Ekonominin içinden geçtiği olumsuz sürecin etkileri endişeleri de artırdı. Türkiye’nin yılın son çeyreği ile birlikte “ekonomide enflasyon artışı ile durgunluğun aynı anda yaşanması” anlamına gelen ‘stagflasyon’a doğru sürüklendiği yorumları son günlerde sıkça yapılıyor. Hükümetin enflasyonlar mücadele yöntemi gelecek adına endişeleri artırıyor.
*********
Türkiye’de uzunca süredir yaşanan yüksek enflasyon sürecinin olumsuz etkileri, hem çalışan ve emekli kesiminde hem de üreticilerde ve şirketlerde artarak sürüyor. Hükümetin yüksek enflasyonla mücadele kapsamında faiz artırımı ve ücretleri baskılama yöntemi tüketimi azaltsa da enflasyonu düşüremedi. TÜİK verisine göre temmuzda enflasyon aylık yüzde 3,23 artarak yıllık yüzde 61,78 oldu. Bu durum milyonlarca çalışan ve emekli için enflasyon karşısında giderek fakirleşme sonucunu doğururken beraberinde durgunluğu getirdi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, son Para Politikası Kurulu toplantısında beşinci ayda da faizi yüzde 50’de sabit tuttu. PPK metninde olası indirime yönelik ipuçlarını da vermedi. Son olarak hükümetin vergi gelirlerini artırmak için uygulamaya soktuğu “enflasyon muhasebesi” nedeni ile iş dünyasında yeni yatırımlar durma noktasına geldi. Ekonomide görülen yavaşlama emareleri “Türkiye stagflasyona mı giriyor” sorusunu gündeme getirdi. Kimi ekonomistler önümüzdeki aylarda hane halkları ve şirketler için tablonun daha da ağırlaşacağı uyarısı yaparken, kimi ekonomistler ise enflasyonla mücadelenin başarılı olması için bu ‘acı fatura’nın ödenmesi gerektiği görüşünde.
Uzmanlara göre açıklanan son resmi verilere göre Türkiye henüz tam olarak “stagflasyon” sürecine girmemiş olsa da geleceğe dair endişeleri artırıyor. Büyümeye yönelik öncü göstergeler, aylık bazda enflasyon artışının sürmesi ve enflasyonla mücadelenin para politikaları ile sınırlı kalması halinde “stagflasyon” tehlikesinin artışına işaret ediyor. Zira, sanayi üretiminde Mayıs ayında başlayan daralma Haziran ayında hızlanarak devam etti. Öncü veri, Haziran’da aylık bazda % 2,1, yıllık bazda % 4,7 oranında daraldı. Böylece yıllık bazda sanayi üretiminde 16 ayın en büyük düşüşü gerçekleşti.
Enflasyonda ise Türkiye son iki yılda dünyanın en yüksek enflasyonuna sahip ülkelerinden biri haline geldi. Türkiye Temmuz 2024 verilerine göre, yıllık bazda yüzde 61,78 enflasyonla AB ülkeleri içerisinde birinci, G-20 ülkeleri arasında ise Arjantin’den sonra ikinci sırada yer alıyor. Yine döviz kurlarındaki yükseliş ve TL’deki değer kaybı da dikkat çekiyor. Son 3 yılda dolar kuru 8,5 TL’den 33,7 TL’ye yükselerek yüzde 286 değer kazandı. Euro kuru ise aynı dönemde 9,9 TL’den 37,2 TL seviyelerine çıkarak yüzde 275 değer kazandı.
Enflasyonla mücadele kapsamında büyümenin yavaşlama eğilimine girmesi de, Türkiye için stagflasyon sürecinin yakın olduğu görüşünü güçlendiriyor. 2023 yılını yüzde 4,5 büyüme ile kapatan Türkiye, 2024’ün ilk çeyreğinde ise yüzde 5,7’lik büyüme yakalamıştı. Geçtiğimiz günlerde açıklanan sanayi üretim endeksi, dış ticaret endeksi ve Türkiye İmalat Satın Alma Yöneticileri (PMI) Endeksi verilerinde görülen düşüşler, Türkiye’nin pandemi ve deprem felaketine rağmen 15 aydır aralıksız sürdürdüğü büyümesinde sona gelindiğinin işaretleri olarak görülüyor.
İşsizlik ne durumda?
