CHP’deki cumhurbaşkanı adayı tartışması gereksiz ve zamansız

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, Hazine Bakanı Şimşek’in enflasyona ilişkin tahminleri, BDDK’nın takibe düşmüş kredi kartlarıyla ilgili düzenlemesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD temasları, CHP’de bitmeyen cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmaları, Hulusi Akar, “Çocuklara ‘Allah Korkusu’ verilmeli” açıklaması, adeta suç makinesi haline gelen kişilerin toplumun içinde gezmesi, konularında açıklamalarda bulundu.

**********

GÖZLEM – Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, durmadan ve sık sık “Enflasyonun bu sene yüzde 40-42 arasında gerçekleşmesinin beklendiğini, gelecek sene yüzde 20’nin altına, sonraki sene de tek haneye düşmesinin öngörüldüğünü” söylüyor, gerçekleşmesi mümkün mü?

K – Mümkün değil. Şimşek’in New York’ta görüştüğü yatırımcılara “Seneye geldiğimizde yüzde 20’nin altında, yüzde 10’larda bir enflasyon, yüzde 2’nin altında bir cari açık, yüzde 3’ün altında bir bütçe açığı göreceksiniz” dediği ifade edildi. Enflasyonun yüzde 20’nin altına inmesi için bundan sonraki 12 ayda aylık enflasyonun yüzde 1,53’ün altında kalması gerekiyor. Son dört yılda yüzde 1,53’ün altında kalan aylık enflasyon sayısı 4. Enflasyonun bu kadar düşük seyretmesi için sadece dar gelirli kesime etki eden paranın kısılması, kredilerin daraltılması gibi önlemler değil, tasarruf, vergi dağılımında eşitlik gibi devlet ve gelir düzeyi kesimlerin harcamalarını kısmaya dönük önlemlerin de alınması gerekiyor. Oysa Ocak-Ağustos döneminde ülkenin bütçesi 2023’e göre 2.5 kat artarak 974 milyar lira açık verdi. Bu rakam bile bütçe açığının milli gelire oranının yüzde 2,3 ile Bakan Şimşek’in gelecek yıl için işaret ettiği yüzde 3’ü yakalamak üzere olduğunu gösteriyor. Garanti Yatırım 2024 yılı merkezi yönetim bütçe açığını ise 2.7 trilyon TL olarak milli gelirin yüzde 6.7 seviyesinde tahmin ediyor. Bu açıkla enflasyonu yüzde 20’nin altında tutmak için döviz kurlarının yerinden kıpırdamaması gerekli. Oysa döviz alımlarıyla TL zaten değerli tutuluyorken, döviz bu seviyede kalırsa; TL çok pahalı olacağı için ihracat performansı iyice zayıflayacak demektir. İhracat zayıflarken, güçlü TL nedeniyle ithalat da artarken cari açığı yüzde 2’nin altına nasıl indireceksiniz? Tabii ki bunu yatırımcılar da biliyordur ancak “hedefi büyük tutup” bunun daha altındaki gerçekleşmelerle “idare” edebilirler. Çünkü şöyle düşünün: Şimşek enflasyon yüzde 20 olacak diyor. Bugün TL yüzde 40-50 faizler veriyor. Bir yılda bu aradaki fark, iddia edildiği gibi dövizde bir sıçrama olmazsa, yabancı yatırımcılar yani sıcak para için büyük bir kazanç.

 

GÖZLEM – Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu verilerine göre, 13 Eylül 2024 itibarıyla bankacılık sektöründeki takibe düşmüş bireysel kredi kartı alacakları yaklaşık 43 milyar 447 milyon lira seviyesine ulaşmış durumda. Bu durum, toplamda 89 milyar 838 milyon liraya varan bir borç yükü ortaya çıkarıyor. Takipteki bireysel kredi kartı alacakları, bir yıl içinde yüzde 265 oranında bir artış gösterdi. Merkez Bankası’nın Haziran 2023 itibarıyla başlattığı faiz artışları, bankaların kredi kartı faizlerini yükseltmesine yol açtı. Bu durum, finansmana erişimi zorlaştırmakla kalmayıp, kredi kartı kullanmak zorunda kalan vatandaşların finansman maliyetlerini de artırdı. Kredi kartı borcunu ödeyemeyen vatandaşlar için “yeniden yapılandırma” düzenlemesi hazırlanıyor. Düzenlemenin amacı, gelir-gider dengesi bozulduğu için borçlarını ödeyemeyen ancak ödeme niyeti taşıyan bireylerin geri ödeme yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlamak. Bu adım, sorunu çözecek mi?

