Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın 28 Temmuz 2024’de, Rize’de, AKP İl Teşkilatının düzenlediği bir toplantıda, İsrail’in Gazze saldırılarını eleştirerek “Biz nasıl Karabağ’a, Libya’ya girdiysek bunun benzerini aynen onlara da (İsrail’e de) yaparız” şeklindeki beyanı tüm dünyanın dikkatini çekti. İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işgal tehdidi karşısında İsrailli diplomatlara, Türkiye’nin kınanması ve NATO’dan çıkarılması için girişimde bulunmaları talimatı verdiğini yabancı basından sonra da ulusal basın ve yayın organlarından öğreniyoruz. Katz, aynı açıklamasında, Türkiye’nin Hamas örgütü karargahına ev sahipliği yaptığını, Yemen’deki Husiler, Hamas ve Hizbullah’la birlikte İran’ın şer ekseninin bir üyesi olduğunu söylemekten de kaçınmıyor. Katz’ın sosyal medya hesabından yaptığı en sert açıklaması ise Erdoğan’a Saddam benzetmesi olmuştur. Dışişleri Bakanlığı ise bu benzetmeye karşılık Netanyahu’yu Hitler’e benzetti.
İsrail’in isteği üzerine 1952’den beri NATO’nun en faal üyesi olan Türkiye, NATO üyeliğinden tabii ki çıkarılamaz. İsrail NATO’nun Akdeniz Diyalogu çerçevesinde Ortaklık ilişkisi bulunan ülkelerindendir. Ancak artık Türkiye’nin de BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi Batı ve NATO’ya karşı kurulan Rusya, İran ve ÇHC’nin liderliklerini yaptığı bu kuruluşlarla arasına bir mesafe koyması gerekir. Bu kuruluşlara yakınlığı böyle devam ederse Batı, AB ve NATO ittifakı karşısında Türkiye’yi zayıf bir konuma sokar görüşündeyim.
Türkiye’nin İsrail ile gerilimi tırmandırmasının arkasındaki nedenlerin başında artık Türk diplomasisinin Orta Doğu’daki sorunlara kolaylaştırıcı, Filistinliler arasında arabulucu, İsrail ile dengeli bir politika uygulamasından uzaklaşarak daha çok Hamas, Hizbullah ve bu örgütlerin arkasındaki İran’la yakınlaşması olabilir mi? Bir de üstüne iç politikadaki ekonomik kriz, halkın büyük bir kısmının geçim sıkıntısı, hayvan hakları konusunda CHP’li Belediyelere yüklenen ve yine AKP’li olsun YRP’li olsun halkın büyük bir kısmının hışmını çeken Sokak Hayvanları Yasası ile de gündem değişikliğinin sağlanamaması da cabası.
Türkiye birdenbire bölgede önemli bir güç olduğunu hissettirmek de istemiş olabilir. Son zamanlarda ÇHC’nin arabuluculuğu ile Filistinlilere imzalatılan Pekin Deklarasyonu Çin’e dünya çapında bir itibar kazandırdı denebilir. Öte yandan Türkiye’nin Hamas’a yakınlığı, İsmail Haniye’nin Türkiye ziyaretleri, uzun süredir muhatap alınmayan Filistin Cumhurbaşkanı Mahmut Abbas’ı kızdırmış olabilir. Filistin’in başında Yaser Arafat gibi karizmatik bir lider olsaydı Filistin konusu bu boyutlara gelebilir miydi sorusu da ayrı bir tartışma konusudur.
Türk dış politikasının eski ilkelerine dönülmeli
Tüm bu gelişmelerde ve gerilimlerde Türk dış politikasının Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren istikrarlı, itidale dayanan, her devlete yakın ancak mesafeli, milli çıkarlara öncelik veren “Yurtta sulh ve cihanda sulh” gibi değişmeyen şiar ve çizgilerde yürütülmesinin önemi bu gibi durumlarda ortaya çıkıyor. Bizim kuşak diplomatlar çeşitli görüşlere sahip iktidar ve koalisyon Hükümetlerinde çalışmış olmamıza rağmen temel ilkeler çerçevesinde hazırladığımız notlardaki bilgiler her dönem kabul görür ve uygulanırdı. Çok başlı diplomasi ile gelinen yer buraya kadar diyelim.
ABD’nin ateşkes ve Gazze rehinelerinin iadeleri konusundaki görüşmeleri devam ederken İsrail’in İran’a bağlı Hizbullah Komutanlarından ve Cihat Konseyi üyesi Fuat Şükür ile İran’da yeni Cumhurbaşkanının göreve başlama törenine katılan İsmail Hanayi’i öldürmesi hem zamanlama hem de iki şehirde birer gün arayla yapılması dikkat çekici. İsrail, Hanayi suikastını henüz üstlenmedi. ABD Başkanlık seçimleri için propaganda faaliyetlerinin yürütüldüğü bir sırada yapılan bu suikastlar konusunda ABD halen sessizliğini korumakta. Belki zayıf bir açıklama gelebilir.
