Atatürk ve din!..

Doğrudan “başlıktaki” konuya gireyim ve “bugünlerde bilinmesi gereken bazı önemli gerçekleri” yazmaya başlayayım.

 

İslam için “Bizim dinimiz” ve “Büyük dinimiz” / Kur’an için “şanı büyük” ve “en eksiksiz kitap” / Hazreti Muhammed için “Peygamberimiz efendimiz hazretleri” ve “Allah’ın birinci ve en büyük kulu” / 1922 ve 1923’te yaptığı iki konuşmada “Allah birdir, büyüktür” diyen ve de 1923 yılında kendisine armağan olarak gönderilen Kur’an’ı “Bence kıymetini takdire imkân olmayan bu hediyeyi, en derin ve hürmetkâr din duygularımla muhafaza edeceğim” sözüyle teşekkür ederek alan Atatürk’e ve heykellerine karşı yapılan “en hafif tabiri” ile “nankörce davranışları, fiili ve sözlü saldırıları” bir TC vatandaşı olarak hazmetmem mümkün değil!..

 

İnanıyorum ki, Atamızın “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözüyle beslenen “Türk Milliyetçiliğine sahip çıkan” hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da hazmetmez, hazmedemez!..

 

Atatürk’ün, Konya Türk Ocağı’nda 20 Mart 1923’de, “Konya Gençleriyle yaptığı” bir konuşma vardır. O konuşma unutulmamalı ve zaman zaman okunmalıdır.

 

İşte, Atamızın “İslam Dini’ndeki değişimi” anlattığı konuşmasından birkaç pasaj:

 

“… Gerçek bilginler ile dine zararlı olan bilginlerin birbirine karıştırılması Emeviler zamanında başlamıştır. Hazreti Peygamberin yaşadığı mutlu zamanlarında (asr-ı saadet), Peygamberimizin ölümünden sonra Dört Halife hazretlerinin zamanlarında, hep doğrudan doğruya Hazreti Peygamberin uyarısıyla İslâm olan Dört Halifenin aydınlatmasıyla kurtulan ümmet kitlesi arasında gerçek temizlik, kalpten saygı, yüce bir bağ vardı. Ne zaman ki Muaviye ile Hazreti Ali karşı karşıya geldiler, Sıffîn olayında Muaviye’nin askerleri Kur’an-ı Kerimi mızraklarına diktiler ve Hazreti Ali’nin ordusunda bu şekilde kararsızlık ve zayıflık meydana getirdiler.

 

İşte o zaman dine fesatlık, Müslümanlar arasına nefret girdi ve o zaman hak olan Kur’an, haksızlığı kabule alet yapıldı. En zorba hükümdarlardan olan Muaviye’nin nasıl bir aldatma sonucunda halifelik sıfatını da takındığını biliyorsunuz. Ondan sonra bütün baskıcı hükümdarlar hep dini âlet edindiler; tutku ve baskılarını kabul ettirmek için hep âlimler sınıfına başvurdular.

 

Gerçek bilginler, dini bütün bilginler, hiçbir zaman bu zorba hükümdarlara boyun eğmediler. Onların emirlerini dinlemediler, tehditlerinden korkmadılar.

 

Bu gibi bilginler kamçılar altında dövüldü, memleketlerinden sürüldü, zindanlarda çürütüldü, darağaçlarında asıldı. Ancak onlar yine o hükümdarların keyfine dini âlet yapmadılar.

 

Fakat gerçekte bilgin olmamakla beraber, sırf o elbisenin içinde bulundukları için bilgin sanılan, çıkarına düşkün hırslı ve imansız birtakım hocalar da vardı. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar, dine uygundur diye fetvalar verdiler. Gerektikçe yanlış hadisler bile uydurmaktan çekinmediler.”

 

Atatürk’e “din düşmanı” diyerek, “nankörlüğün dik âlâsını benimseyenler ve onlara inananlar” utanmalıdırlar!..

 

++++++++

Şair Eşref yaşasaydı, ne yazardı? / Cehdizâde – 158

 

+++++++

 

Sözün özü

 

++++++

 

ERDEM ve POLİTİKA

“Ben size manevi miras olarak aklı ve ilmi bıraktım; devletin birinci görevi; Türk milletinin düşünce ve beyin hürriyetini eğitim yoluyla sağlamak olacaktır” diyen Atatürk, dinimizin “Bilim Müslüman’ın yitik malıdır” gerçeğini Cumhuriyetin hedefi kılmış ve “Hiç bilenlerle, bilmeyenler eşit olur mu” beyanının sahibi Hz. Peygamber’e olan bağlılığını içtenlikle dile getirmiştir.

 

Ali Naili Erdem

 

+++++++

Dünya’da ve Türkiye’de şiddet!..

Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nden Hukukçu Aykutalp Arıcı, 2 Ekim Uluslararası Şiddetsizlik Günü dolayısıyla “Türkiye’de ve Dünya’da artan şiddet olaylarının acı tablosunu” istatistikleri ile ortaya koydu.