K – Düzenlemenin ayrıntılarına bakmak gerek. Ancak sorunu çözecek bir düzenleme getirecek yönetim, baştan sorunun bu noktaya geleceğini dikkate alacak bir piyasa düzenlemesi yapardı. Haziran 2023’e kadar kredi kartı aylık faiz oranları yüzde 1,36 iken, bu rakam aradan geçen 15 ayda kademeli olarak arttırılarak yüzde 4,25’e kadar çıkarıldı. Enflasyonu düşürmek için sıkılaştırmanın yapıldığı bir dönemde, bunun bir ayağı olarak kredi faizlerinin de bu şekilde arttırılmasının dar gelirli kesimi ciddi sıkıntıya sokacağı belliydi. Şöyle söylemek gerekiyor. Ekonomi yönetimi kredi kartı sıkıntısı olanların bu sıkıntılarını “çok da” çözmek istemez çünkü bu sıkıntıları çözmesi enflasyonun yine artmasına neden olur. Dolayısıyla burada “tavşana kaç, tazıya tut” türü bir icraat sergileniyor.

 

GÖZLEM – Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “BM’de konuşmak için gittiği” ABD’deki temasları ve açıklamaları ile “F – 35” konusu üzerinde görüşünüz?

K – Bu teklifi, eğer işin içinde bir algı operasyonu yoksa Amerikalıların yaptığı anlaşılıyor. Eğer teklif kabul edilirse, Anadolu’nun meşhur, biraz da değiştirerek kullanacağım, “Biz bu haltı niye yedik?” fıkrasını aratmayacak bir yönetim örneği olacak. Madem ki Rusya’dan 2,5 milyar dolara alınan S-400 füze savunma sistemleri kullanılmayacaktı, Türkiye’nin bunları alıp haksız bir şekilde F-35’ten çıkartılmasına ve onun yanısıra Amerikan yönetiminin Türkiye karşıtı çok sayıda düşmanca yaklaşım ve uygulamasına neden baştan olanak tanındı? Eğer bu teklif kabul edilirse, plansız, hesapsız, liyakatsiz bir iktidarın, bedeli çok yüksek olmakla birlikte hesabının nasıl sorulacağı belli olmayan bir başka icraatına daha şahit olunmuş olunacak.

GÖZLEM – CHP’de neler oluyor; “kaosa dönüşen ‘Sen – Ben’ krizi” siyaset gündeminin başına yerleşti. Özgür Özel – Kemal Kılıçdaroğlu – Ekrem İmamoğlu –  Mansur Yavaş dörtlüsü arasındaki “ittifak arayışları ve buluşmaları” türlü çeşitli söylenti ve iddiaları körüklüyor. Ne olacak bu gidişin sonu?

