapatmak çözüm olmuyorsa şahısların faaliyetten men edilmesi düşünülemez mi?
Ülkemiz için en büyük güvenlik tehdidi halkımızın siyasi çıkarlar uğruna kutuplaştırılması değil midir? Bu ortamdan yararlanan emperyalist devletler ve içimizdeki çıkar grupları halkımızı inanç değerleri ve kültürel özellikler üzerinden ayrıştırırken siyasetçilerimizin bundan nemalanmaya çalışması huzur ve güvenliğimizi tehdit etmiyor mu? Son 40 yıldır sadece Irak ve Suriye’de halkın din, mezhep ve etnik aidiyetleri üzerinden kutuplaştırılması sonucunda emperyalist devletler “demokrasi ve özgürlük” vaadiyle müdahale etti ve çoğunluğu kadın ve çocuk milyonlarca insan hayatını kaybetti. Halk öylesine düşmanlaştırılmıştı ki; bölgeyi şekillendirme planları yapan emperyalist devletler ve iş birlikçileri saldırılarına başladığında halk birbirine düşmüş, bu ülkelerde vatanını savunacak kimse kalmamıştı. Şimdi ülkemiz için benzer tehditler söz konusu değil mi? Buna rağmen halkımızın inanç değerleri ve kültürel farklılıkları üzerinden düşmanlaştırılması kabul edilebilir mi? Durum böyleyken eleştirenler ve muhalefet edenler her fırsatta terör destekçisi, PKK yanlısı, FETÖ’cü olmakla suçlanıyor. Nüfusumuzun yarısından fazlası terör destekçisi olarak itham ediliyor. Bu yaklaşım terör örgütlerinin propagandalarına katkıdan başka bir şey değildir. Bu şekilde birlik-beraberliğimizi ve ulusal güvenliğimizi sağlamak mümkün mü?
Can ve mal güvenliğimizin teminatı Anayasamızda yer alan hukuk devleti ilkesi ile tarafsız ve bağımsız yargı sistemidir. Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş 30 Aralık 2022 tarihinde öldürüldü. Bu cinayet bir buçuk yıldan fazla süredir aydınlatılamadı, perde arkasındaki sorumluları tespit edilemedi. Cinayetin karanlık tarafları aydınlatılamayınca bazı gazeteciler, bilim adamları ve hukukçular olayı sorgulamaya başladılar. Geçtiğimiz günlerde MHP Genel Başkanı elinde 154 kişilik bir liste ile basının karşısına çıktı ve Sinan Ateş cinayetini sorgulayan bu insanlarla hesaplaşacaklarını ilan etti. Cümlesinin devamında “hukuk yoluyla” hesaplaşılacağını söyledi ama “hukuk” vurgusu pek çok kimseyi ikna etmedi. Bu bir tehdit olarak algılandı. Bu konu bir buçuk yıldan bu yana tartışılmaktadır. Bu zamana kadar olayı sorgulayanlar ve yorumlayanlardan neden şikayetçi olunmadı, hukuki yollara baş vurulmadı? Neden sessiz kalındı? Olayların aydınlatılmasına yardımcı olunmazsa, sorulan sorulara makul ve mantıklı cevaplar verilmezse, bunun yerine tehdit ve hakaret dili kullanılırsa, kaçınılmaz olarak toplumun büyük bir kesiminde; yanlış işlerin yapıldığı, bir şeylerin gizlendiği algısı oluşacaktır. Ayrıca Sayın Bahçeli’nin “hesaplaşma” söylemi üzerine durumdan vazife çıkararak eyleme kalkışanlar olamaz mı? Bu durumda bu 154 kişinin can güvenliği nasıl sağlanacaktır? Bu bir güvenlik zafiyeti değil midir? Siyasetçiler bunu değerlendiremiyorlar mı?
Ülkemiz mafya ve çetelelerin istilası altındadır. İçişleri Bakanlığının son zamanlarda yapılan operasyonlarda yakalananların sayısı ile ilgili açıklamaları bu istilanın boyutunu göstermektedir. Bunların çoğu faaliyetlerini dindarlık ve milliyetçilik kisvesi altında yürütmektedir, Irak, Suriye, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerdeki ortaklarıyla irtibatlıdırlar ve kullandıkları elemanların çoğu bu ülkelerden kontrolsüz göçle gelerek ülkemize yerleşen geçici sığınmacılardır. Bunun yarattığı güvenlik zafiyetinin sorgulandığı duyulmuş ve görülmüş değildir. Bu da düşündürücü değil mi?
Özetle; ülkemizdeki güvenlik zafiyeti sadece sokak hayvanlarından kaynaklanmamaktadır. Yukarıda saydığım güvenlik zafiyetlerine; hile, dolandırıcılık, gasp, soygun, trafik terörü, kontrolsüz göç nedeniyle nüfus yapımızın bozulması, yaklaşan küresel savaş tehdidi, ülkemizin dört bir taraftan kuşatılıyor olması ve daha pek çok konu eklenebilir. Güvenlik zafiyetlerimizin giderilmesi için devletimizi yönetenlerin sorumluluğu büyüktür. Ancak bu sorunlarımızın altından kalkabilmek için halkımıza da önemli görevler düşmektedir. Bunun için birlik-beraberlik, sevgi-saygı, vicdan-adalet… duygularının pekiştirilmesi, bilgi ve bilinç düzeyinin yükseltilmesi gerekmektedir. Bu da ancak eğitimle olur. Peki eğitim sistemimiz buna el veriyor mu? Bence en büyük zafiyet eğitim sistemimizdedir. Geldiğimiz nokta, son 20 yılda dindar nesil yetiştireceğiz diye nerelere sürüklendiğimizi açıkça göstermektedir.
Bir ülkede huzur ve güvenliğin muhafaza edilmesi için devleti ve milletiyle topyekûn mücadele ruhu oluşturulamıyorsa, ülkenin ve milletin hayati önemdeki güvenlik sorunları sokak köpekleri kadar gündem olmuyorsa; oturup düşünülmesi, bunun nedenlerinin sorgulanması, nerelerde hata yapıldığının ve bu hataların nasıl telafi edileceğinin konuşulması gerekir. Aksi halde çözülmesi son derece kolay olayların hayati sorunların önüne geçirilerek günlerce tartışılması; asıl büyük sorunların maskelenmek istendiği kanaati uyandıracaktır ve altında başka niyet ve maksatlar aranacaktır.