İsrail Türkiye’ye saldırmaya cesaret edemez

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 Ekim’de TBMM’nin yeni dönem açılış töreninde yaptığı konuşmada “Vadedilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır. Şu anda bütün hesap bunun üzerinedir” demişti. Sayın Erdoğan’ın; konuşmasında sadece ülkemizin toprak bütünlüğüne yönelik İsrail tehdidinin altını çizmesi, dini fanatizmi ön plana çıkarması, ulusal birliğimize yönelik tehditlerden ve İsrail’in arkasında bu tehdide yön veren küresel aktörlerden söz etmemesi dikkatimi çekti.

Bu konuşmadan birkaç gün sonra, 6 Ekim’de, Ankara’daki Filistin’e destek mitinginde bundan önceki mitinglerde olduğu gibi yine hilafet sloganları atıldı. 7 Ekim 2023’ten bu yana ülkemizde Filistin’e destek adı altında icra edilen bütün gösteri ve mitinglerde; İsrail’in uyguladığı soykırımın insani yönüne, emperyalist devletlerin bölgemizde uygulamaya koydukları bölücü projelere dikkat çekmek yerine şeriat ve hilafet propagandası yapılması; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerini, laikliği ve çağdaşlığı savunanlar tarafından tepkiyle karşılandı.

Filistin’e destek mitinglerini şeriat ve hilafet propagandasına dönüştüren odaklar; hilafet sloganları atanları “Müslümanlar” tepki gösterenleri ise “İslam ve hilafet düşmanı Kemalist, solcu, marjinal kişi ve yapılar” olarak tanımladılar, “Müslümanların hilafet nidaları ile İsrail’e karşı köklü çözümü haykırdığını” söylediler.

Vicdan sahibi insanların; İsrail’in Gazze ve Lübnan’da uyguladığı soykırımı mazur görmesi mümkün değildir. Ülkemizde halkımızın çok büyük bir bölümü İsrail’in saldırılarını soykırım olarak görmektedir. Durum böyleyken Filistin’e destek gösterilerinin şeriat ve hilafet propagandasına dönüştürülmeye çalışılmasının altındaki niyet ve maksadın ciddi bir şekilde sorgulanması gerekmektedir.

Ben bu eylem ve söylemlerin maksadının; şeriat ve hilafet isteyenlerin İsrail karşıtı, buna tepki gösterenlerin de İsrail yanlısı olduğu algısı üzerinden ülkemizde Laikliği savunanları İslam karşıtı gibi göstererek Müslüman-Laik düşmanlığı yaratmak olduğu kanaatindeyim. Bu odakların; İsrail’in uyguladığı soykırımı fırsat olarak gördüklerini ve siyasal İslamcı planlarını hayata geçirmek için bu durumdan yararlanmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Bence İsrail’in bölgemizde yarattığı soruna sadece inanç değerleri açısından bakıldığında çözüm bulunamayacak, aksine çözüm olarak görülen/gösterilen konular ileride daha büyük sorunlar olarak karşımıza çıkacaktır.

İsrail gerçekten de dini fanatizm ile mi hareket etmektedir? Amacı Arz-ı Mevud’a (vadedilmiş topraklara) kavuşmak mıdır? Bölgedeki katliamlarını Yahudi inancı bunu gerektiriyor diye mi yapmaktadır? Yoksa bütün bölgede siyasi, ticari, ekonomik ve stratejik hedeflerine ulaşmaya, geniş bir güvenlik alanı yaratmaya mı çalışmaktadır? Bence Arz-ı Mevud; Ortadoğu’da jeopolitik konumu itibarıyla hedefe koydukları ülkeleri kontrol altına almak isteyen emperyalist devletlerin inançlı Yahudileri ikna etmek, Müslümanları kışkırtmak ve bölgede istikrarsızlığı sürekli kılmak için uydurdukları bir kavramdır. Şeriat ve hilafet yanlısı odaklar da bu uydurulmuş kavram üzerinden inançlı Müslümanları etkileyerek hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadırlar. Dikkat edilirse bu propaganda İsrail’in ve ortaklarının amacına hizmet ettiği gibi aynı şekilde içimizdeki siyasal İslamcı, şeriatçı odakların amacına da hizmet etmektedir. Bu nedenle aralarında amaç birliği olanların kendilerini karşıt cephelerde gösterme çabalarına temkinli yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum.

Bizim dikkat etmemiz gereken İsrail’in Türkiye’ye savaş açmasından önce ülkemizde sahneye konan yıkıcı, bölücü, halkımızı kutuplaştırıcı, bizi birbirimize karşı kışkırtan, düşmanlaştıran uygulamalar olmalıdır. Bu uygulamaların arkasında bölgeyi şekillendirmeye çalışan emperyalist devletler vardır. Bunların ülkemize doğrudan savaş açarak sonuca ulaşması mümkün değildir. Böyle bir durumda Türk Ulusunun kenetleneceğini, çok büyük bir direnç oluşturacağını onlar da bilmektedirler. Bu nedenle yeni taktikler uygulamakta, ülkemizdeki kutuplaşmayı körükleyerek, ulusal birliğimizi bozarak direncimizi kırmaya çalışmaktadırlar.

Ulusal birliğimizi muhafaza etmek için kurucu değerlerimize, temel ilkelerimize sıkı sıkıya bağlı olmamız gerekmektedir. İlkesiz toplumların bölünüp parçalanması kolaydır. Bir ülkeyi hedefine koyan odakların psikolojik harp taktiklerinden birisi de hedef ülkenin temel ilkelerinin değersizleştirilmesidir. Ülkemizde Atatürk’e ve laik düşünceye yapılan saldırılar bu maksatla yapılan psikolojik harp uygulamalarıdır. Aynı yöntemle inanç değerlerimizle de oynanmaktadır. İnanç değerlerimizle ulusal değerlerimiz planlı ve sistemli olarak karşı karşıya getirilmeye çalışılmaktadır. Maalesef içimizde bazıları inanç değerlerimizi, bazıları da ulusal değerlerimizi istismar ederek durumdan çıkar sağlamaya çalışmakta, bunların bazıları da emperyalist proje sahipleriyle iş birliği yapmaktadırlar.

İsrail’in Filistin ve Lübnan’dan sonraki hedefinin Türkiye olduğu söylemi; ülkemizin, zaman içinde bir İsrail saldırısına maruz kalacağı algısına neden olmaktadır. Daha ne kadar süreceği belli olmayan savaşlardan çıkmış, ordusu yıpranmış, kaynakları daralmış, düşmanları çoğalmış İsrail’in; Filistin ve Lübnan’dan sonra Türkiye’ye saldırması mümkün değildir. İsrail’in bunu yapabilmesi için Türkiye’den önce İran’la baş etmesi, Suriye’yi ele geçirmesi, bu arada Türkiye’nin sıranın kendisine gelmesini bekliyor olması gerekmektedir.

Türkiye iç çatışmalarla yıpratılmadığı, ulusal birliği bozulmadığı sürece ülkemize saldırmaya kimse cesaret edemeyecektir. Bizim yapmamız gereken; tam bağımsız bir anlayışla bir taraftan savunma kabiliyetimizi geliştirirken aynı zamanda ulusal birliğimizi pekiştirmek olmalıdır. Bunun için de her ortamda dürüst ve ilkeli bir kararlılık gerekmektedir. Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk; Nutuk’ta ve gençliğe hitabında bütün bunlara en küçük ayrıntısına kadar dikkat çekmiş, muhtemel tehlikelerin kimlerden ve nasıl gelebileceğini ve bununla nasıl mücadele edileceğini çok açık bir şekilde anlatmıştır.