K – Daha önce de konuştuk. Çok açık. Hem Ekrem İmamoğlu, hem Mansur Yavaş için çok yanlış, çok gereksiz, zamansız tartışmalar. İkisi de bunu istemez. İkisi de bu tartışmalardan ciddi biçimde rahatsız olurlar. Bunu çıkaranlar kısmi olarak iktidarın el altından da desteklediği, bu iki ismin yakınında oldukları izlenimi veren gazeteci, danışman ve siyasetçiler. Bunu yapmalarının nedeni de tamamen kendilerine yer açmak. Zaten hem İmamoğlu’nun hem de Yavaş’ın bu sürece ilişkin beyan ve demeçleri hem bu tartışmalardan, hem de bu tartışmaları açıp besleyenlerden nasıl rahatsız olduklarını açıkça ortaya koyuyor. Ekrem İmamoğlu geçen hafta sonu Sultaniye Battalgazi İtfaiye İstasyonu açılışında “Böylesi zor bir dönemde özellikle benim siyasi yol arkadaşlarıma, özellikle benim Cumhuriyet Halk Pratisi içerisinde siyaset yapan arkadaşlarıma ya da belediye başkanı olan, meclis üyesi olan, milletvekili olan partimizin üst yönetimine net olarak bir şeyi söylemek isterim. … Parti içindeki mevzuları konuşup konuşturan, geceyi gündüzü meşgul eden, meseleymiş gibi bu mesele üstünde tepinen kim var ise, hem bu millete ihanet eder, hem de Başkomutan Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’e ihanet eder. Bu kadar net” derken bu kitleleri hedef aldı. Mansur Yavaş da, eski İyi Parti’li, ASKİ Spor Kulübü Başkanı ve Yavaş’a yakınlığıyla bilinen bağımsız milletvekili Yüksel Arslan’ın İmamoğlu ile ilgili “Tek derdi kendi kariyeri ve ona çizilen rotada yürümek olana ‘Proje Çocuk’ denir, ‘Mustafa Kemal’in Askeri’ denmez” paylaşımı üzerine Sözcü’den Aytunç Erkin’e şöyle konuştu: “Benim tarzım değil bu. Onaylamam. Bana yakın hiçbir isim böyle konuşamaz. Bunu da söyledim. Hem kendi partilimize. Bunu onaylamıyorum. Hiçbir belediye başkanına böyle davranılmamalı.” Arslan’ın daha sonra Yavaş ile arasının bozulduğunu açıklaması da Yavaş’ın bu konudaki samimiyetini ortaya koyuyor. Yavaş cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmaları ile ilgili “Çok rahatsızım. Çok çok rahatsızım. Biz öncelikle kendi belediyemize, kendi yapacağımız işlere odaklanmalıyız. Bu tartışmalardan rahatsız olmamın diğer bir nedeni de şu: Gündemi işgal ediyoruz biz. Halbuki gündem emekli olmalı, aç insanlar olmalı, eğitimde yaşanan sorunlar olmalı. Bunlar konuşulmuyor. Bu, tartışmaların hepsinin önüne geçiyor. …Elbette zamanı gelince konuşulmalı. Kim öle, kim kala. Gerçekten durum bu. O günlere erişecek miyiz? Bakalım Türkiye ne olacak? Ne krizler yaşayacak? Düzelecek mi?” diye konuştu. CHP’den istifasıyla ilgili de “Yerimizdeyiz. İstifa gibi bir düşüncem yok, olur mu öyle şey! Hayır, hayır, hayır. Bize halk görev verdi, Partimiz aday gösterdi, benim görevim Türikye’ye örnek olacak en güzel çalışmaları yapmak” dedi. İfadeler çok açık. Dolayısıyla iki başkanın da bu konuyu konuşturmamaları ve tespit ettikleri bu konuyu besleyen kişileri çevrelerinden uzaklaştırmaları gerekiyor.

GÖZLEM – CHP Ankara Milletvekili Aliye Timisi Ersever, ‘Bir öğretmenle sosyal medyada ‘anırmak’ üzerine mesajlaşan” Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’i “Tarikatlarla görüşmekten eğitimin ihtiyaçlarını unuttu” diyerek eleştirdi ve “Eğitime yeterli kaynağı ayırmayan, eğitimi siyasallaştıran, bilimsel ve laik eğitimden hızla uzaklaşmaya çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız” açıklamasını yaptı. Görüşünüz?

K – Tam öyleyiz ama bu icraat yöntemini sanki bir beceriksizlik veya aymazlık gibi gösteren muhalefet tarzına karşıyım. İktidar, bilinçli bir şekilde, dindar, teokratik, şeri bir devlet ve yaşam biçimi yaratmak için Anayasa’yı hiçe sayarak Ersever’in işaret ettiği yöntemleri ve daha da fazlasını uygulamaya soktu. Her hafta bunun değişik örneklerini ve amaçları hedefe ulaşmada kullanacakları yolların ve yöntemlerin örneklerini gösteren, açık eden uygulamalar görüyoruz. Radikalleşme radikalleşme getirir ve uygulamalar çap ve hız olarak gittikçe daha artıyor.

