Bölgemizde bütün gözler İsrail-Hamas savaşına ve Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye suikastı nedeniyle İran’ın İsrail’e ne zaman, nasıl bir karşılık vereceğine çevrilmişken Irak ve Suriye’deki gelişmelere de dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü bölgeyi kendi çıkarlarına göre şekillendirmek için harekete geçen emperyalist projenin birinci hedefi Irak ve Suriye’deki adımlarını sağlamlaştırmaktır. Müteakip adımlar Irak ve Suriye’de hedefe ulaşıldıktan sonra atılacaktır.
ABD ve ortaklarının kurguladığı emperyalist proje; Irak, Suriye, İran ve Türkiye’den koparılacak topraklar üzerinde büyük Kürdistan’ı kurma projesidir. Bölgemizdeki bütün gelişmeler de bu projenin aşamalarıdır.
İsrail’in Gazze’deki soykırımı bütün hızıyla devam ederken Kerkük’te İl Meclisinin Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)’den beş, Hristiyanlardan üç ve Araplardan bir olmak üzere toplam 9 üyesi bir araya gelerek (KYB)’den Rebwar Taha’yı vali olarak seçmişlerdir. İl Meclisi toplantısına Irak Türkmen Cephesi ve Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) temsilcileri katılmamış, yasaya göre toplantıya başkanlık etmesi gereken Meclis üyesine haber bile verilmemiştir. Böylece, binlerce yıldır bir Türkmen kenti olan Kerkük’ün yönetimi Kürt gruplara teslim edilmiş, Türkiye buna hiçbir tepki göstermemiştir.
Irak’ta bunlar olurken Suriye’de PKK’nın uzantısı PYD/YPG; ABD’nin desteğiyle yerini ve konumunu güçlendirmektedir. Geçtiğimiz hafta Gözlem Gazetesi’nde yayımlanan yazımda YPG ile Arap aşiretler arasındaki çatışmaların yeniden alevlendiğinden söz etmiştim. Bu hafta yabancı basında YPG ile savaşan Arap aşiretlerin “İranlı Milisler” olarak isimlendirilmesi dikkatimi çekti. Bu haberlere göre sözde İranlı Milisler bu defa ABD’nin üslerine de saldırmaya başlamışlar. İran’ın İsrail’le ilişkilerinin son derece gergin olduğu bir ortamda bunun ne anlama geldiği gayet açıktır. İranlı Milisler neden İsrail’deki hedeflere değil de Suriye’de PKK/YPG’ye ve ABD üslerine saldırmaktadırlar? Ben bunun da bir kurgu olduğu, vaktiyle IŞİD’le mücadele gerekçesiyle PKK/PYD/YPG’yi Suriye’ye yerleştiren ABD’nin, bu defa İranlı Milislerle mücadeleyi bahane ederek alanı genişletmeye çalışacağı kanaatindeyim.
ABD; PKK/YPG ile birlikte Suriye’de, aynı zamanda İsrail ile birlikte bütün bölgede alan genişletmeye çalışırken Türkiye’nin tavrı da dikkat çekmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan; haziran ayı başlarında Suriye ile ilişkilerin normalleşmesi gerektiğinden, bu kapsamda Suriye Devlet Başkanı Esad’la görüşebileceğinden söz etmişti. Esad ise bu görüşmenin gerçekleşmesi için Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi gerektiğini söylemişti. Bunun üzerine bir açıklama yapan Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler “gerekirse çekilmeyi düşünürüz” diyerek görüşmenin kapısını aralamıştı.
ABD Dışişleri Bakanlığı; temmuz ayı ortalarında “Türkiye ile Suriye arasında normalleşme olacağına dair bilgilendirmeler görüyoruz. ABD bu normalleşme çabalarını desteklemiyor” diyerek tavrını gösterdi. ABD’nin bu açıklamasının ardından Suriye ile normalleşme görüşmeleri gündemden düştü.
Son olarak Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler; 12 Ağustos’ta İngiliz haber ajansı Reuters’a verdiği demeçte Türkiye’nin Suriye’den çekilme şartlarını yeniden ortaya koydu. Bilindiği gibi Türkiye Suriye’den çekilme şartlarını:
– Suriye’de her kesimin hakkını koruyacak yeni bir anayasanın kabul edilmesi,
– Her kesimin özgürce katılabileceği seçimlerin yapılması,
– Bu seçimler sonrası meşru hükümetin kurulması,
– Meşru hükümetin Türkiye-Suriye sınırını güvence altına alması olarak ilan etmişti.
Yaşar Güler Reuters’a verdiği son demecinde bunları tekrar etti. Konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Esad’la görüşüp görüşmeyeceğine değinmedi. Bunun yerine “Türkiye ve Suriye, uygun koşullar oluştuğu takdirde ilişkileri normalleştirme çabaları kapsamında ‘bakanlar düzeyinde’ bir araya gelebilir” dedi. Bu açıklama bende; Erdoğan-Esad görüşmesinin bu aşamada mümkün olmadığı, Suriye ile normalleşmenin ‘askıya alındığı’ kanaati uyandırdı.
Yaşar Güler’in açıklamasında dikkat çeken bir diğer konu da NATO ile ilişkiler oldu. Sayın Güler; Türkiye’nin NATO içindeki sorumluluklarına vurgu yaparak “Önceliğimiz önemli bir müttefik olarak NATO’ya karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek ve müttefiklerimizle dayanışmayı güçlendirmektir. Odak noktamız NATO’nun hazırlıklı, kararlı ve güçlü olması olmalıdır” açıklamasında bulundu.
Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerinin normalleşmesi konuşulurken NATO içindeki konumumuza vurgu yapılması ne anlama gelmektedir? NATO kime karşı “hazırlıklı, kararlı ve güçlü” olmalıdır? Bu konular yeterince aydınlatılmadı. Ama ABD’nin bölgemizdeki bütün faaliyetlerinde NATO’yu kullandığı, Türkiye’nin de bir NATO üyesi olarak Irak ve Suriye’de ABD tarafından yönlendirildiği kanaati yaygındır. İran-İsrail geriliminin tırmandığı bir ortamda ABD yine NATO’yu harekete geçirebilecek midir? Bu sefer Türkiye’nin tavrı ne olacaktır?
Son günlerde basında ABD’nin bölgeye büyük miktarda silah ve mühimmat sevkiyatı yaptığı haberleri çıkmaktadır. Haberlere göre; ABD’den İsrail’e satışına onay verilen 5 ayrı pakette savaş uçakları, havadan havaya füzeler, tank ve top mühimmatları ile taktik araçlar yer almaktadır. Pentagon Sözcüsü Pat Ryder bu durumu “Şu anda bölgede durum çok ciddi, İran’ın İsrail’e misilleme yapması durumunda hazırlıklı olmalıyız.” diyerek izah etmiştir. Bu durum İran’ın İsrail’e misilleme yapması halinde ABD’nin müdahaleye kararlı olduğunu göstermektedir.
Türkiye-Suriye normalleşmesinin askıya alınması, Irak’ta Kürt grupların Kerkük’ü de hakimiyet altına almaları, İran-İsrail ilişkilerinin gerginleşmesi, ABD’nin İsrail’e desteği… bölgede gerginliğin giderek arttığının göstergesidir. Eğer ABD, İran -İsrail gerilimine taraf olursa bölgedeki en yakın NATO üyesi olarak Türkiye’yi de bu gerilimin içine çekmek isteyecektir. Yapılması gereken; gerginliğe taraf olmamak, bu süreci en az zararla atlatmak olmalıdır.