Bilindiği üzere dezenflasyon programı hataları ve sevapları ile birlikte uygulanmaya devam ediyor. Geçen haftaki yazımızda uygulanmakta olan programın genel hatları itibari ile olumlu olduğunu ancak programa güvenin tam anlamıyla oluşturulamadığını nedenleriyle anlatmıştık. Yazımızın konusu gündeme erkenden getirildiğini düşündüğümüz “faiz indirimi”nde acele edilmemesi gerekliliği üzerineydi.
Ekonomide gerçek anlamda bir fiyat istikrarını tesis edebilmek bizim gibi dolarizasyonu yüksek, spekülatif girişi dalgalı, döviz rezervi swap hariç daha yeni yeni negatif seviyeden kurtulan ülkemizde erken faiz indirimi şimdiye kadarki çabaları da boşa çıkarabilir. Zira Metropol Araştırma Şirketi’nin “Ekonominin iyi yönetilip yönetilmediği” konusundaki son anketinde “Kötü yönetiliyor” diyenlerin oranı son 3 ayda %65’ten yüzde 81.3’lere yükseldiğini görüyoruz. Kuşkusuz programın henüz başlarındayız. Hayat pahalılığının ve yüksek enflasyonun altında ezilen milyonların bu kanaatte olmaları çok doğal. Zira programın maliyeti büyük çapta alt gelir gruplarına ödetiliyor. Son üç yılda servetlerini artıran üst gelir grubuna bedel ödettirilmedi. Son vergi düzenlemelerinde bu anlamdaki değişiklikler tasarıdan çıkarıldı. Sözü edilen bu nedenlerle programa güven tesis edilemedi. Nitekim beklenti anketlerinde 12 ay sonrası enflasyonu piyasalar yüzde 30, reel sektör %50 oranında beklerken hane halkı minimum yüzde 70’lerde bekliyor.
Ekonomide soğuma belirtileri başladı. Kapasite kullanım oranı yüzde 75.9 ile (mevsimsellikten arındırılmış) 2023’ten bu yana en düşük seviyesine geriledi. Tarihsel ortalamalarının 0.4 puan altında. Güven endekslerinde ve perakende ticarette genel olarak bir yavaşlama var. İmalat sanayi siparişleri aşağı yönlü bir düşüşte. Büyüme tahminlerinde 2. çeyrekten sonra 3.Çeyrekte de potansiyel altı bir zayıflık tahmin ediliyor. TCMB’nin çıktı açığı tahminlerine paralel soğumanın başladığını görüyoruz.(Akbank araştırmalar ekibinin geçen hafta yayınladığı araştırma notu) Bu soğuma belirtilerine rağmen PPK açıklamalarında ifade edildiği gibi Temmuz ayında para politikasının etki alanı dışında kalan yönetilen-yönlendirilen fiyat ve vergi ayarlamaları ve gıda fiyatlarındaki arz yönlü gelişmeler nedeniyle aylık enflasyon geçici olarak artabilecektir. Hizmet fiyatlarında yüzde 70’leri aşan katılık ve atalet mevcut. Yeni açıklanan dış ticaret verilerine göre ihracat 2004 yılı Haziran ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 8.3, ithalat ise yine aynı dönemde yüzde 4.4 azaldı. Dış ticaret açığı da azalarak Ocak- Haziran döneminde yüzde 30.5 oldu. Bu nedenler ekonominin gerçek anlamda soğuması için yeterli değil. Bize göre soğuma yılın son çeyreğinde söz konusu olacak.
Ekonomideki soğuma ile resesyonu birbirine karıştırmamak gerekli. Soğuma; iç talepteki artışın duraklaması, toplam arzın artışını sürdürdüğü dönemlerde ekonomiyi yavaşlatır, soğutur. Bu dönemlerde stoklar artar, işsizlik yaygınlaşır. Büyüme bir veya iki çeyrek önceki dönemlerinin altına iner. Resesyon ise reel GSYİH’nin iki veya daha fazla çeyrek yıllık periyotta arka arkaya negatif seyretmesidir. Soğuma daha yavaş ve daha kısa süreli iken resesyon daha uzun bir ekonomik çöküştür. Ülkemiz hem görece kısa bir dönemde 3 derin resesyon yaşamıştır (1998-2001-2009).Gelişmiş ülkelere nazaran daha farklı bir finansal yapımız (Tasarruf oranı düşük, yapısal reformlarını tamamlamamış, kronik enflasyonu ve döviz ihtiyaçları) nedeniyle finansal kırılganlık yapısına sahiptir. Bugünkü makro göstergelerimiz herhangi bir resesyon riskine işaret etmiyor. Ancak fiyat istikrarının tesisi ve dezenflasyon programının amacına ulaşabilmesi için ekonominin soğutulması yoluyla bedelin ödenmesi gerekiyor. Dünyada bedel ödemeden kronik yüksek enflasyonunu kontrol altına almış ve fiyat istikrarını tesis etmiş bir serbest piyasa ekonomisi yok.