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, ikinci çeyrek 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı 2024 yılı ikinci çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre, 23 bin kişi artarak 3 milyon 156 bin kişi oldu. Geniş tanımlı işsizlik yüzde 27,3 ile 2021 yılı ilk çeyreğinden beri en yüksek noktası olarak kaydedildi. Toplam istihdam ikinci çeyrekte yıllık 1,2 milyon kişi artarken sanayide 121 bin kişi azaldı. İstihdamda sanayini payı pandemiden beri en düşük seviyeye geriledi.
İş dünyası kaygılı
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Başkanı Nail Olpak, sanayicinin uluslararası rekabette zorlandığını, azalan siparişlerin gidişata ilişkin olumsuz sinyaller verdiğini belirtti. İş dünyasının hükümetin uyguladığı ekonomik programı zora sokmayacak destekler beklediğini ifade eden Olpak, piyasalarda iflasların, konkordatoların konuşulmaya başlandığını dile getirdi ve “Çokça konuşulan konulardan biri de üretim tesislerinin taşınması… Batı Avrupa’yı ve Mısır’ı duyuyorduk. Artık Cezayir ve Tunus gibi Mağrip’i de duyuyoruz” dedi.
Müstakil İş adamları ve Sanayicileri Derneği (MÜSİAD) tarafından yapılan açıklamada, “KOBİ’lerimiz başta olmak üzere sanayicimizin bu ay uygulanması istenen enflasyon muhasebesinin oluşturacağı bu haksız vergiyi yüklenecek durumu ve imkânı bulunmamaktadır” denildi. İstanbul Sanayi Odası (İSO), İstanbul Ticaret Odası (İTO) ve Ankara Sanayi Odası (ASO) da söz konusu düzenlemeyi eleştiren ve geri alınmasını talep eden açıklamalar yaptılar.
*******
“Öncü göstergeler stagflasyona işaret ediyor”
Eski Hazine Müsteşarı, yazar ve akademisyen Dr. Mahfi Eğilmez, Türk ekonomisinin ikinci çeyrekten itibaren stagflasyona girebileceğini ifade etti. Sanayi üretimi, ticaret satış hacmi, konut satışları, otomobil ve hafif ticari araç satışları, ödemeler dengesi, işsizlik gibi öncü göstergeleri tek tek analiz eden Eğilmez, “Bu verilerden hareketle 2024 yılının ikinci çeyreğinde Türkiye ekonomisinin stagflasyona girmiş olduğuna ilişkin işaretlerin var olduğunu, esnafın, sanayicinin ve tüccarın süregiden durgunluk şikâyetlerinin sözde şikâyet olmadığını ve gerçek durumu yansıttığını söyleyebiliriz.” dedi.
Kendi adını taşıyan blogunda “Stagflasyon sinyalleri” başlıklı bir değerlendirme kaleme alan Mahfi Eğilmez’in yazısı şöyle:
Stagflasyon, İngilizcede durgunluk anlamına gelen stagnation ile enflasyon kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir kelime. Durgunluk içinde enflasyon anlamına geliyor. Ekonomik büyümenin sıfıra geldiği ama enflasyonun devam ettiği ekonomik durumu anlatmak için kullanılıyor.
Esnaf, sanayici ve tüccar bir süredir ekonomide stagflasyon yaşandığını öne sürüyor. İktisatçıların bunu söyleyebilmesi için enflasyonun yüksek, büyümenin sıfıra çok yaklaşmış olması gerekir. Enflasyon yüzde 61, büyüme ise elimizde ilk çeyrek verisi var: Yüzde 5,7. Buna göre stagflasyonun enflasyon kısmı durumu doğrulasa da büyüme verisi durumu doğrulamıyor. İkinci çeyrekte büyüme ne oldu? Bunu ancak Eylül sonunda TÜİK açıkladığında öğrenebileceğiz.
İkinci çeyrekten itibaren…
Buna karşılık birçok öncü gösterge büyümenin ikinci çeyrekte sıfıra çok yaklaştığını gösteriyor. Uzmanların yaptığı tahminler de ikinci çeyrekte yüzde 0 ile 0,5 arasında bir büyüme gerçekleştiği beklentisini işaret ediyor. Eğer öyleyse ekonomi, ikinci çeyrekten itibaren stagflasyona girmiş demektir. Piyasa, durumu iktisatçılardan önce görebiliyor çünkü talep, satış hacimleri, kârlar vb. hepsi onların elinde ve önünde oluşuyor. Biz ise ancak geriden gelen verilere bakarak olayı tanımlayabiliyoruz.