GÖZLEM – AKP Kayseri Milletvekili, TBMM Millî Savunma Komisyonu Başkanı, eski genel kurmay başkanı Hulusi Akar, “Çocuklara ‘Allah Korkusu’ verilmeli” açıklamasından sonra, bu defa da, “muhafazakar vatandaşları sokağa çıkmaya” davet ederek… “Benim asıl vurgulayacağım konu muhafazakar insanların sosyalleşmesi. İnsanların sokağa çıkması lazım. Bunun için çeşitli faaliyetlerin yapılması lazım. Herkes evinde kendi çalıp kendi oynuyor dolayısıyla sosyalleşme olmuyor. Sokakta görünmüyorsunuz ve siz görünmediğiniz zaman da sokakta yanlış işler oluyor. İnsanların evinden çıkması lazım. Bu sosyalleşme konusunda bizim çalışmalarımız gerekli ve zorunlu. Bu konuda da belediye başkanımızın önderliğinde, valimizin katkılarıyla, arkadaşlarımızın yardım ve destekleriyle bu konuda gerçekten çok önemli gelişmeler oldu. Dolayısıyla ben kendilerini kutluyorum, tebrik ediyorum. Bu yolda yürümeye devam. Bu sergi olur, sanat olur, spor olur, konser olur, dini ve milli çalışmalar olur. Fakat bir şekilde insanların evden çıkıp buluşması lazım, konuşması lazım, görüşmesi lazım. Yanlışlarımızı düzeltmemiz lazım, eksiklerimizi tamamlamamız lazım. Tek başına hayat olmaz” dedi. Siz ne diyorsunuz?

K – Bu ifadelerinden bakanlığı kaybettikten sonra kendini yalnız hissetmeye başladığını anlıyorum. Hulusi Akar’ın esas amacının, Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde yemin eden teğmenlerle ilgili iktidar nezdinde ortaya çıkan “rahatsızlık” sonrası, mevcut Savunma Bakanı’nın görevden alınacağını düşünerek, tekrar çok büyük bir arzuyla elde etmek istediğini tahmin ettiğim bakanlık mevkiine gelmek olduğunu düşünüyorum.

 

GÖZLEM – “26 suçtan sabıkalı” adam, kendisini yakalamaya gelen polislerin birinin tabancasını alarak, “genç bir kadın polisimizi” şehit ediyor. “26 suçtan sabıkalı” bir adamın elini kolunu sallayarak aramızda dolaşmasına izin veren hukuk sistemimiz ve de “onu yakalamaya için giden” polislerimizin “tedbirsiz tutumları” konusunda ne düşünüyorsunuz?

K – Çok vahim, çok üzücü bir olay. Olay keşke bu sabıkalı yakalanması sürecinde meydana gelse. Basından edinilen bilgilere göre söz konusu sabıkalı Dudullu Polis Merkezi ekiplerince motosiklet hırsızlığından gözaltını alınıyor. Karakolun bahçesinde ailesiyle görüştüğü sırada duvardan atlayarak kaçmaya çalışıyor. Sabıkalı Ihlamır Kuyu’da yakalanıyor ama direnirken bir memurun silahını alarak polislere ve çevredekilere ateş ediyor. Bu arada da gencecik bir polis memuresini vurarak şehit ediyor. Bu olay Amerika’da olsa bu kişi 10 defa vurulmuş, öldürülmüştü. Çevredekilere ateş ediyor, annesini bile yaralıyor, ama canlı bir şekilde yakalanıyor. Bu nasıl bir polis müdahalesi? Polis bu kadar mı zayıf? Bu kadar mı aymaz? Bu kadar mı korkak? Bu caniye müdahale şeklini “kişinin insan hakkı” ile açıklamak mümkün değil. 19 yaşında 26 sabıkası olan bu caninin, bazı suçlarından yargılanıp tahliye edildiği, bazılarından reşit olmadığı için çok az yattığı, bazı dosyalarının kapatıldığı anlaşılıyor. Bugünkü yargı sisteminde eğer iktidara dokunuyorsa basit bir eleştiri yapan veya fikir ifade eden kişiler içerde tutulurken, özellikle genç yaştaki suçlular yer yokluğundan, sözde rehabilite olduğuna karar verilerek tekrar benzer suçları işlemek üzere salıveriliyorlar. Annesinin “O kadar karakollara gittim, oğlumu ihbar ettim. Madde kullandığını, satış yaptığını söyledim. Niye devlet bunu götürmedi?” dediği ifade ediliyor. Bir kez daha Türkiye’deki adalet sisteminin içinde olduğu durumu ortaya koyan, devlet yönetiminde liyakatsizliğin, başıbozukluğun geldiği noktayı göstermesi açısından ibret alınacak bir facia. Yakalanmış ve karakola getirilmiş bir “suç makinesi” nasıl oluyor da annesinin bile yanında bulunabildiği ve doğru dürüst kontrol altında olmadığı bir ortamda elini kolunu sallayarak telefon konuşması yaparak duvardan atlayıp kaçıyor ve arbede yaratarak bir polisin beylik tabancasını alıp bir başka polisi, hem de gencecik, Türkiye’ye, çevresine verecek daha pek çok şeyi bulunan bir polisi öldürebiliyor? Bu nasıl bir ihmaller zinciri ve bu ihmaller zinciri nedeniyle nasıl oluyor da duyduğumuz kadarıyla o silahın sahibi, karakolun amiri, bağlı olduğu birimlerden üst seviyeye kadar bu ihmallerin hesabı sorulmuyor? Devlet yönetiminde ne kadar geriye düştüğümüzün acıklı, kahredici bir örneği.

