Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tüm okullarda ilk ders olarak izletmek amacıyla “Çanakkale’den Gazze’ye Bağımsızlık Ruhu ve Vatan Sevgisi” adlı 40 dakikalık bir video belgeseli hazırlatıyor. Diğer yandan Milli Savunma Bakanlığı (MSB) da Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50’nci yıldönümü kapsamında bir başka belgesel hazırlatıyor. Bu iki ayrı belgeselin bir biri ile ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz. İki ayrı belgesel; fakat bu iki ayrı belgeselin görülmeyen bir ortak noktası var. Her iki belgeselde de, yaşanan olay ve sürecin baş aktörleri ve yaratıcı kahramanları, medyadan okuduğumuz kadarı ile videolarda yer almıyor. Birinci belgeselde Çanakkale Savaşlarında, emperyalist orduları yenerek, çekilmelerine neden olan ve tüm Dünya liderlerinin hayranlığını kazanan Atamız Mustafa Kemal’in ismi geçmiyor. İkinci olayda ise yine Kıbrıs Barış Harekatı’nın baş mimarları olan Başbakan Bülent Ecevit, Başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan ve Dış İşleri Bakanı Turan Güneş’in ismi geçmiyor. Bu gün KKTC varsa ve orada Türkler yaşıyorsa, İngiltere ve ABD’nin engellerine karşı bu üç dirayetli devlet yöneticisinin, yine emperyalizme meydan okuyarak, tüm olanaksızlıklara rağmen, Adaya barış getiren cesur kararları sayesinde… Peki bugün, bu tarihi olguları yaratan kahraman ve dirayetli devlet yöneticilerimizin, isimleri geçmeden videolar hazırlatarak, genç kuşaklara tarihi eksik anlatmak, tarihi olguları eksik göstermek veya saptırmak değil midir? Kısacası bu tarihi olguların baş aktörleri olan kahramanları yok sayarak gençlere aktarmak, tarihi olgunun tahrifatı sayılmaz mı? Tarihi olguya ilişkin karar vericilerin ve yöneticilerin belirtilmeyişi, tarihi olguyu ne kadar açıklayabilir. Mustafa Kemal olmasaydı, Çanakkale Zaferi yaşanabilir miydi? Sadece Deniz savaşları olarak kalırdı. Ecevit ve Erbakan’ın kararlı duruşları olmasaydı, bugün KKTC olabilir miydi?
Şimdi gelelim ülkemiz tarihi ve varlığımız açısından bu denli önemli olaylarda, tüm sorumluluğu yüklenerek karar veren kahramanların adını tarih anlatısından çıkarmak, akla, mantığa, bilimsel tutuma ve etik değerlere sığar mı? Buna kim karar veriyor? Kurumsal bir sorumluluk mudur; yoksa siyasi sorumluluk mudur? Yoksa tek adam yönetiminin yaratığı otoriter anlayıştan korkmak ve “Kral’dan fazla kralcı” tavrı mıdır? Yoksa onlara yaranma çıkarcılığı mıdır? Hepsi olabilir. Bu tutum ve tavırların sosyo-psikolojisi nereden kaynaklanıyor. Bu tür tutumlar ve davranışlar genellikle geleneksel toplumların biat kültürünün ve yeterince özgür düşünceli olamayışın ürettiği sonuçlardır. Ne yazık ki bugünkü siyasi iktidarın, tek adam yönetim sistemi, biat kültürünü, korkuyu, baskıyı, öteki yaratmayı, kabile kültürü ve yandaşlık davranışını öne çıkardı. Üst otoritenin emirleri doğrultusunda teslimiyeti tüm kurumlara yaymış durumda. Bakanlıklar artık karar birimi değil. Kuvvetler ayrılığı çökerken yargı bile iktidardan yana tavrı tercih eder durum da. Bu kültür anlayışının kökenleri bir yandan geleneksel tarım toplumu kültürü ile ilgili olduğu kadar; aynı zamanda Doğu ve Batı toplumlarının siyaset anlayışının da bir yansıması olduğu kanısındayım. Zira Doğu kültürü, örneğin Arap kültürü “siyaset” kavramını seyislikten üretir. Seyis bindiği atı yönetip, gemleyen veya mahmuzlayan bir kişidir. Atı yönetme işlevi kişiseldir. Siyasetçi olarak yöneteceği kitle, atı sembolize eden halktır. Nitekim Osmanlı padişahları da halkı koyun sürüsü? Kendisi de sürünün çobanı olarak algılıyordu. Kısacası Doğulu siyasiler, halkı ve insanları emir ve komuta ile yürüten bir kültür ve bir sosyal psikolojiye sahiptir. Buna karşın Batıda siyaset, Polis’i yani kenti yönetir. Polis=kent kavramından türeyen siyaset, sanayileşme ile ulus kavramı ile özdeşleşti. Böylece kent ve ulus yönetimi konusunda çok farklı kişiler, bireyler, sosyal kesimler ve bu farklı çıkar grupları bulunur. Bu durumda emirler değil, ortak çıkar arayışları; farklı partiler ve bunlar arasında görüşme, konuşma, uzlaşma platformları, yani demokrasi ve özgür birey kaçınılmaz olarak devreye girer. İşte Mustafa Kemal bu nedenle demokrasi için Medeni Bilgiler kitabını yazdı ve Fethi Okyar’a siyasi parti kurdurdu. Ne yazık ki bugünkü iktidar partisi, Arap kültürüne duyduğu hayranlık içinde, biat kültürü, kabile kültürü, kişi egemenliğine dayalı, geleneksel eğilimleri nedeniyle halkı emir ve algı ile yönetiyor. Bu psikolojiden çıkıp, İnsanların özgür düşünceli, biat yerine aklın rehberliğini izleyen çağdaş bireyler olmasının sosyo-psikolojisi, ona ters düşüyor. Bu yüzden çağdaş akıl, bilim ve çoğulcu demokrasi yanlısı tarihi kişiliklerin gençlerce bilinmesine tahammül edemiyor.