Stagflasyonda olup olmadığımız bize söyleyecek olan öncü göstergelere bir göz atalım: Sanayi üretiminde gerileme söz konusu: Sanayi üretimi yıllık değişim endeksi, ikinci çeyrekte düşüş eğilimi sergilemiş bulunuyor. Düşüşte bayram tatilinin etkisi var. Çünkü yıllık değişim sadece mevsim etkisinden arındırılmış olarak hesaplanıyor. Buna karşılık özellikle Haziran ayında aylık endekste de düşüş olması üretimde gerilemeyi gösteriyor. Çünkü aylık endeks hem mevsim hem de takvim etkisinden arındırılmış olarak hesaplanıyor. Buna göre sanayi kesimi arzında düşüş var.
Ticaret satış hacim endeksinde düşüş var: Ticaret satış hacim endeksi değişimi bize ekonomideki talep hakkında büyük ölçüde fikir verir. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış aylık Haziran ayındaki zayıf toparlanma dışında ikinci çeyrekte ekside kalmış. Yani ekonomide talepte gerileme söz konusu olmuş, endeks ikinci çeyreğin son iki ayında hep ekside kalmış.
Konut satışları hâlâ canlı: Konut satışlarında, piyasada düşüş olduğu iddiaları olmasına karşılık TÜİK verileri tam tersine ikinci çeyrekte geçen yıla göre fazla bir değişim olmadığını gösteriyor. Demek ki talepteki gerilemeye karşın insanlar enflasyondan korunma amacıyla konut talep etmeyi sürdürüyorlar.
Otomobil ve hafif ticari araç satışlarında düşüş var: Piyasadaki canlılığı gösteren önemli göstergelerden biri de otomobil ve hafif ticari araç satışlarındaki satış verileridir. 2024 yılı ikinci çeyrek satışları 10 yıllık ortalamaların hâlâ üzerinde seyretmekle birlikte geçen yılın ikinci çeyreğine göre satışlarda gerileme söz konusu. Bu da bize piyasa talebinde gerileme olduğunu anlatıyor.
Ödemeler dengesi verileri düşüşü gösteriyor: Cari açık ikinci çeyrekte 4,1 milyar dolar olarak geçekleşti. Geçen yıl aynı dönemde bunun üç katı büyüklükteydi (12,1 milyar dolar.) Bu düşüşün bir bölümü altın ithalatına getirilen kısıtlamadan kaynaklanıyor olsa da önemli bir bölümü yurtiçi talep düşüşü nedeniyle sermaye malları ve ara malı ithalatının düşmesinden doğuyor. Bu da bize talepteki düşüşün sanayi üretimini olumsuz etkilediğini ve bunların sonucu olarak ithalatın ve dolayısıyla cari açığın düştüğünü anlatıyor. Bu gelişmelerin sonucu olarak da büyümenin düştüğü tahminini yapabiliyoruz.
İşsizlikte artış söz konusu: İşsizlik oranı peş peşe düşüşler gösterdikten sonra Haziran ayında sert bir artış sergiledi. İşsizlik oranı yüzde 8,4’den 9,2’ye geniş işsizlik oranı da yüzde 25,4’den 29,2’ye sıçradı. Özellikle geniş işsizlik oranındaki artış önemli çünkü Türkiye’de gerçek işsizlik oranını en doğru ölçen veri o. Bu gelişme bize arzdaki düşüşün emek piyasasına, işten çıkarmalar şeklinde yansımaya başladığını gösteriyor.
Faiz artırmasak bugüne gelebilir miydik?
Bu verilerden hareketle 2024 yılının ikinci çeyreğinde Türkiye ekonomisinin stagflasyona girmiş olduğuna ilişkin işaretlerin var olduğunu, esnafın, sanayicinin ve tüccarın süregiden durgunluk şikâyetlerinin sözde şikâyet olmadığını ve gerçek durumu yansıttığını söyleyebiliriz.
Bu aşamada bana yöneltilen bazı soruları da yanıtlayayım: Faizi artırmasaydık stagflasyona girmeden kurtulabilir miydik? Faizi artırmasak bugüne kadar bile gelemezdik. Hatırlarsanız enflasyon yüzde 80’leri aşmıştı, döviz rezervleri tükenmiş, eksiye dönmüştü, cari açık hızla artıyordu, KKM hesapları her geçen gün şişiyordu. Özetle çıkışı olmayan bir yolda gidiyorduk. Faiz artışı, ekonomiyi duvara çarpmaktan kurtarmıştır. Doğru bir hamleydi.