 

GÖZLEM – Fenerbahçe derbisinde hem de “rakibinin stadında” 3 – 1’lik rahat bir galibiyet aldıktan 4 gün sonra UEFA Ligi’nde Yunanistan süper liginde birinci sıradaki PAOK’u da 3-1 yenmeyi başaran Galatasaray ve hocası Okan Buruk konusundaki görüşünüz?

K – Galatasaray için büyük başarı. Kanımca bu kadroyla, sağ ve sol bekteki sıkıntılar ve üç tane çok iyi santraforuyla 3-5-2 pek çok maçta 3-5-2 düzenine dönmesi gerekir. Daha azı bu takıma haksızlık olur. Ancak yine de bu yıl ligin başlamasıyla beraber gelen süper sonuçlara, devamlılığı açısından “temkinli” bakmak gerekiyor. Okan Buruk’a gelince. Tüm başarılı sonuçlarına karşın hep pişmemiş bir tarafı maç içinde kendini gösteriyor. Ama o seviyede yavaş yavaş reflekslerinin körpülendiğini görüyoruz. Geçen yıla göre bu yıl her önemli maçta edindiği tecrübelerle kendini biraz daha zorlayarak daha üst seviyeye çıkarabilir. Şimdi PAOK maçına derbide kazandığı takımla çıkmanın “dayanılmaz hafifliğini” anlıyorum. Ters bir skorda kimse kendisini suçlayamaz diye düşünüyor. Ama Fenerbahçe deplasmanına çıktığın takımla, kendi sahanda kendinden ve Fenerbahçe’den bir “tık” düşük olduğu görülen bir takıma karşı aynı 11’i oyuna sürmek bana göre kolaycılık. Zaten bunun sıkıntısını tek forvete üç-dört defans oyuncusu arasından nasıl ulaşacağı belli olmayan ortalara dayandırdığı ilk yarıdaki oyunuyla gösterdi. Sonra da 1-0’da hâlâ takımda değişiklik yapmıyordu ki 1-1’den sonra değişiklik yapmaya karar verdi. Orada da dikkat ediniz önce Yunus’u çıkaracaktı, gol attığı için onun yerine Osimhen’i çıkarıp seyirciyi biraz da olsa Osimhen – Icardi ikilisini birlikte seyretme olasılığından mahrum etti. Ancak bu maçta biraz olsun oyuna proaktif müdahale etme kararlarının “emarelerini” görmeye başladık. Umarım bu devam eder ve Okan Buruk iki şampiyonlu ve öncesi başarılarının bir üst seviyeye çıkartarak kendisini bu jenerasyonun Fatih Terim’i, Mustafa Denizli’si noktasına taşır. Daha pişecek.