Orta Doğu konusunda Türkiye’nin hamasi demeçlerden çok sorunlara belli bir mesafeden itidalli, soğukkanlı ve eskisi gibi arabulucu kimliği ile yaklaşması gerekir. Evet, ordumuz güçlüdür. NATO’da ABD’nden sonra gelen ikinci büyük ordudur. Ancak “Orta Doğu batağına” saplanmamak konusundaki ilkeden ayrılmamak gerekir. İdlip’te öldürülen 35 askerimizin hesabını henüz soramadık.
Mavi Vatan masal mı?
1947’de ABD Başkanı Truman’ın ortaya attığı kıta sahanlığı kavramı, 1958’de Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmesinde resmi bir kavram olarak kullanıma girdi. T.C.Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından düzenlenen bir sempozyumda, Mavi Vatan kavramı Tümamiral Cem Gürdeniz tarafından kullanıldı. Daha sonra Tümamiral Cihat Yaycı’nın Temel Deniz Hukuku isimli eserinde kayıtlara geçti.2019’da ilk kez Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de Mavi Vatan tatbikatı yapıldı. Mavi Vatan kavramı Libya ve Türkiye arasında ” Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşmasına” girdi. İki ülke arasındaki Anlaşma İstanbul’da imzalandı ve Resmi gazete’de yayınlandıktan sonra iç hukukta yürürlüğe girdi.
Anlaşma diğer uluslararası nitelikteki anlaşmalar gibi BM’e kayıt ettirildi. Türkiye’nin son zamanlarda artan sınır ötesi askeri varlığı ve üslerinin Mavi Vatan Doktrini ile uygun olduğu yetkili çevrelerce savunulmakta.
Mavi Vatan tartışmaları nasıl çıktı diyebilirsiniz. Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili, meslektaş ve arkadaşım Namık Tan 27 Temmuz 2024’de Somali’ye donanma gönderilmesi için TBMM’deki tezkere görüşmelerinde Mavi Vatan Doktrinini “masal” olarak nitelemesinden sonra başlayan ve Sayın Tan’ın eleştirildiği bir konudur.
18 Adamıza Yunanistan el koyduğu sırada sessiz kalan iktidar neden “Mavi Vatan masaldır” tümcesinden rahatsız olmuştur? Kıta sahanlığımızın korunması Türkiye’nin en temel hakkıdır. Bunu her Türk vatandaşı savunur. Sayın Tan’ın burada “masal” olarak ifade etmek istediği Mavi Vatan Doktrininin Türkiye ve Libya dışında tanınırlığının olmayışıdır. BM’e kaydedilen sadece anlaşmadır. Mavi Vatan Doktrini BM’e bu anlaşma yoluyla kaydedilmiş sayılmamaktadır.
İkinci husus ise Mavi Vatan Doktrininin militarist bir yaklaşım sergilediği ve diplomasiyi göz ardı etmesidir. Türkiye’nin özellikle Yunanistan’la olan kıta sahanlığı sorunları Dışişleri Bakanlığında uzun yıllar Denizcilik ve Havacılık Genel Müdürlüğü tarafından takip edilerek bu Genel Müdürlükte çalışmış olan ve bu konularda deneyimli diplomatlarca toplantılarda gerekli müdahalelerde bulunulmuştur. Deniz Hukuku ve kıta sahanlığımız konusunda en tanınmış uzman diplomat, Büyükelçi rahmetli Deniz Bölükbaşı’nın uluslararası görüşmelerdeki konuşmalarından birkaçına şahit olmuşumdur. Şimdi Bakanlık yapısındaki bu Genel Müdürlük “Hukuk İşleri” başlığı ile maalesef başka bir birim altına alındı.
Mavi Vatan Libya ile yapılan bir Anlaşma dışında kendi iç hukukumuzda yer alan bir kavram olarak kaldı. Sayın Tan’ın masal yakıştırması da şüphesiz buradan kaynaklanmakta. Basın mensupları ve siyasetçilerin ona yönelik eleştirilerini bu bakımdan anlamsız bulmaktayım.
Keşke Mavi Vatan Doktrinini dünyaya kabul ettirebilseydik. Bu da ancak deneyimli diplomatlarla olur. Çalkantılı ve beklenmedik olaylarla geçen zamanımızda güzel şeyler de oluyor. Paris Olimpiyatlarında okçuluk takımımızın Metin Gazoz sayesinde bronz madalya kazanması, eskrimde ilk kez Rize belediyesince desteklenen bir kadın sporcumuzun altın madalya alması ve daha da gelecek madalyalar sevinç kaynağımız oldu. Voleybol Kadın Takımımız ise destan yazmaya devam ediyorlar.
Türk Olimpiyat Kafilesine başarılar dileriz. İyi ki varlar.