Büyümeden fedakârlık etmeden enflasyonu düşüremez miydik? Bunu yapabilmenin bir tek yolu var: Geleceğe yönelik beklentileri olumlu hale getirmek. Onu da faizi artırarak yapmak kolay değil. Daha doğrusu ekonomik, siyasal ve sosyal altyapısı nispeten sağlam, enflasyonu ve riskleri düşük ekonomilerde faizi artırmakla ve/veya para basarak piyasaya destek olmakla çözüme ulaşılabilir. Nitekim ABD ve gelişmiş ülkelerin çoğu böyle yaptılar.
Buna karşılık bizim gibi enflasyonu ve riskleri yüksek, siyasal ve sosyal altyapısı sağlam olmayan ekonomilerde sadece faizle veya kurla oynayarak geleceğe ilişkin olumlu beklenti yaratmak mümkün olmuyor. Türkiye, 2001 krizi sonrasında bazı yapısal reformları yaparak (bankacılık reformu, kamu mali disiplininin sağlanması ve AB ile tam üyelik müzakeresine başlanması) geleceğe ilişkin beklentileri olumlu yöne soktu ve sonuçta enflasyonu düşürürken büyümeyi de artırmayı başardı.
Faizler bu düzeyde ne zamana kadar tutulur? Bu sorunun yanıtı: “Büyüme eksiye düşene ve işsizlik artışı kritik hâl alana kadar” şeklinde verilebilir. Yani faizlerin bu düzeyde tutulması bir süreye değil bu iki göstergenin nasıl gelişeceğine bağlıdır. Çünkü Türk siyasetçisinin korktuğu konu yüksek enflasyon değil düşük büyüme – yüksek işsizlik oranı çiftidir.
Stagflasyondan sonrası ne olur?
Bu aşamada iki varsayım yapalım: (1) Türkiye, temel yapısal reformları yapar. (2) Türkiye, yapısal reformları yapmadan böyle devam eder. İlk varsayıma göre yola devam edersek tıpkı 2001 krizi sonrasında olduğu gibi birkaç yıllık sıkıntıdan sonra buradan çıkar ve yolumuza devam ederiz. Buna karşılık bugün yapmamız gereken yapısal reformların 2001’de yapılanlardan çok daha fazla olduğunu, ekonomi dışı alanlarda da birçok reformu yapmamız gerektiğini vurgulayalım.
İkinci varsayıma uygun hareket edersek yılsonuna doğru bir sonraki aşamaya yani slumpflasyona geçeriz. Slumpflasyon (slump İngilizcede çöküş demek) ekonomik küçülmeye yüksek enflasyonun eşlik etmesi halidir ve çözülmesi en zor kriz hallerinden birisidir.
*****
“Sonbaharda muhtemel bir stagflasyon krizi derinleştirebilir”
İktisatçı Prof. Dr. Mehmet Şişman, sonbaharda yaşanması olası stagflasyonun ülkede krizi derinleştireceğini söyledi. Şişman, “Ortalama ücret ve maaşlar reel olarak düşük kalıyor. Hayat pahalılığı devam edecek, işsizlik artacak.” dedi.
Cumhuriyet’in sorularını cevaplayan Şişman’a göre bu yıl enflasyon yüzde 45-50 arasında kapanacak. Gelecek yıl da yüzde 30’un altı zor. Ülkedeki hayat pahalılığının en can yakıcı sorun olduğunu anlatan Şişman, bu sorunun çözümü içinse öncelikle hukukun üstünlüğü, adil yargılama ve yargı bağımsızlığı konularının çözülmesi gerektiğine vurgu yaptı. Şişman ayrıca krizde dibi henüz görmediğimizi söyledi.
Mehmet Şişman’ın açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
Krizde dibi görmemiz için, enflasyon beklentilerini düşürecek gelişmelere ihtiyaç var. Bu açıdan ekonomide bütüncül bir bakış göremiyoruz. Devlet sermaye ideolojik bağlılığı yeni ve kalkınma düşüncesi içeren enflasyonu ve işsizliği düşürme kanalında değil. Yıl sonunda yüzde 40’lı rakamların altına düşmeyeceği belli olan enflasyonu gelecek yıl da yüzde 30’lara düşürmek bu anlayışla çok zor. Politik çıkmaz var, nasıl aşılacağı toplumsal muhalefetin tavrına da bağlıdır.