 

“Gayrimeşru şiddetin insanlığın ve devletlerin en temel meselesi olduğunun, ‘önlenmesi’ ve de ‘şiddetsizliğin sağlanması’ konusunun, insanlığın ortak sorunu olduğunun” altını çizen Arıcı, “Birleşmiş Milletler genel kurulunun 27 Haziran 2007’de yaptığı toplantıda ‘Dünya Şiddetsizlik Günü için’ Gandhi’nin doğum gününün seçilmesi anlamlı. Her sorunun çözümü için sorunun büyüklüğünün tespiti en önemli aşamalardan birisidir. Öyleyse insanlığın şiddet karnesinin incelenmesi sorunun çözümüne giden yolda iyi bir başlangıç olacaktır” dedi. Gandhi, Porbandar (Hindistan)’da 2 Ekim 1869’da doğmuştu.

 

“Anayasa’nın 17. maddesiyle beden dokunulmazlığı hakkının teminat altına alındığını, ancak bu hakkın ihlali konusunda Türkiye’nin karnesinin istenildiği kadar iyi olmadığını” belirten Arıcı, “şiddetin toplumun her kesiminde, ev içinde, cinsiyetler arasında, çalışma alanlarında, yaşlılara, çocuklara, hayvanlara ve toplumun tüm kesimlerine karşı önemli ve yaygın bir tehdit vasfı taşımaya devam ettiğini” söyledi.

 

Arıcı’nın verdiği bilgiler içinde “Institute for Economics&Peace’in 2024 yılı Küresel Barış Endeksi’ne göre son 16 yılda 12. defa olmak üzere dünyanın bir önceki yıla göre daha az barışçıl olmuş durumda olduğu” acı gerçeği de var. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nin tahminlerine göre “dünya ortalamasında 100.000 kişi başına cinayet sayısı 2010 yılı için 6.9, 2012 yılı için 6.2, 2017 yılı için 6.1, 2021 yılı için 5.8. Kısaca, cinayet sayılarında, “2 Ekim’in Dünya Şiddetsizlik Günü ilan edilmesini takip eden 10 yıl içinde ancak 100.000’de 1’civarında bir iyileşme” sağlanabilmiş… “Aynı dönemde Birleşmiş Milletler verilerine göre insani gelişmişlik endeksinde ise, %4’ü aşan bir iyileşme olmuş. Şiddete karşı mücadelede “açıkça görülen” bir başarısızlık. Arıcı “Görülmektedir ki insani gelişmişlikteki belirgin artış, şiddetle mücadeleye yansımamıştır” diyor.

 

Türkiye’de ise “daha olumsuz” bir tablo var. Arıcı’nın açıkladığı tablo şöyle:

 

* TÜİK’in suç tiplerine göre hükümlü sayısına ilişkin 2011-2020 dönemini kapsayan verileri incelendiğinde toplam hükümlü olanların sayısı 80.096’dan 258.401’e çıkmıştır. Hükümlü sayısı ise, Türkiye nüfusuna oranlandığında, 2011 senesinde %0.11 iken, 2020’de %0.31’e yükselmiştir.

 

* Şiddet suçlarında hükümlü sayısı ise, 2011 senesinde 17.222 iken bu rakam 2020 yılında 71.885’e çıkmıştır. Özetle, toplam hükümlüler içerisinde şiddet suçlarından hükümlü olanların oranı 2011 senesinde %21.5’ten 2020 senesinde %27,8’e, şiddet suçlarından hükümlü olanların toplam nüfusa oranı da %0.02’den %0.09’a çıkmıştır.

 

* Şiddet suçları bakımından gelişmiş ülkelerle mukayese edildiğinde Türkiye, Avrupa’nın en yüksek 9. cinayet oranına sahip.

 

* Kadına karşı şiddet oranlarında ise Türkiye, Avrupa ve OECD birincisi.

 

Somut verilere göre “şiddetle mücadelede istenen başarıya ulaşılamadığını” anlatan ve “şiddet vakalarına karşı caydırıcı tedbirlerin alınamadığının” altını çizen Arıcı “Türkiye’nin Avrupa ülkeleri arasında en kalabalık ikinci ceza ve tutukevi nüfusuna sahip olduğu görülüyor. Ne tesadüf ki bu veride Türkiye’nin önündeki tek ülke, AİHM kararlarında da Türkiye’den fazla mahkûm edilen tek ülke olan Rusya. Hal böyle olunca toplumun yargıya duyduğu güvenin fevkalade azalması kaçınılmaz hale geliyor” diyor ve ekliyor:

 

“Politika yapıcılar şiddet tekelinin geleceği ve geleceğinin insanlığı küresel ölçekte nasıl şekillendirebileceğinin global ölçekte tartışıldığı günlerde bir beka meselesinden bahsedecekse, şiddetin önlenmesi belki de en önemli gündem maddesidir.”

*****

 

Haftaya; Fulya Omaç yazdı; “İNSANLAR ARASINDA OLMAK, HAYVANLAR ARASINDA OLMAKTAN DAHA TEHLİKELİ”