İsrail saldırılarıyla herkesi tehdit ediyor

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, İsrail’in bütün dünyaya adeta meydan okuyarak yaptığı saldırılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Başka (İsrail) bir ülkeye gireriz” açıklamaları, dar gelirlilerin geçim sorunları, Hayvanları Koruma Kanunu üzerine yapılan tartışmalar,  yıllar önce başlayıp bit türlü bitirilemeyen yol, köprü gibi büyük projeler, Millî Eğitim Bakanlığı’nın Türkiye’deki Fransız okulları ile ilgili attığı adım konularında açıklamalarda bulundu.

 

 

******

GÖZLEM – İsrail’in, “Golan Tepelerinin vurulmasından sorumlu tuttuğu” Hizbullah komutanı Fuad Şükür’ü hedef alarak, Lübnan’ın başkenti Beyrut’a füze saldırısı düzenlediği ve 3 kişinin öldüğü, 69 kişinin yaralandığı gün, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniye de, gittiği Tahran’da, İran’ın yeni cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın göreve başlama törenine katıldıktan sonra, kaldığı konutta İsrail ordusunun düzenlediği hava saldırısında koruması ile beraber öldürüldü. Sadece “İran’a, Lübnan’a, Hamas’a, Hizbullah’a değil, adeta bütün dünyaya meydan okuma anlamına gelecek” bu gelişmeler konusunda görüşünüz; bundan sonra neler olabilir?

K – Görünen şu: Netenyahu ABD’ye gitti. Coşkuyla karşılandı. Sadece mevcut Başkan Biden ile değil, Demokratların yeni Başkan adayı Kamela Harris ve Trump ile de görüştü. ABD’den ciddi bir destek, onay aldığını veya o izlenimde olduğunu anlıyoruz. Dönüşünde İsrail, hem Hizbullah’ın Golan tepelerinde 12 çocuğun füzeyle öldürülmesinden sorumlu tuttuğu Fuad Şükür’ü öldürdü, hem de Hamas’ın lideri İsmail Haniye’yi. İsrail Filistin arasındaki bu son süreç Hamas’ın 7 Ekim 2023’de havadan yamaç paraşütleriyle İrail’e saldırarak binden fazla kişiyi öldürüp yüzlerce kişiyi rehin almasıyla başlamıştı. Netenyahu bu saldırıyla bir tarafta Hamas’ın –ne kadar olabilirse – “ılıman” tarafını temsil eden Heniye’yi ortadan kaldırarak, büyük ihtimal Hamas’ı daha da –ne kadar olabilirse– radikalleştirecek bir yönetime dönüştürmeyi hedefledi. Böylece ABD’nin başlattığı ancak kendisi için olumlu olmayan ateşkes sürecini kesintiye uğratmış, belki de tamamen durdurmuş oldu. Öte yandan başta İran’a ve sonrasında tüm bölgeye ve düşmanlarına çok ağır bir mesaj verdi. Ki bu verdiği mesajların muhatapları arasında daha yeni İsrail’e dönük “Libya’ya nasıl girdiysek, Karabağ’a nasıl girdiysek, İsrail’e de öyle gireriz” çıkışını yapan Erdoğan’ın da bulunuyor olması muhtemeldir. Tüm bu durumu daha da olumsuz hale döndürecek şekilde ABD yönetiminin Dışişleri ve Savunma bakanlarından İsrail’e bir saldırı olursa İsrail’i destekleyecekleri mesajı geldi. “2. Dünya Savaşı’ndan bu yana 3. Dünya Savaşı’na en yakın olunduğu bir yerdeyiz” diyen Trump’a katılmamak elde değil. Yine bu çılgınlığa “dur” diyecek en olası kişinin, kendisi ayrı bir “çılgın” olan Trump’ın olması da hayatın garip bir cilvesi.

 

GÖZLEM – 4 /11/1983 tarihli ve 2941 sayılı “Seferberlik ve Savaş Hâli Kanunu” varken, “bu kanunun gerekleri yerine getirilmeden” Cumhurbaşkanı’nın “Başka (İsrail) bir ülkeye gireriz” demesini nasıl yorumluyorsunuz?