Enflasyondaki tansiyonun görece azalması, işsizliği giderek daha fazla öne çıkaracaktır. Neoliberal uygulamalar devam ederse ki, öyle gözüküyor, enflasyon artış hızı düştükçe işsizlikte artış göreceğiz ne yazık ki. Enflasyonun yine de dünya ortalamasının çok üstünde olacağı sonbahar dönemi, önlem alınamazsa yükselen işsizlikle Türkiye’yi stagflasyona taşıyabilir. Yani hem durgunluk (stagnation) hem de enflasyonun birlikte görüldüğü olguyla karşılaşabiliriz. Zira çıktı açığını nereye kadar ayarlayabilirler bu piyasa yapısıyla, belirsizdir. Tekrar yüzde 10’ların üstüne çıkan işsizlik düzeylerini yüzde 40’lardaki enflasyonla birlikte (stagflasyon) göreceğiz bu gidişle. Bu da krizin toplumsal etkisini daha da ağırlaştıracak.
Ortalama ücret ve maaşlar reel olarak düşüyor
Baştan beri söylediğimiz üzere, enflasyon artış hızını düşürmede tek başına para politikasının yetersizliği ortaya çıkmıştır. Türkiye’de enflasyon ölçüm sorunları bir yana, halkın hissettiği ve yaşadığı enflasyonu yıl sonunda yüzde 45-50 bandına getirebilseniz bile, hayat pahalılığı bir yanıyla devam edecek. Zira hala fiyatlar artmaya devam ettiği için; başta emekli maaşları ve asgari ücret olmak üzere, ortalama ücret ve maaşlar reel olarak düşük kalıyor.
TCMB’nin yılsonu hedefi (yüzde 38-42 bandı) giderek çok mütevazi kalıyor. Yıl sonu resmi enflasyon hissedilen enflasyon makası devam edecek. Yılı yüzde 45-50 arası bir enflasyonla (Tüik yine şaşırtmazsa) bitirmemizi bekliyorum. Gelecek yıl enflasyonun mevcut politikalarla yüzde 30 ların altına inmesi zor gözüküyor. Halkın ihtiyaçlarını öne alan, halkla iletişimi sağlıklı kuran ve sermayenin üretime yönlendirilmesiyle bu sorun aşılabilir ancak. Bunun içinde para, maliye ve gelirler politikasının daha etkin kullanılması gerekiyor.
Öncelikle hukukun üstünlüğü sorunu çözülmeli
Öncelikle hukukun üstünlüğü, adil yargılama ve yargı bağımsızlığı konuları çözülmeli. Sonra eşitsizliği aşağıya çekecek makro politikalar uygulamaya sokulmalı. Böylece halk enflasyon için umudunu kaybetmez, böylece yaşam standartları da düşmez. Hayat pahalılığı ve buna bağlı eşitsizlik (gelir dağılımı bozukluğu) en yakıcı sorundur ekonomide. Ardından işsizlik geliyor. Gelecek sene işsizlik bir miktar öne geçebilir sorunlar sıralamasında ancak yine hayat pahalı olmaya devam edecek, çünkü kaynakları çok kötü kullanıldı, verimsizlik ve bütçe açığı aşılması gerek sorun yumağı. Maliye politikası ve gelirler politikasının yeterince etkin kullanılamadığını gözlüyoruz.
Halkın yaşam standartları hızla düşüyor
Var olan eşitsizlik düzeyini veri alan politikalar, yoksulluğu ve eşitsizliği daha da artırmaktadır. Zira başta emekliler olmak üzere, ortalama ücretler reel olarak düşüyor, halkın enflasyona karşı korunmasız bırakıldığını gözlüyoruz. Ülkede halkın yaşam standartları hızla düşüyor. İlk yüzde 20’lik gelir dilimi hariç, P80 denilen kesim giderek daha zorunlu mal ve hizmetlerle yetinmek zorunda bırakılıyor, çünkü gelirleri yetmiyor.
Halbuki bunu değişterecek kamusal araçlar daha önce başta Fransa olmak üzere uygulanmış. Örneğin gelirler politikasıyla (yeniden dağıtım) yüksek kar eden veya çok yüksek ücret alanların vergileri artırılarak, düşük ücretler üzerindeki vergi yükü azaltılabilir. Temel mallardaki fiyatlamaların arka planı uygulanan Neoliberal iktisat politikalarını değiştirmekten geçer.
Tarımda plansızlık, sanayide ithalata bağımlılık devam ediyor. Dünya gıda fiyatları düşerken (FAO price index), Türkiye’de gıda fiyatları geçen yıl yüzde 58,91 arttı (Tüik). Gıda fiyatlarını düşürmek için tarım, sanayi ve ulaşım işbirliğini göremiyoruz.