Dört yıl mı dört ay mı?

85 milyonluk ülkenin 10 milyonunun keyfi yerinde. Çoğu varlıklı, zengin, mal mülk sahibi, hiçbiri gelecek endişesi taşımıyor. Bir 10 milyonluk nüfusumuz daha var ki, onlar da iktidara yaslanıp, devlet kaynaklarından beslenip, geçim sıkıntısı çekmiyor, tuzları kuru yani… Ama gerisi, 65 milyon insanın halini ne siz sorun ne ben söyleyeyim.

Çeyrek asra yakındır aynı iktidar yönetiyor ülkeyi. Rahmetli Deniz Baykal sayesinde Parlamento’ya giren bu iktidarın başkanı, milletin vergilerini dar gelirlilere sosyal yardım adı altında hovardaca dağıtarak, girdiği her seçimi (son belediye seçimi hariç)rahatça kazandı. Dar gelirli yaşlıya, torununa bakan nineye, yüzde 40’dan fazla engeli bulunan engelliye, engelli ailelerine, eşi vefat etmiş yaşlı kadınlara, ev hanımlarına, işsizlere maaş, yardım ve destek adı altında düzenli aylık ödemeler yapılıyor.

Dar gelirlinin yaşadığı hane başına 2500 TL destek, kadınlara doğum parası, süt parası, akla gelebilecek her konuda para dağıtıyor iktidar. Oturduğu yerden zahmetsiz geçinen milyonlarca insanımız oldu. Devletin sosyal yardım yapması, dar gelirlilere ve ihtiyaç sahiplerine yardımcı olması elbette çok güzel ve yerinde bir icraat. Ama bu icraatı siyasette kullanmak, seçime malzeme yapmak ne derece doğrudur? Ayrıca hangi zengin devlet, böylesine hesapsız, kitapsız sosyal yardım dağıtıyor ki? Çok paramız olsa, 500 milyar dolardan fazla borcumuz olmasa, ayağımızı yorganımıza göre uzatabilsek mesele yok. Ama durum öyle değil ki. Sosyal yardım yağmuru Türkiye’de milyonlarca tembel, devletten geçinen ve havadan gelen bu parayla yaşamaya alışmış bir nüfusu yarattı.

Sosyal yardıma gerçekten muhtaç, çok yaşlı, yataktan kalkamayan, bakacak ve destek olacak çoluğu çocuğu, yakın akrabası bulunmayanları elbette korumak lazım. Onlara elbette her yardımı yapmalıyız. Ama önümüze gelene de, bize oy versinler diye zaten çok kıt olan paramızı dağıtmamalıyız. Dar gelirlilere olmayan paramızı dağıtmak yerine, onları meslek sahibi yapmalı, iş vermeli ve çalışarak kazanmaya yönlendirmeliyiz. Devletten geçinenlerin sayısını öylesine arttırdık ki, hizmet sektöründe çalıştıracak personel bulamıyoruz. O yüzden Suriyeli, Iraklı, Afgan ve Afrikalı çalıştırmak zorunda kalıyor iş sahipleri.

Bedava yaşamaya alıştırdığımız bizimkiler yetmiyormuş gibi bir de 12 milyondan fazla mülteciyi besliyoruz. Milyarlarca doları yıllardır akıtıyoruz onlara. Niye yapıyoruz bunu, kime sorduk, kimden izin aldık? Millete sahip çıkmaya mecburken, neden ümmete kol kanat gereriz ki? Savaştan kaçanlara sınırlarımızı açtık diyelim, yardımcı olduk misafir ettik diyelim, üç beş aya tamam da yıllardır nasıl ortak ederiz aslanın ağzındaki ekmeğimize? Sorgusuz sualsiz nasıl karıştırırız milletin içine? Sırf Müslüman diye onca Arap’ı, Afgan’ı, Afrikalıyı nasıl dağıttık Anadolu’muza? Bunların başımıza bela olduğunun hala farkında değil miyiz?

İpin ucu iyice kaçtı artık. Ülkemiz çok kötü yönetiliyor. Çalışan kesim azaldı, üretim çok zorlanıyor. Yanlış politikalar yüzünden çiftçi toprağa küstü. Neredeyse tüm yiyeceğimizi ithal eder hale geldik. Fabrikalar peş peşe kapanıyor. Kapanan fabrikalarımızın çoğu yurtdışında açılıyor. Örneğin sadece Mısır’da 70’in üzerinde fabrikamız var. Yazık değil mi Türkiye’ye, yazık değil mi onca kapanan fabrika ve ekmek kapısına, yazık değil mi işsizler ordusuna katılan yüz binlere?

Ülke böyle plansız programsız yönetilirse, paramız pulumuz böyle hesapsız ve aklımıza estiği şekilde dağıtılırsa, elbette ki enflasyonun altında inim inim inleriz. Gerekli önlemleri hemen almazsak, sokağın sesine kulağımızı vermezsek, erken seçime karşı çıkarsak, yakında bu günleri de arar hale geliriz. Türkiye’nin değil daha 4 yıl, 4 ay bekleyecek vakti ve tahammülü kalmamıştır. Aklımızı başımıza toplayalım, ortak akılda buluşalım ve ülkeyi daha fazla germeden ve zorlamadan erken seçime hazırlanalım.

Sokaktan iyi haberler gelmiyor, milyonların tepki ve öfke fırtınası giderek artıyor çünkü. Şikayetçi toplumun gazını almak lazım. Bunun da en akılcı yolu erken seçimdir.