K – Acıklı bir komedi olarak yorumluyorum. İsrail İran’ın merkezinde ve bu kadar önemli bir gündeki güvenlik çemberinin içinde nokta füze atışıyla en büyük düşmanının liderini öldürüyor. Daha önce de kaza olduğu iddia edilen bir helikopter “düşüşüyle” İran’ın Cumhurbaşkanı’nı ortadan kaldırmıştı. Oradan Tahran’da yerini muhtemelen cep telefonu sinyalinden bulduğu bir düşmanını ortadan kaldırma kapasitesine sahip bir ülke, burada Saray’ı mı bulamayacak? Bahsettiğiniz “Seferberlik ve Savaş Hali Kanununda”, “Savaş” tanımı şöyle yapılıyor: “Devletin bekasını temin etmek, milli menfaatleri sağlamak ve milli hedefleri elde etmek amacıyla” girilen bir “silahlı mücadeledir”. İsrail’den Türkiye’ye dönük belirgin bir tehlike yok. Filistin konusu Türkiye’nin milli veya ana konusu değil. Daha burnunuzun dibinde Suriye’deki Türkiye’ye dönük terör konusunu çözemiyorsunuz. İsrail’e nasıl, neyle, nereden gireceksiniz? Bir devlet başkanına yakışmayan, tamamen iç siyasete dönük, sorumsuzca edilmiş laflar.

 

GÖZLEM – Emekçilerin “asgari ücretin yaşama şartlarının yükseltilmesi” ve emeklilerin “aynı ölçüde maaş zammı beklemeleri” ümidi sona erdirildi. Görüşünüz?

K – Emeklilere o zammı yapamazlar. Nedeni kaynak olmaması değil. Yabancı yatırımın gelmesi için Türkiye’de enflasyonu kontrol altına almak istemeleri. Emekli gibi dar gelirli kesimin ücret ve maaşlarına yapılacak zamlar doğrudan talebe dönüştüğü için enflasyonu kontrol etmelerini çok zor hale getiriyor. Enflasyonu kontrol etmek için talebe dönüşecek parayı piyasadan çekmek veya piyasaya vermemek istiyorlar. Bu AKP’nin yürüttüğü kısmi bir IMF reçetesi. Amaç yabancı finansmanı getirmek, yabancı büyük fonları, sıcak parayı korumak. Baz etkisi nedeniyle enflasyon düşüyor gibi gözükse de gerçek yapmaları gerekeni yapmadıkları için istedikleri gibi düşmüyor. Tasarruf sağlamıyorlar. Kayıt dışına kayıt altına almakta gerekli adımları atmıyor, atamıyorlar. Sermayeye dönük istisna ve avantajları ortadan kaldırmıyorlar. Bu nedenle geçen ay elektrik, şimdi de doğalgaz fiyatlarında görüldüğü gibi artışlara ve vergiye yüklenmek zorunda kalıyorlar. Bunlar da maliyetleri arttırarak enflasyonu yeniden azdırıyor. İşleri zor, Erdoğan ilk yıl seçimler nedeniyle gerekli adımları atamamış, olabildiğince “popülist” davranmıştı. Şimdi de beklettiği zamlar devreye girip sermaye rahatlatıldığı için enflasyon gerektiği veya iddia ettikleri gibi düşmüyor. Düşmeyecek de.

 

GÖZLEM – Hayvanları Koruma Kanun teklifinde yapılması istenen ve beklenen iyileştirme ümidi de, yurt çapında tepkilere rağmen, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı’nın, AKP grubunda AKP’li milletvekillerine talimatı ve MHP’nin desteği ile Millet Meclisi’nden çıkarıldı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel “Anayasa Mahkemesi’ne gideceklerini” açıkladı. Ne diyorsunuz?

K – Başta teklifte “bir ay sahiplenilmeyen sokak hayvanlarının uyutulması” hükmü vardı. Bu bir ay sonra her şekilde gerçekleştirilmesi gereken “uyutma veya ötenazi” hükmü “hayvanların iyileşmesi mümkün olmayan hastalıkları bulunması, hayvan ve insan sağlığına tehdit içermesi veya davranışlarının diğer hayvan ve insanlara tehdit oluşturması” şartına bağlandı. Bunun uygulaması da veterinerlere bırakıldı. Hem veteriner dernekleri, hem de başta CHP’li olmak üzere muhalif belediyeler bu yasa çıksa bile uygulamayacaklarını açıkladılar. Buna karşın bazı belediyelerin yasa çıkar çıkmaz özellikle sokak köpeklerini toplamaya başladıkları görüldü. Bu yasanın kanunda yazılmış istisna kullanılarak katı bir şekilde uygulanması sürekli bir tepkiye, bu tepkinin canlı tutulmasına ve bana göre uzun vadede kamuoyunda iktidara dönük daha da büyük karşıtlığa yol açar. Göz göre göre bu yola girebileceklerini sanmıyorum. Uygulama imkanı çok az gözüküyor. Ama yine de istisnalarla da olsa yasanın bu iktidarın manüpüle edebileceği bir şekilde çıkması, iktidarın manüpülasyon konusundaki sicili de dikkate alınınca insanı düşündürmüyor değil.

