Bölgemizdeki gelişmeler her gün bir öncekinden daha tehlikeli hale gelmektedir. Ben bu gelişmelerin; tek başına, birbirinden bağımsız olaylar olmadığını düşünüyorum. ABD, AB, İngiltere ve İsrail’in ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafyayı kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek için çalıştıkları inkâr edilemeyecek seviyeye gelmiştir. Rusya ve Çin bu durumdan çıkar sağlamaya, dönüşümü kendi çıkarlarına göre yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Bölge ülkelerinin bazıları bu projeye karşı koymaya çalışırken, bazı bölge ülkelerinin yöneticileri iktidarlarını korumak ve ideolojik hedeflerine ulaşmak uğruna destek vermekte, yardımcı olmaktadırlar. Bölgemizdeki gelişmelerden birinci derecede etkilenecek ülkeler arasında fikir birliği ve ortak mücadele kararlılığı olmadığı dikkat çekmektedir.
Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’nin 31 Temmuz’da İran’ın başkenti Tahran’da öldürülmesini takip eden günlerde gelişen olaylar bölgemizdeki durumun ciddiyetini ve bölge ülkelerinin duruşunu ortaya koymaktadır.
İran; ülkesinde gerçekleşen suikastın faili olan İsrail’e misilleme kararlılığını ilan etmiş, ancak bugüne kadar harekete geçmemiştir. Lübnan’da üslenen Hizbullah; İsrail’e zaman zaman roket saldırıları düzenlese de etkili bir sonuç elde edememiştir. Bölgede durum hala gergindir. İsrail-Hamas savaşının bölgeye yayılması beklentisi yüksektir. Buna rağmen bölgede İran’ın yanında yer alacak ülke yok denecek kadar azdır.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY); açıkça İsrail’in yanında yer almakta, bölgesindeki üslerden İsrail’e askeri destek sağlanmasına izin vermektedir. Yunanistan’ın desteği de GKRY’den farklı değildir. Bu duruma karşı çıkan bölge ülkesi de yoktur.
ABD’nin desteğiyle Suriye’nin doğusuna yerleşen PKK/YPG; bölgedeki durumu fırsata çevirmeye çalışmaktadır. Arap aşiretleri baskı ile kontrol altına alarak bölgede hakimiyet kurmaya çalışan PKK/YPG bu aşiretlerin yaşadıkları köylere sık sık saldırılar düzenlemektedir. Baskılara dayanamayan Arap aşiretler; 7 Ağustos’ta PKK/YPG’nin yol kontrol noktalarına ve karargahlarına saldırmışlar ve bölgedeki çatışmalar yeniden başlamıştır. ABD; PKK/YPG’ye hava desteği sağlamakta, Arap aşiretlerin yerleşim birimleri üzerinde alçak uçuşlar yaparak bölge halkını tehdit etmektedir. PKK’nın Suriye’de Arap aşiretleri yok ederek bir devletçik kurmaya çalışması, Suriye dahil hiçbir bölge ülkesinin umurunda değildir. Arap birliği ve dayanışması lafta kalmıştır. Türkiye’nin “bölgede teröristan devleti kurulmasına izin vermeyeceğiz” söylemi sonuç vermemekte, ABD-PKK ikilisi ve ortakları yollarına devam etmektedir.
Rusya; İsrail-Hamas savaşına ilgisini açığa vurmamaktadır. Savaşın bütün bölgeye yayılması durumunda tutumunun ne olacağı konusunda ketumiyetini korumaktadır. Ben, savaşın bölgeye yayılması, Suriye’yi de içine alması ve bölgedeki varlığını tehdit etmesi durumunda Rusya’nın sessiz kalmayacağını, Suriye’deki üslerinden ve Doğu Akdeniz’deki konumundan vaz geçmeyeceğini, duruma müdahale etmekte tereddüt etmeyeceğini değerlendiriyorum.
Olaylar gelişirken Rusya; Türkiye sınırında PKK’nın Kobani olarak isimlendirdiği Ayn-El Arap’ta Suriye ile birlikte yeni bir askeri üs kurmuştur. Bu üssün “çatışan taraflar arasında tampon oluşturmak” maksadı ile kurulduğu söylenmektedir. Bölgede “çatışan taraflardan” kastedilen PKK/YPG ile Arap aşiretler midir yoksa Türkiye ile PKK mıdır? Rusya 2017 yılında yine Türkiye sınırındaki Kamışlı bölgesinde de bir askeri üs kurmuştu. Bence bu üslerin neden Suriye rejimi ile PKK/YPG arasındaki bölgelerde değil de ülkenin kuzeyinde, Türkiye sınırında kurulmasının maksadının çok iyi sorgulanması gerekmektedir.
Rusya; bir taraftan Suriye’de yeni bir üs kurarken, diğer taraftan Gürcistan sınırları içindeki Abhazya Özerk Bölgesinde, Karadeniz kıyısında bir deniz üssü kurma hazırlığı içindedir. Rusya’nın bundan maksadının Karadeniz’de etki alanını genişletmek olduğu gayet açıktır. ABD ise Romanya ve Bulgaristan üzerinden Karadeniz’e açılma gayreti içindedir ve Montrö Boğazlar Sözleşmesinin esnetilmesi konusunda Türkiye’yi ikna etmeye çalışmaktadır. Bir NATO üyesi olan Türkiye Karadeniz’de en uzun kıyısı olan ülkedir. Dolayısıyla Karadeniz’deki gerginlikten en çok etkilenecek ülkelerden birisidir. Bu durumda Rusya’nın Karadeniz’deki adımlarının Suriye’deki adımlarıyla birlikte değerlendirilmesinde yarar vardır.
Böyle bir ortamda bölge ülkelerinin müşterek bir tavır sergileyememesi çok büyük bir zafiyettir. Bırakalım bölge ülkelerini ülkemizde bile bu durumun yaratacağı tehlikeyi dikkate almayanlar vardır. Siyasetçilerimiz; ulusal birliğimizi, toprak bütünlüğümüzü tehdit eden bu durum karşısında birlik ve beraberlik içinde hareket etmek yerine durumdan siyasi çıkar sağlamaya çalışmaktadırlar. Yöneticilerimiz kendileri gibi düşünmeyeni “cibilliyetsiz” (soysuz, karaktersiz, mayası bozuk, sütü bozuk) ve “ev zencileri” olarak nitelemekte, böylece gerçek gündem ve gerçek tehditleri hasır altı etmektedirler. Muhalif siyasetçilerimiz ve basınımız ise bu gündem değiştirme tuzağına takılarak günlerce bu konuyu tartışmaktadır. Bu durum siyasetçilerimizin bilerek ya da bilmeyerek konuya ne kadar uzak durduklarını, ulusal birliğimizi ve bütünlüğümüzü tehdit eden gelişmelere duyarsızlıklarını, milli güç unsurlarımızdan birisi olan siyasi gücümüzün ne derece zayıf olduğunu göstermektedir. Ben ulusal değerlerimiz konusunda müşterek bir duruş sergileyemeyen siyasi sistemin de çok iyi sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Böyle devam etmesi halinde emperyalist projenin bölgemizdeki hedefine ulaşmakta ilerleme kaydedeceğini ve bu durumdan ülkemizin de arzu etmediğimizi şekilde etkileneceğini değerlendiriyorum. Bundan kurtuluşumuzun tek yolunun Atatürk İlke ve Değerlerine sıkı sıkıya sarılmak, Yurtta Barış Dünyada Barış ilkesinden taviz vermemek olduğuna inanıyorum.