 

GÖZLEM – Bolu’da, 30 Temmuz Salı günü Belediye Başkanlığı hesabında yayınlanan paylaşımda “Bolu’nun Türkiye’nin en temiz şehri olduğunun ve öyle de kalmasının” altı çizilerek “Yarından itibaren; sokak, cadde, kaldırım ve parklara, çekirdek kabuğu, izmarit veya çöp atanlara ayrım yapmaksızın 593 liradan 14 bin 407 liraya kadar idari para cezası uygulanacaktır” denildi. Bu konuda görüşünüz, bütün Türkiye’de “benzer” kararlar alınabilir mi? Bir ek soru; alınsın mı?

K – Karar almak çok önemli. Ancak uygulama ve alınan kararların denetlenmesi daha da önemli. Türkiye’de ve bu iktidarda ana sorun, trafikte olsun, adalette olsun, yerel yönetimlerde olsun alınan kararlarının denetiminin yeterince yapılmıyor, yapılamıyor olması. Tabii ki sokaklara çöp atılmasın, tabii ki motosikletçiler hızlı gitmesin, kask taksın, tabii ki tatil beldelerinde koylarda botlara hız sınırı konsun. Ancak bu konular sıkı takip altına alınırsa ki, bu çok zor değil, iyi bir denetlemeyle o da kaynakla, daha fazla kamu görevlisinin daha çok çalışmasıyla olur, bu sorunların hepsinin önüne geçilir. O takdirde gelişmiş Batı ülkelerinde görüldüğü gibi herkesin kurallara azami uyduğu, sokaklarda pisliğin olmadığı, trafiğin olabildiğince güvenli olduğu çağdaş bir seviyeye çıkılabilir. Bu konunun bir bölümünde yerel yönetimlere çok önemli görevler düşüyor. Bu görevlerin uygulaması da en üst seviyeden başlıyor. Tanju Özcan bu ifadesiyle en üst seviyede bir “bilinç” varlığını göstermiş oldu. Şimdi denetimlere bakarak icraatının da ne derecede iyi olduğunu göreceğiz. İnşallah bu iyi bir örnek olur, başta belediyeciliğe farklı bir bakış açısı getirme hedefinde olan CHP’li belediyelerden başlamak üzere tüm Türkiye’ye yayılır. Bunun daha geniş bir uygulamasını da merkezi yönetimde görmek her yurtseverin beklentisi olsa gerekir.

 

GÖZLEM – CHP Tokat ve Bolu milletvekilleri, bölgelerinde milyarlarca liraya mal olan ancak yıllardır bitmeyen yol, tünel, havalimanı ve baraj gibi projelerini (Çamlıbel Tüneli, Tokat Havalimanı, Tekke Barajı, Yıldızeli Hızlı Tren İstasyonu, Niksar – Almus / Zile – Turhal / Niksar – Tokat / Almus – Tokat / Çamlıbel – Yeşilyurt – Sulusaray yolları) tek tek açıkladılar. Yüz binlerce insan bu projelerin bitirilmesini bekliyor, görüşünüz?

K – İktidarın elinde bir kaynak var. Bunu kendi tercihlerine göre dağıtıyor. Bu tür projelerde yaratacağı rantı da dikkate alarak ya “zaten o bölge halkı iktidara oy veriyor” diye, ya da “vermedi, vermez” diyerek yeterli kaynak aktarmıyorlar. Tamamen “siyasi ve maddi” tercihlere bağlı kararlar. Bu yönetim tarzıyla artık tüm projelerdeki yatırım kararlarının beraberce incelenip bir milli fayda doğrultusunda sıralanarak verildiğine kimse inanmaz. Öyle olsa Devlet Planlama Teşkilatı’nı kapatmazlardı. Ayrıca bu iktidar için her projenin aynı zamanda bir rant kapısı olduğunu unutmamak gerekir. Aksi olsa şehir hastaneleri, otoyol, köprü, tünel gibi büyük ısrafa yol açan garantili Yap İşlet Devret yatırımları yerine daha küçük çaplı ama daha verimli projeler yapılırdı.

 

GÖZLEM – Adana’da bir kişi, yeni aldığı “ruhsatsız” tabancasını misafirliğe gittiği arkadaşına gösterdiği sırada silah kazara ateş aldı. 7 yaşındaki çocuk hayatını kaybederken, olayın şüphelisi çıkarıldığı mahkemece serbest bırakıldı. Sizce “bu karar” hukuki bakımdan da, kanuni bakımdan da, vicdani bakımdan da “doğru” olabilir mi?

K –O çocuğun ailesinin çektiklerini kimse anlayamaz. Ama bu suçlunun dışarıda bırakılması “kamu vicdanı”nın derinden yaralar ve devlete güveni ciddi biçimde sarsar. Bu vicdanı olanlar, kendilerini mutsuz hissediyorlar ve ülkeyi terk etmeyi düşünüyorlar. Çünkü vicdan demek umursamak, önem vermek; umursamak, önem vermek demek de sevgi demektir. Ülkesini seven bu konulara üzülür. Sevmeyenin umurunda olmaz. Bu işin toplumsal boyutu. Öte yandan olay özelinde yargısal açıdan bakınca, normalde bir trafik kazasında bile hayati tehlikesi olan yaralı bir kişi bulunduğunda, zanlı serbest bırakılmıyor. Burada 7 yaşında bir çocuk hayatını kaybetmiş, kaza da olsa bu bir yaptırımı gerekli kılmaz mı? Bu kişi tutuklanmayıp serbest bırakılıyorsa bana göre burada o adli seviyede bir takım hesaplar, alışverişler olmuş demektir. Eşini sokak ortasında dövüp “Senin hakkın ölüm, öleceksin” diye bağıran ve hakkında uzaklaştırma kararı olduğu öğrenilen koca tutuklanarak ceza evine gönderildi. Uzaklaştırma kararı ve ciddi bir öldürme hedefi var. Kamu vicdanına “oh” dedirten bu davada, bu kişiye çok ciddi bir hapis cezası verilmesi gerekmez mi? Her ne olursa olsun bu kişi tutuklanırken, ayrıldığı eşini 2 çocuğunun önünde 7 yerinden bıçaklayıp tutuklanan eski kocanın tutuklandıktan 9 ay sonra tahliye edilmesi hangi kamu vicdanına sığar? Genç kadın “Beni öldürmesi için mi tahliye ediyorsunuz? Yine tehditler alıyorum. Öldükten sonra değil yaşarken yanımda olsunlar” diye feryat etmekte haksız mı? Böyle bir caninin ne kadar kişisel sebep olursa olsun, toplum içinde dolaşması ne kadar doğru? Adana’da 4 kişiyi öldürmekle suçlanan bir çetenin tutuklanan lideri ve 5 üyesi ilk duruşmada tahliye edildi. Bu kararları veren hakimlerin kıstası acaba ne idi? Ben bu tür kararlarda ne olursa olsun hukuğun gerektirdiği dışında başka etkenler olduğunu düşünüyorum. Basının da bu tür davaları çok daha detaylı ve yakından ve nedeninden hakimine kadar geniş bir kapsamda izlemesi gerekir. Bu bireysel kararlar bile gözlem altına alınsa bir süre sonra adalet tecellisine ilişkin çok yol alınır.

GÖZLEM – Millî Eğitim Bakanlığı’nın Fransız okulları ile ilgili adımını nasıl karşılıyorsunuz?

K – Bakan Yusuf Tekin’in milli eğitimi dinci vakıflar ve müfredat değişiklikleri ile nasıl laik sistemden kopuk, gerici bir hale getirmek istediği ortada. Ancak tüm bu isteklerine karşın milli eğitimde hem din açısından, hem de diğer dersler açısından öğrenciler Cumhuriyet tarihinin en geri noktalarına inmiş durumdalar. Cumhuriyet gazetesinin haberlerine göre; Öğrenciler Yükseköğretim Kurulları Sınavı’nda, din kültürü ve ahlak bilgisi konularında altı sorudan yalnızca 1,275’ini doğru yapabildiler. 4+4+4 sisteminin ilk mezunlarını verdiği bu yıl YKS’de 120 soruda doğru soru çözme ortalaması 47,362, Alan Yeterlilik Testi’nde ise 160 soruda 29,826 oldu. 12 yıl önce 1. sınıfa başlayan 1 milyon 871 bin öğrenciden sadece 1 milyon 93 bini bu yıl YKS’ye girdi. 12 yıl önceki rakamın yüzde 42’sine denk düşen 778 bin öğrenci sistem dışına çıktı ya da sınıfta kaldı. Milli Eğitim ciddi bir sarsıntı geçiriyor. Bu süreçte bakanın, kendi ideolojik saplantıları da dikkate alındığında, bu başarısızlığı gölgeleyecek bir gündem değişikliğine gitmesi gerekiyordu. Onu da bu yabancı okullarla ilgili konuyu gündeme getirerek yapmaya çalışıyor. 22 yıldır iktidarda olan bir hükümetin bakanı. Bu konu dünün konusu mu? Niye şimdi aklınıza geldi? Tamamen YKS sonrası ayyuka çıkan büyük başarısızlığı gölgelemek, saklamak, gündemi değiştirmek için ortaya atılan bir konu.